30 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfın hareketliliğinde yoğunlaşma
ve sertleşme eğilimi
   İnkar ve imha çizgisinin izleyicileri “çözüm” gücü olamaz!
Gerici iç çatışma yeni boyutlar kazanıyor!
SSGSS, istihdam paketi, kıdem tazminatı, işgüvencesinin gaspı, sendikalar yasası…
Sermayenin saldırıları artıyor…
1 Haziran mitingi üzerine U. Taner
Tersane işçileri bu cehennemi kabul etmeyecek!
  Komünist kamu emekçilerine çağrı:
Parti’yi kamu emekçileri içinde güçlendirmek için ileri!
  İşçi ve emekçi hareketinden..
  Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi hedefiyle mücadeleye!
  ODTÜ’de boykot yayılıyor!
  Kapitalizm öldürüyor!
  Dünyadan...
  Mayıs şehitleri anmalarından...
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden mektup...
  Bir utanç belgesi: “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1 Haziran mitingi üzerine

U. Taner

“Türkiye Barış Meclisi” (TBM) tarafından düzenlenen 1 Haziran mitinginin hazırlıkları devam ediyor. Liberal aydınların oluşturduğu bir platform olan TBM’nin inisiyatifine dayansa da, mitingin pratik hazırlıkları başta DTP olmak üzere reformist sol siyasal gruplar tarafından yürütülüyor. Miting için telafuz edilen yüksek rakamlı katılım beklentileri de, öncelikle Kürt halkı olmak üzere, sol hareketin tabanından sağlanacak katılıma bağlı olarak oluşturuluyor. TBM’nin asıl ağırlığı, pratik hazırlıklar planında değil politik planda ortaya çıkıyor. Öyle ki, mitingin politik çerçevesi TBM tarafından, “tek pankart-tek slogan” biçimindeki dayatmayla birlikte, “Kürt sorununa demokratik çözüm” talebine bağlı olarak çizilmiştir. Amaç, bu talebi oldukça yüksek bir kitle katılımına dayanarak gündeme sokmak ve bu çerçevede geliştirilecek bir siyasi sürecin önünü açabilmektir.

Böyle bir çerçeve ile sınırlanmış bulunan mitinge geniş bir kitle desteği sağlamak konusunda yapılan çağrılar halihazırda belli bir ölçüde sonuç vermiş görünmektedir. Kürt sorununda tutum belirlemeyi, DTP’nin kuyruğunda dolaşma olarak gören EMEP gibi partiler zaten mitingin hararetli örgütçüleri durumundadır. ESP gibi gibi müzmin kuyrukçular ise, yine mitinge konulan sınırlamaları doğru bulmadıklarını açıklamakla birlikte, “emekçi çözüm”ü gündemleştirmek gibi sözümona farklı hedefler belirleyerek sürece dahil olmuşlardır. Bu tablo yeni olmadığı ölçüde, aslında lafını bile etmek gerekmiyor. Gelgelelim mitingin destekçileri bunlarla sınırlı değil.

Halihazırda birçok siyasi örgütün yanısıra DİSK’e bağlı birçok sendikanın yöneticisi ile KESK merkezi ve bağlı sendikalarının büyük bölümünden de mitinge destek yönünde açıklamalar geldi. Ayrıca Petrol-İş gibi, geleneksel olarak belli bir Kürt işçi ağırlığının da etkisiyle Kürt sorununda nispeten ileride duran Türk-İş’e üye sendikalardan da aynı yönde açıklamalar yapıldı. Kuşkusuz DİSK ve Türk-İş cephesinden verilen destekler kurumsal olmaktan ziyade kişiseldir. Yani daha çok kişisel katılım ve görüş beyanıyla sınırlıdır. KESK ise farklı olarak daha çok örgütlü bir destekte bulunmaktadır.

Sermaye devletinin kirli savaşı tırmandırdığı, gerici gösteriler tertip ederek Kürt halkına karşı linç operasyonları düzenlediği, şovenizm cereyanının işçi ve emekçiler üzerinde sert biçimde estirildiği bir dönemde, bu faşizan politikalar karşısında “demokratik çözüm” istemenin ileri ve ilerici bir tutum olduğu açıktır. Fakat, böyle bir mitinge olmadık anlamlar yüklemenin de bir gereği yoktur. Oysa yapılan da daha çok böyledir. Gündemdeki bu eyleme, ülkede birçok şeyin değişeceği, Kürt sorununda yeni bir dönemin önünün açılacağı, barışın ve demokratikleşmenin zemininin hazırlanacağı gibi ileri beklentiler yüklenebilmektedir. Açıktır ki, kitle katılımı ne olursa olsun böyle bir mitinge bu türden beklentiler yükleyenler ham hayaller kurmakta, devletin Kürt sorunundaki geleneksel inkar ve imha politikasının bu türden çıkışlarla değiştirilebileceği gibi iler tutar yanı olmayan liberal hayaller görmektedirler.

Fakat mesele sadece böyle hayaller kurmaktan da ibaret değildir. Aslında bu tür hayalleri kuranların kendilerince gerçekçi olduğunu düşündükleri bir takım dayanakları ve çözüm süreçleri vardır ki, temel mesele de aslında budur. Bu dayanaklardan başta geleni, ABD ile yapılan 5 Kasım anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın, silahlı güçlerin tasfiyesi ile birlikte bir takım siyasi ve kültürel reformlarla Kürt sorununu yatıştırmayı hedeflediği biliniyor. Bu anlaşmanın diğer bir ayağını ise, Güney Kürdistan’daki devletleşme sürecinin sakatlanmasıyla birlikte Türk sermaye devletiyle Güney Kürdistan yönetimi arasında işbirliğinin geliştirilmesi oluşturuyor. Bu işbirliğinin, ABD’nin bölgesel stratejileri ekseninde olduğunu söylemeye bile gerek yok elbette. Bir tarafında askeri operasyonların olduğu bu planın diğer tarafında, direngen güçlerin tecrit edilerek düzenin kabul edebileceği sınırlarda hareket eden işbirlikçi bir Kürt siyasetinin önünün açılması vardır. DTP’ye yönelik PKK’ye karşı tavır alma dayatmasının nedeni de budur. Bir yandan sopa gösterirken diğer taraftan DTP’deki “ılımlı” güçlere kucak açılması da bundan dolayıdır.

TBM şahsında liberal aydınlar tarafından ortaya konulan inisiyatif ile birlikte “Kürt sorununda demokratik çözüm” talebiyle yapılacak bir mitingte “tek pankart-tek slogan” dayatmasının gerisinde de, istenen türden ılımlı bir siyasi çıkış yapma niyeti bulunmaktadır. Eğer, büyük kitleler halinde Kürt halkı ve ilerici kesimler bir araya getirilip “ılımlı” bir politik çerçevede kalınarak bir “çözüm iradesi” konulursa, bu, devletin karşılık vermesini kolaylaştıracak, böylece yeni bir dönemin önü açılabilecektir. Siyasal ve hukuksal bir takım düzenlemelerle birlikte dağdan inişin koşulları da yaratılabilecektir. İşte liberal güçlerin 1 Haziran mitingi etrafında ördükleri hayallerine dayanak yaptıkları, gerçekçi görünen temel budur.

Bu da temelde burjuva karakterli bir çözüm perspektifinin sınırlarını ortaya koymaktadır. Kurulu düzen sınırları içerisinde, sınırlı siyasi reformlardan ibaret bir çözüm sürecidir bu.

Bunun için komünistlerin, ufku kurulu düzenin sınırları olan ve özünde liberal burjuva bir çözüm platformundan öte bir anlam taşımayan “demokratik çözüm” çerçevesine hapsedilmiş bir mitinge destek vermeleri sözkonusu değildir. Ayrıca, mitingin siyasal çerçevesini aşacak bir tutuma izin verilmediği gibi, açık engellemeler de konulmaktadır. Dolayısıyla, bu mitinge devrimci çözüm çizgisini taşımanın olanağı olmadığı gibi, mitinge bağımsız siyasal kimliği ve çizgiyi ifade edecek imkanların yokluğu koşullarında gerçekleştirilecek katılım, mitingin belirlenmiş siyasi çerçevesinde kalacaktır. Bunun için, “emekçi çözüm” çizgilerini taşıyacakları iddiasıyla mitinge aktif destek veren güçler sadece çoktandır kronikleşmiş kuyrukçu tutumlarına kılıf uydurmaktadırlar.

Elbette şovenizme karşı mücadele ile birlikte işçi ve emekçilerin Kürt halkının ulusal hak ve mücadelelerine desteğini örgütlemek günün en önemli görevlerinin başında gelmektedir. Fakat bu doğrultuda yapılacaklar, sınıfın devrimci çıkarları temelinde ele alınmalı ve devrim mücadelesine bağlanmalıdır. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik uğruna verdiği mücadeleyi başarıya ulaştırmanın ve kalıcı kazanımlar elde edebilmenin yegane yolu bu olduğu gibi, gerçek özgürlük ve kurtuluş da kurulu düzenin temellerinden yıkılması ölçüsünde mümkündür. Bu ufku karartmaya çalışan her türden burjuva liberal çıkıştan uzak durmak ve safları kalınca çizmek özellikle önemlidir.

 

İstanbul: “Kaybedenler kaybedecek!”

İHD İstanbul Şubesi, “Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası” nedeniyle 24 Mayıs günü Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamadan sonra Galatasaray Postanesi’nden başbakana mektup gönderildi.

Eylemde“Sorumlular hakkında ne yaptınız?” pankartı ve kayıp fotoğrafları taşındı. Yapılan açıklamada, insan hakları kurumlarına yapılan başvurularda 1250 kişinin kayıp listesinde yer aldığı, ancak gerçek sayının çok daha fazla olduğu söylendi. Kayıpların akıbetinin açıklanması istenerek, sorumluların yargılanması talep edildi.

“Kaybedenler kaybedecek!” sloganının atıldığı eyleme 70 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul


Bursa: “Gözaltında kayıpları unutmadık!”

İHD Bursa Şubesi, “17-31 Mayıs Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası” nedeniyle 25 Mayıs günü Orhangazi Çiçekçi Parkı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada, “Gözaltında kayıpları unutmadık, unutturmayacağız! Kaybedenler kaybedecek!” pankartının yanısıra gözaltında kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı.

Yapılan açıklamada, Türkiye’de gözaltında kaybetme saldırısının toplumsal mücadelenin yükseldiği yıllarda daha da arttığına dikkat çekildi. Cumartesi eylemleriyle beraber başlatılan mücadelenin toplumsal bir bilinç oluşturduğunun ve saldırıları gerilettiğinin altı çizildi.

“Kaybedenler kaybedecek!”, “Kayıpları unutmadık, unutturmayacağız!”, “Gözaltında kayıplara son!” sloganlarının atıldığı açıklamaya BDSP, Partizan, Bursa Tunceliler Derneği ve ESP destek verdi.

Kızıl Bayrak / Bursa


DTP “tahrikçi”, linççi faşistler “masum” ilan edildi!..

Devlet destekli faşist linç girişimlerine karşı birleşik devrimci duruş!

27 Nisan’da Sakarya’da DTP il örgütünün etkinliği faşistler tarafından basıldı. Etkinliğe katılanlar linç edilmek istendi. Yaklaşık 6 saat içerde mahsur kalan DTP’lilerden 65 yaşındaki Ebubekir Kalkan, kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Tüm bu kudurganlık polisin denetimi ve gözetiminde gerçekleşti.

Linç saldırısına karşı ortaya çıkan tepkiler üzerine, İçişleri Bakanlığı müfettişleri inceleme yapmak üzere Sakarya’ya gönderildi. İnceleme yapan müfettişlerinin hazırladığı rapor açıklandı. Açıklanan rapor, sermayenin faşist devletinin linç saldırılarının destekçisi olduğunu, bir kez daha tüm çıplaklığı ile kanıtladı.

Raporu hazırlayan müfettişlere göre suçlu DTP!

Raporda, olaylara, DTP etkinliğinin 4 gün önce asker cenazesinin kaldırılmasından sonra yapılmasının ve ‘kentin milliyetçi bir yapıya sahip olması’nın yol açtığı belirtiliyor. DTP ‘tahrikçi’ olarak ilan ediliyor. Raporda, linç girişiminde bulunanları, koruyan, teşvik eden güvenlik güçlerinin görevlerini layıkıyla yaptığı ifade ediliyor. Yaşananlar daha önce pek çok defa olduğu gibi ‘vatandaş duyarlılığı’ olarak tanımlanıyor.

Saldırının olduğu gece etkinlikte bulunan, linçlerin devlet tarafından desteklendiğini dile getiren, DTP Urfa Milletvekili İbrahim Binici ve İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulu üyesi Veysi Altay tahrikçi olarak tanımlanıyor.

Rapor: Faşistlerin yeni linçlerine davet çıkarıyor!

‘Sakarya halkı devletin bölünmezliğine aykırı hareketlere tahammül edemez!’, ‘Sakarya’daki etnik yapılanma olayda belirleyici rol oynadı. DTP’nin, PKK’yi övücü değerlendirmeler ile toplumu gerecek ölçüsüz tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir’, ‘Sakarya’nın sanayileşmesiyle Karadeniz ve Trakya illerinden göç aldı. Karadeniz’den gelenler dinine ve devletçi duygulara bağlı, çabuk parlayıp tepki veren bir yapıdalar’, ‘Trakya’dan gelenler de, yerliler de bölücülük konusunda çok duyarlılar. Sakarya halkı, devletin bölünmezliğine ve rejimi değiştirmeye yönelik hareket içinde olan dernek ve parti gibi kuruluşlara tahammül edemiyor’ vb. cümlelerle dolu bu rapor, sadece müfettişlerin görüşünü yansıtmıyor. Bu rapor aynı zamanda faşist sermaye devletinin linçleri onaylayan bakışının da ifadesidir.

Oysa müfettişlerin “tahrik unsuru” olarak nitelendirdiği etkinlik için, DTP 22 Nisan tarihinde valiliğe başvurmuştu. Valilik de 25 Nisan günü için olumlu yanıt vererek, 27 Nisan’da yapılacak olan etkinliğin uygun olduğunu belirtmişti. Daha da önemlisi etkinlik başvurusu yapıldığında, ortada ne ölü asker, ne de cenaze töreni vardı.

Vali ve diğer yetkililerin tutumu ise dikkat çekiciydi. Saldırının başlangıcında Sakarya Valisi Hüseyin Atak’ın “münferit bir olay, dağıtırız” dediği olayda bir kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi ise yaralandı. Valinin “münferit” diyerek suçluları korumayı unutmadı. Sakarya’da daha önce de yaşanan linç girişimleri hatırlandığında, olayın hiç de münferit olmadığı ortadayken, valinin aldığı tutum, hizmetinde olduğu devletin, saldırganlığın ellerini soğutmama konusundaki kararlılığın açık ifadesidir.

Trabzon’da TAYAD’lılara yönelik linçten sonra da Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir, “Huzur bozan cezasını çeker”demişti. Recep Tayyip Erdoğan da linçlere açık destek vererek şunları söylemişti: “Herkes halkımızın hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak tavrını belirlemeli. Halkın, bu milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman şüphesiz ki tepkisi farklı olacak. Bunu da kimse istismar etmemeli.”

Gerek valilerin, gerekse de sermaye hükümetinin açıklamaları, olayların gerçek sorumlusunun devlet olduğunu gösteriyor. Sivil faşistler ise, linç saldırılarının figüranları olarak kullanılıyor.

Sakarya’da yaşanan son olay ilk linç saldırısı değil!

Ebubekir Kalkan’ın ölümüne yol açan son olaydan öncede, Sakarya’da linç saldırıları yaşandı. 2006 yılında Sakarya da 2 bin kişi, Mahir Çayan afişini asmak isteyen iki üniversite öğrencisini linç etmek istedi. Ardından saldırganlar, DTP ilçe başkanlığının bulunduğu binayı da basarak talan etti. Sakarya Üniversitesi’nden 9 öğrenci Çark Caddesi’nde duvarlara Mahir Çayan ile ilgili afiş asmaya çalışırken, yaklaşık 100 kişi, E.D. ve E.Ç.D. adlı biri kız iki öğrenciyi kıstırıp linç etmek istedi. Sayıları bir anda 2 bin kişiye ulaşan linççilerin öğrencileri linç etmek isterken polis ortada yoktu. ‘O hainleri bize verin’ diye bağıran linççilere polisler hiçbir müdahalede bulunmadı. Polisin dağıtmadığı linççiler DTP il ve merkez ilçe teşkilatı binasına yürüdü. Kimsenin bulunmadığı binaya kapıları kırarak giren linççiler, parti binasındaki masa ve sandalyeleri dışarı çıkarıp ateşe verirken, içeriyi de adeta talan etti. Polis ise olup biteni sadece seyretti.

Tabii bu olayda da her zaman olduğu gibi linççiler değil, öğrenciler gözaltına alındı.

Sadece Sakarya’da değil birçok yerde!

Sadece Sakarya’da değil birçok ilde faşistler, Kürtlere ya da ilericilere yönelik onlarca linç girişiminde bulundular. Trabzon’da TAYAD üyeleri linç edilmek istendi. Saldırıya uğrayanlar gözaltına alındı. Faşistler hakkında ise herhangi bir işlem yapılmadı. Sakarya’ya fındık toplayan Kürt işçilere faşistler saldırdı. Ahmet Kaya’nın resmi bulunan tişört giyen Diyarbakırlı 2 inşaat işçisi yine Sakarya’da faşistlerin saldırısına uğradı. Her zamanki gibi faşistlere dokunulmazken yaralı işçiler gözaltına alındı.

Sermayenin faşist devleti, saldıranlar hakkında hiçbir işlem yapmadı. Üstelik saldırıya uğrayanlara hakkında soruşturmalar açtı. Saldırıları yapan faşistler, “öfkeli vatandaşlar” olarak nitelendirildi. Dahası linç saldırıları, ‘vatandaş duyarlılığı’ olarak tanımlandı.

Tasması devletin elinde olan ‘tahrike kapılan hassas vatandaşlar’ meydanlarda, salonlarda, mahkeme kapılarında vb. yerlerde linç girişimlerinde bulunmaya devam ediyorlar. Daha önce defalarca gerçekleştirdikleri linç girişimlerine rağmen haklarında en ufak bir işlem dahi yapılmayan bu ‘hassas vatandaşlar’, canları istedikleri zaman ya Kürtler’e ya da devrimci güçlere saldırmayı, onları linç ederek öldürmeyi temel görevleri olarak görüyor. Linç girişimleri haberlerinin sıradanlaştığı Türkiye’de, devletin tüm kurumlarıyla ‘hassas vatandaşları’ kışkırtıp desteklemesi, linç olaylarının yoğunlaşmanın temel nedenidir.

Devletin maskesi düşürülmeli, linççi güruhların karşısına militan bir duruşla çıkılmalı!

Linç saldırıları yükseltilen şovenist dalganın, ‘en iyi Kürt ölü Kürt’ politikasının yarattığı sonuçlardan biridir. Sermaye devletinin bu politikası çerçevesinde Kürt halkı hedef alınıyor, linç edilmek isteniyor, Kürtler’e ait işyerlerine yönelik saldırılar artıyor. Bizzat 27 Nisan 2007 tarihli Genelkurmay muhtırasında söylediği gibi, “Ne mutlu Türküm diyene!” demeyen herkes “düşman” ilan ediliyor.

Bu saldırılar sadece Kürtler ile de sınırlı değil. Ülkede ilericilere, devrimcilere, tüm toplumsal muhalefete yönelik baskı ve terör tırmandırılıyor. Polis Salahiyetleri ve Vazifeleri Kanunu’ndaki değişikliklerin ardından keyfi gözaltılar ve baskılar artırılıyor, infazlar yaşanıyor. Devrimciler sokak ortasında linç edilmek isteniyor, dernek ve parti binaları polis tarafından basılıyor, talan ediliyor. Ferhat Gerçek örneğinde olduğu gibi, dergi satarken genç devrimciler vuruluyor ve felç ediliyor. Baskılar Alevi kesimlere yönelik de artarak devam ediyor.

Faşist linç saldırılarının boşa çıkarılması, bir yandan bu saldırıların mimarı olan faşist sermaye devletinin gerçek yüzünün açığa çıkarılmasına, öte yandan bu türden girişimlerin karşısına militan devrimci bir kitlesel kararlılıkla çıkılmasına bağlıdır. Adapazarı’ndaki son faşist linç girişimi karşısında devletin ortaya koyduğu tutum, ortada başkaca bir yol bulunmadığının da yeni bir teyidi olmuştur.