30 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfın hareketliliğinde yoğunlaşma
ve sertleşme eğilimi
   İnkar ve imha çizgisinin izleyicileri “çözüm” gücü olamaz!
Gerici iç çatışma yeni boyutlar kazanıyor!
SSGSS, istihdam paketi, kıdem tazminatı, işgüvencesinin gaspı, sendikalar yasası…
Sermayenin saldırıları artıyor…
1 Haziran mitingi üzerine U. Taner
Tersane işçileri bu cehennemi kabul etmeyecek!
  Komünist kamu emekçilerine çağrı:
Parti’yi kamu emekçileri içinde güçlendirmek için ileri!
  İşçi ve emekçi hareketinden..
  Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi hedefiyle mücadeleye!
  ODTÜ’de boykot yayılıyor!
  Kapitalizm öldürüyor!
  Dünyadan...
  Mayıs şehitleri anmalarından...
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden mektup...
  Bir utanç belgesi: “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

SSGSS, istihdam paketi, kıdem tazminatı, işgüvencesinin gaspı, sendikalar yasası…

Sermayenin saldırıları artıyor…

Saldırıları püskürtmek için talepleri ve mücadeleyi ortaklaştırmalıyız!

Sermaye iktidarı tek başlı AKP hükümetinin avantajlarını fazlasıyla kullanıyor. Bugüne kadar görülmedik bir uyumla sermayenin hizmetinde çalışan AKP’nin hızına hiçbir sermaye hükümeti yetişemedi. Öyle görülüyor ki, sermaye kullanıp bir kenara atana kadar AKP’den fazlasıyla yararlanacak.

Sermaye iktidarının yıllardır hayata geçirmek için fırsat kolladığı SSGSS, kreşten patronların ödedikleri sigorta primlerinin düşürülmesine kadar birçok hakkı tasfiye eden “istihdam paketi”, işçilerin tarihsel kazanımlarını ortadan kaldıracak olan kıdem tazminatının gaspı, işgüvencesine göz diken personel rejimi, sendikalar, grev ve lokavt yasalarının “iyileştirme” adı altında iyice güdükleştirilmesi… İşçi ve emekçi düşmanı tüm bu yasa ve uygulamalara işlerlik ve yasal statü kazandırmak öyle görünüyor ki has sermaye uşağı AKP’ye nasip olacak.

Saldırıların kapsamına bakıldığında, işçi ve emekçilerin buna uygun bir karşı hazırlık içinde olduğunu söyleyebilmek ne yazık ki çok mümkün değil. Oysa değişik taleplerle gündeme gelen son bir yıllık mücadele deneyimi işçi ve emekçilerin kıpırdanmaya başladığını göstermektedir. Hem bu kıpırdanışın kendisi, hem de saldırıların ağırlığı, milyonlarca işçi ve emekçiyi doğrudan etkilemesi, taleplerin ve mücadelenin ortaklaştırılması için uygun bir zemin sunmaktadır.

Ancak emekçilerin hak ve çıkarlarını koruma noktasında önemli bir mevzi olan sendikaların tablosu bu zemini güçlendirmekten ve birleştirmekten uzaktır. Sendikal mücadelede yaşanan zaaflar, tersine ortaya çıkan imkanları heba edilmesine neden olmaktadır. En son SSGSS sürecinde yaşananlar bunun somut kanıtıdır.

Hem saldırının boyutuna, hem hedef aldığı kesimlere, hem de gösterilen çabanın tüm eksikliklerine rağmen açığa çıkan tepkiye bakıldığında bir sürecin nasıl heba edildiği daha iyi anlaşılacaktır. Zira moral kazanım olabilecek bir süreç sendikal bürokrasi tarafından harcandığı için peşi sıra gündeme gelen “istihdam paketi”ne karşı deyim yerindeyse “gık” çıkarılamamıştır.

Ancak sermayenin saldırıları bitmiyor. İstihdam paketini kıdem tazminatının gaspı ve personel rejimi izleyecek. Bu arada Sendikalar Yasası da meclise sunuldu. İşgüvencesinin gaspına karşılık sermaye devletinin sendika bürokratlarının ağzına bir parmak bal çalarak gündeme getirdiği Sendikalar Yasası da sessiz sedasız, hatta kimi yerde sendika ağalarının desteğiyle geçecek gibi görünüyor. Sermaye medyası ise tasarıyı “öğretmenler ve toplu ulaşım araçlarında çalışanlar artık grev yapabilecek” aldatmacası ile gündeme getirdi. Noter şartı ile işkolu barajının kaldırılması ise tasarısının “olumlu” diğer yanları olarak lanse edildi. Bırakalım kağıt üzerinde bahşedilen hakları, işçi sınıfı sahip çıkamadığı koşullarda militan mücadelelerle kazanılmış hakların dahi kağıt üzerinde kalmaya mahkum oldukları deneyimlerle sabittir. Sermaye iktidarı milyonlarca işçi ve emekçinin işgüvencesi karşılığında “grev” hakkına onay vereceğini daha öncesinden açıklamıştı. Bugün yaşanan gelişmeler bu anlaşmanın bir ürünü olarak gündeme gelmektedir.

SSGSS sürecinde görece daha aktif bir tutum almaya çalışan ilerici sendikacılar ise konfederasyonların merkezi baskıları karşısında soluklarının sınırlarını görmüş oldular. Ne yazık ki bu süreç ilerici misyon taşıdığını iddia eden unsurlara, sendika bürokratlarının baskılarını bertaraf etmek için tabana dönmeleri gerektiği gerçeğini değil “ne yaparsak yapalım değişen bir şey olmuyor” umutsuzluğunu aşılamış görünüyor. SSGSS’nin yasalaşmasının ardından ortaya çıkan yorgun ruhhali ile hareketsizlik tablosu başka bir şey anlatmıyor.

Alt kademe sendika bürokratlarının sınırları ise bilinmeyen yeni bir olgu değil. Oysa önümüzdeki döneme kıdem tazminatı ile işgüvencesinin gaspı saldırıları ve (eğer örgütlenebilirse) buna karşı mücadele damgasını vuracak gözüküyor. Giderek artan yoksullaşma ve kölelik koşullarına karşı alttan alta iyice huzursuzluk duyan işçi ve emekçilerin örgütlü gücünü harekete geçirmek, taleplerini ve tepkisini ortaklaştırmak önümüzdeki dönemin en acil, güncel ve somut görevidir.

Böylesine önemli bir süreçte “olmadı, başaramadık” şeklinde hayıflanmaktan çok “nerede eksik yaptık, bu sefer ne yaparsak başarabiliriz” sorusunun yanıtlarına pratik çözümler üretmek gerekmektedir. Bu çözüm arayışlarını alt kademe sendikacılardan beklemek ise büyük bir saflık olacaktır. Zira onların da kaybedecekleri koltukları ve konumları vardır. Bu konumun sallantıya girdiğini anladıkları oranda geri çekilmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

SSGSS sürecinin öğrettiği en önemli deneyimden birisi de budur. Bu da demek oluyor ki, önümüzdeki dönemde tabanda işçi ve emekçilerin devrimci birliğini sağlayacak, taleplerini ve mücadelesini ortaklaştıracak oluşumlara ihtiyaç vardır. Bunun imkan ve koşulları hakkında, çalışma tarzı konusunda ise yine aynı süreçte anlamlı deneyimler biriktirilmiştir. O süreçte temel eksiklik, bu tarz dinamikleri açığa çıkaracak, işletecek ve güçlendirecek devrimci, öncü işçi ve emekçilerin iddiaları, iradesi ve pratiğiydi. Bugün bu en temel eksiklik tamamlandığında ise kitleselleşen, militanlaşan ve devrimcileşen bir sınıf hareketi yaratmanın önündeki en temel sorunlardan biri aşılmış olacaktır. Tek yapılması gereken geçmiş deneyimlerden süzülen bir iddia ve misyonla yeni sürece hazırlanmak, taşın altına elimizi koymaktır.


İşsizler ordusu büyüyor!

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın “İşsizlikte Korkutan Tablo: Her Dört Kişiden Biri İşsiz” başlıklı araştırması sermayenin “ekonomide büyüme” ve “istihdamda artış” yalanlarına cevap veriyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanan raporda TÜİK verileri esas alınmış. Rapora göre, 2008 yılının Ocak, Şubat ve Mart ayları içinde işsizlik oranı %24’e ulaşmış bulunuyor.

2008 yılının ilk üç ayı baz alınarak raporun hanehalkı işgücü anketi sonuçlarına göre Türkiye genelindeki işsizlik oranı %11,6’ya dayanmış durumda. Buna, Türkiye İstatistik Kurumu’nun tanımıyla işsizler ordusuna katılan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiçbir işte çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı olmayan) kişiler eklenince, bu oran %24 düzeyine çıkıyor. Yani resmi açıklanan 2 milyon 642 bin işsizin yanında bir de tanım gereği işsiz sayılmayan, belki de işsizliği en derin bir biçimde yaşayan 2 milyon 761 bin işsiz daha var. Böylelikle toplam işsiz sayısı 5 milyon 403 bin düzeyine ulaşıyor.

Araştırma sonuçlarını değerlendiren Birleşik Metal İş Sendikası Yönetim Kurulu şunları söylüyor: “İşsizlik Türkiye’nin öncelikli sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. İstihdam paketi adı altında uygulamaya sokulan ve özünde sermayeye kıyak yapmayı hedefleyen, işsizlik fonunda biriken paralarımızı sermayenin ve devletin kullanımına açan düzenleme bu sorunu aşmak noktasında herhangi bir çözüm üretemeyecektir. İşsizlikle mücadele, çalışma saatlerinin kısaltılması, istihdamın güvence altına alınması, toplum yararına yatırımların, kamu yatırımlarının artırılması, emekten yana bir seçenek ortaya konulmaksızın başarıya ulaşamaz.”