13 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/24

  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı 15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!
   DİSK, ILO’dan çekildiğini açıkladı...
Rejim krizinde gerilim had safhada...
Lastik patronlarından hükümete uyarı “grevi erteleyin!”
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Haziran’da olmak da,
ölmek de zor…
Yüksel Akkaya
  Sınıfın devrimci birliği mezhepçi zihniyet ve sorumsuzluk alt edilerek yaratılacaktır!
16 Haziran “grev”i üzerine...
  Gençlikten...
  “Dünya Genç İşçi Buluşması” etkinliklerinden…
  Barack Obama, seçim sürecini siyonizme destek ilanıyla başlattı…
  BİR-KAR’ın kampanya çalışmalarından…
  BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile genç işçilerin örgütlenmesi ve “Dünya Genç İşçi Buluşması” üzerine konuştuk…
  Bir kez daha “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” üzerine M. Can Yüce
  Bültenlerde 15-16 Haziran coşkusu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Barack Obama, seçim sürecini siyonizme destek ilanıyla başlattı…

Demokrat partinin başkan aday adaylarının çekişmeli geçen önseçim süreci sonuçlanırken, Barack Obama’nın başkan adaylığı kesinleşmiş sayılıyor. Son güne kadar seçim yarışından çekilmeyen Hillary Clinton ise, Obama’yı överek başkan yardımcılığına ısınma hareketlerine başladı bile. Tabi bu hazırlık demokrat partinin seçimleri kazanacağı varsayımına dayanıyor.

Seçim sürecini dış politika ile ilgili bir açıklamayla başlatan Barack Obama, bayan Clinton’u da yanına alarak daha ilk günde Yahudi lobisinin huzurunda sahne aldı. Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nin (AIPAC) yıllık konferansına Clinton ile katılan Obama, siyonizm hamilerinin önünde yaptığı konuşmada, önceki ABD başkanlarını gölgede bırakacak ölçüde ırkçı-siyonist devleti sahiplendi. İsrail’e “güçlü destek” veren Obama, İran’a karşı ise sert bir üslup kullandı. Böylece Obama, hem Tel Aviv’deki rejimin şeflerini hem AIPAC içinde yuvalanan İsrail hamisi İbrani kökenli kapitalistleri memnun etti. “Kudüs İsrail’in başkenti olarak kalacak ve bölünmeyecek” şeklinde konuşan Obama, siyonizmi savunma konusunda haydutbaşı Bush’u bile geride bırakacağını gösterdi.

Filistin halkının sorunlarını görmezden gelen, İran’a küstah bir üslupla saldıran Obama, siyonist devletin sadık hamisi olacağını teyit etmiş oldu. Nitekim Obama’nın ardından kürsüye çıkan Hillary Clinton da, lobi huzurunda yaptığı konuşmada Obama’nın “İsrail’in iyi dostu olacağını” söyledi.

Bilindiği gibi ABD’de ister cumhuriyetçi ister demokrat partili olsun sirk alanına inen tüm siyasetçi takımının öncelikle yahudi lobisinin desteğini almaya çalışmaları bir kuraldır. Başkanlık seçimlerinden galip çıkma olasılığı yüksek olan Obama da geleneğe uyarak ilk günden ırkçı-siyonizmin hamisi olacağını ilan etmiştir.

Bu konuda tüm ABD başkanlarının sicili bozuk olmakla birlikte, demokrat partili Bill Clinton “en İsrailci başkan” diye nitelendirilmektedir. Dolayısıyla Barack Obama’nın bazı çevrelerde şaşkınlık yarattığı söylenen uğursuz açıklaması sürpriz sayılmaz. Ancak Kudüs’ün tümünü siyonistlere “bahşetme” küstahlığında bulunan Obama işin ucunu fazla kaçırmış görünüyor... Zira emperyalist zorbaların noteri gibi çalışan Birleşmiş Milletler bile İsrail’in 1967’de işgal ettiği kentin tümünün siyonistler tarafından ilhak edilmesini yasadışı buluyor.

Demokrat partili başkan adayının konuşmasını değerlendiren Arap Birliği’nin eski İngiltere Temsilcisi Geyt Aymanazi, Obama’nın, resmi Amerikan çizgisinden bile geriye doğru bir sapmaya işaret ettiğini vurguladı.

“Bu her Amerikalı adayın sergilemek zorunda kaldığı değişmez bir tavır. Siyasetçilerin İsrail lobisinin önünde kendilerini küçük düşürmesi neredeyse bir gelenek” şeklinde konuşan Aymanazi, Amerika’nın Ortadoğu’daki etkinliğinin giderek azaldığını vurguladı. Aymanazi, Ortadoğu halkları nezdinde ABD’nin prestijinin yerlerde sürünmesini ise, Bush liderliğindeki savaş çetesinin halkları hedef alan politikalarına bağlıyor.

Görünen o ki, Obama’nın başkan olması, ABD’nin ezilen halklara karşı güttüğü düşmanca politikada bir değişiklik yaratmayacak. Bu da ezilen halkların emekçi katmanlarının emperyalizme karşı direniş dışında bir çıkış yollarının olmadığının birkez daha kanıtlanmasıdır.

 

Diplomatik çözüm arayışı mı, saldırı hazırlığı mı?

Filistin halkını hedef alan kanlı saldırıları sürdürmekle birlikte, son haftalarda İsrail rejiminin diplomatik girişimlerine tanık olmaktayız. Suriye yönetimi, Lübnan, Hizbullah ve Hamas’la diyalog geliştiren siyonist rejim, bölgede biriken sorunların diplomatik görüşmelerle çözülmesi için uğraş veren bir görüntü sergileme çabası içindedir.

İsrail devletinin kuruluşundan bu yana tam bir savaş aygıtı mantığıyla çalıştığı bilinmektedir. Savaşlar, kitlesel kıyımlar, işgaller, ilhaklar, fiili toprak gaspları… Bu devletin alamet-i farikası olmuştur. Bush liderliğindeki neo-faşist çete tarafından özel şekilde desteklenen İsrail, savaş kundakçılarının halklara karşı işlediği ağır suçların da dolaysız ortağıdır.

Hal böyleyken bu azgın militarist devletin şeflerinin “diplomatik çözüm” arayışına giren bir görüntü sergilemeleri dikkat çekicidir.

Türkiye’nin arabuluculuğu ile Suriye’yle diyaloga giren siyonist rejim, Golan Tepeleri’nin iade edilmesinden söz ederken, Mısır aracılığıyla Hamas’la ateşkes görüşmelerine devam ediyor. Hizbullah’la yapılan esir değişimi ise, tabloyu tamamlamaktadır. Bunların yanısıra İsrail devleti, gerici Mısır rejimine stratejik alanda diyalog önererek, Arap ülkeleriyle ilişkilerini pekiştirme eğiliminde olduğu izlenimini güçlendirme eğilimindedir.

Hal böyleyken İsrail devleti ile Filistin, Suriye ve Lübnan arasında iğreti çözümlerle ortadan kaldırılmayacak derinlikte sorunlar mevcuttur. Zira bu sorunlar, emperyalist/siyonist güçlerin bölgeye dönük planları ile halkların çıkarları arasındaki zıtlıktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla gerçek çözüm, bölge halklarının çıkarlarını temel alan düzenlemeler anlamına gelir ki, bunu ne siyonist İsrail ne emperyalist Amerikan rejimi ister. Buna rağmen iğreti, yani geçici çözümler gündeme gelebilir.

İsrail’in diplomatik girişimleri, savaş kundakçılarının “İran’a karşı Arap ekseni” oluşturma planıyla uyum içindedir. Arap ülkeleriyle İran’ı karşı karşıya getirmeye endeksli olan bu uğursuz planı başlatmak için bizzat haydutbaşı Bush’un girişimleri olmuş, ancak İran’la savaşmaya hevesli olmayan Arap rejimleri Bush’un beklentilerini boşa düşürmüşlerdi. İsrail’in son girişimini ABD’nin onay ve desteğinden bağımsız düşünmek olası olmadığına göre, bunu Arap dünyasını iğreti ve geçici tavizlerle İran’dan uzaklaştırma çabası olarak yorumlamak mümkün. Bu yönüyle İsrail’in yönelimi, Bush’un girişiminin devamı gibi gözükmektedir.

Emperyalist/siyonist güçlerin Arap dünyasıyla işbirliğini pekiştirme girişimlerini, her durumda İran’ı kuşatma ya da bu ülkeye karşı olası bir askeri saldırının ortamını hazırlama çabası olarak değerlendirmek gerek. Washington ve Tel Aviv’den yansıyan bir takım gelişmeler de bu kanıyı güçlendirmektedir. Nitekim İsrail’li bir bakanın son günlerde konuyla ilgili verdiği bir demeç, diplomatik görüşmeler ile İran’a saldırının aynı planı tamamlayan parçaları olduğunu göstermektedir.

Eski savunma bakanı ve halen Ehud Olmert hükümetinin ulaştırma bakanı olan Şaul Mofaz, siyonist Yediot Ahronot gazetesine verdiği demeçte, “İran’ın nükleer tesislerine yapılacak bir İsrail saldırısının kaçınılmaz göründüğünü” söyledi.

İran’a karşı yaptırımların etkili olmadığını iddia eden siyonist bakan, “Nükleer silah geliştirme programına devam ederse, İran’a saldırırız” tehdidini savurdu.

Tel Aviv’den belli aralıklarla bu tür küstahça tehditlerin savurulması adettendir. Ancak diplomatik girişimlerin devam ettiği günlerde yapılan bu açıklama, siyonist rejimle onu himaye eden emperyalist zorbaların sorunu çözme gibi bir dertlerinin olmadığının somut göstergesi olmuştur.

Belirtmek gerekir ki, nükleer silahların bölge halklarının geleceğini tehdit ettiği bir gerçektir. Ancak bu silahlar, İran’ın 15-20 yıl içinde imal etme olasılığı olan bombalar değil, İsrail savaş makinesinin depolarında stoklanan yüzlerce nükleer bombadır.

Eski ABD başkanı Carter’ın, İsrail’de 150 atom bombasının bulunduğunu açıkladığı günlerde İran’a saldırmaktan söz edenler, bölge halklarının geleceğini tehdit etmektedir. Bu durumda bölge halklarının nükleer silah tehdidini ortadan kaldırabilmesi, ancak İsrail’deki nükleer bombaların imha edilmesini sağlamakla mümkün olabilir. Bölge halklarının geleceği açısından bu uğurda mücadele etmek ise önemli bir güncel görevdir.