13 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/24

  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı 15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!
   DİSK, ILO’dan çekildiğini açıkladı...
Rejim krizinde gerilim had safhada...
Lastik patronlarından hükümete uyarı “grevi erteleyin!”
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Haziran’da olmak da,
ölmek de zor…
Yüksel Akkaya
  Sınıfın devrimci birliği mezhepçi zihniyet ve sorumsuzluk alt edilerek yaratılacaktır!
16 Haziran “grev”i üzerine...
  Gençlikten...
  “Dünya Genç İşçi Buluşması” etkinliklerinden…
  Barack Obama, seçim sürecini siyonizme destek ilanıyla başlattı…
  BİR-KAR’ın kampanya çalışmalarından…
  BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile genç işçilerin örgütlenmesi ve “Dünya Genç İşçi Buluşması” üzerine konuştuk…
  Bir kez daha “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” üzerine M. Can Yüce
  Bültenlerde 15-16 Haziran coşkusu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile genç işçilerin örgütlenmesi ve “Dünya Genç İşçi Buluşması” üzerine konuştuk…

“Genç işçilerin eğitimi mücadele için önemli!”

- ‘80 sonrasında dünya genelinde sermaye sınıfının gelişen gittikçe artan saldırıları yaşandı. Uygulanan neoliberal politikalara karşı bir mücadele de sergilendi. Bu süreçte işçi sınıfının genç unsurları önemli bir rol oynadı. Genç işçilerin sınıf mücadelesi içerisindeki toplumsal rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dünyadaki küresel politikalara uygun olarak Türkiye’de de ‘80’li yıllardan sonra toplumsal dönüşüm hareketi başlatıldı. ‘60’lı yıllarda ‘68 kuşağının ortaya koyduğu ve ‘80’li yıllara uzanan dönemde dünyadaki politik tablo içerisinde ve sınıf mücadelesi açısından çok farklı bir duruş vardı. ‘80’li yıllardan sonra sermayenin dünya üzerindeki hegemonyasının ağır basması nedeniyle bir dönüşüm süreci içerisine girildi. Bu küreselleşme süreci çok kısa süre içerisinde geniş alanları etkilemeye başladı. Çok uluslu şirketlerin önemli ölçüde güçlenmesi hatta tek tek şirketlerin ülkelerin gayrisafi milli hasılasından büyük ölçeklerde sermaye birikimine sahip olmaları ve dünyada da özellikle kimi ülkelerdeki enerji kaynakları ve bakir alanların ele geçirilmesinin ardından çok hızlı bir şekilde küresel sermayenin çokuluslu şirketler vasıtasıyla dünya üzerindeki örgütlenmesi 1980-1990 yılları arasında tamamlandı. Bu süreç içinde ülkelerdeki politikalar küresel politikalara göre belirlenmeye başlandı. Ülkelerde çeşitli askeri diktatörlükler veya ekonomik politik değişimler ortaya konuldu. Bu politikalardan da  ülkeler gelişme düzeyine göre önemli ölçüde etkilendiler. Özellikle Türkiye gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler içerisinde bu etkilenme daha fazla oldu…

- Somut deneyimlerin de ışığında genel olarak sendikal cepheden, özel olarak da metal sektörü üzerinden bakmak gerekirse bu tablodan nasıl bir genç işçi tipolojisi gözüküyor? Genç işçiler bu tabloda nerede duruyor?

Sadece genç işçiler açısından değil Türkiye’de yeni yetişen toplum açısından (öğrenci gençlik, işçi gençlik için de aynı şey söz konusu) tamamen yeni bir gençlik üretilmeye çalışıldı. Tabii ki bu politikalar bilinç düzeyinden ve yaşadıkları süreçten kaynaklı genç işçilerde kendisini daha fazla hissettirdi. İşçiler içerisinde tamamen köreltilmiş bir genç işçi topluluğu oluşturulmak istendi. Bunun en büyük nedenleri; tamamen sermayeye biat eden anlayışın işyerlerinde olması, görsel ve yazılı medyanın sermayenin elinde olacak bir şekilde örgütlü topluma ve sendikalara yönelik propagandalarını çok iyi bir biçimde yapmış olması, gençlik kesimlerinin bu propagandalardan ciddi bir şekilde etkilenmiş olmasıdır. 1 Mayıs’ı “terör günü” olarak görmesi, örgütlenmeyi “terörist bir örgütlenme”, sendikaları yasadışı görmesi veya işverene yanaşarak işyerinde daha uzun süre kalacağı düşüncesinin işyerlerine hakim olması vb. politikalardan etkilenmesinin sonucudur.

İşçi sendikalarının mücadeleci işçileri kanalına toplaması uzun vadeye yayıldı. Sendikal hareket işyerlerinde varlığını tamamen işverenlerle işbirliği içerisinde hissettirdi. Bu da genel olarak toplumda ve işçilerde sendikalara karşı önemli ölçüde bir güvensizlik yarattı. Böylelikle de genç işçiler 12 Eylül politikalarına uygun olarak sendikalardan ve politikadan uzaklaşan, bireysel kurtuluş arayan ve fabrikalarda işverene yanaşan bir tablo ortaya çıkardı.

Bu, sektörel bazda da farklılıklar gösteriyordu. Bir metal sektörü, tekstil sektörü veya diğer sektörler arasında da sendikalara ve örgütlü yapıya bakışaçısında değişiklikler var. Tarihsel konumu itibariyle metal işkolu sendikal hareketin lokomotifi. Bundan dolayı bu süreçten etkilenmesi biraz daha az oldu. Bir tekstil, inşaat, hizmet sektörüne göre çok daha az etkilenme yaşadı. O anlamda da 12 Eylül’den sonraki süreçte yine mücadelenin en önünde metal işçileri olmuştur. 12 Eylül sonrası ilk grev Netaş direnişi olmuştur. Daha sonraki dönemlerde metal sektöründeki örgütlülüğün daha gelişkin ve bilinçli bir işçi düzeyine sahip olması genç işçileri biraz daha sürükleyici bir pozisyona soktu.

Buradaki genç işçi profiline baktığımız zaman Türkiye’de metal sanayi en fazla işçi sirkülasyonunun olduğu sektörlerden birisidir. Ekonominin ve ihracatın sürekli büyümesine paralel olarak işletmelerin iş yükünün artmasıyla birlikte önemli derecede genç işçi fabrikalara girdi. Eski arkadaşlarımızın da emekli olmasıyla birlikte şu anda fabrikalarda 30 yaş altı işçi çalıştıran fabrika sayısı bir hayli artmış durumda. Bu da onlara yönelik politikaların biraz daha belirgin bir biçimde sendikaların önüne koymasını gerektiriyor. Bu anlamda biz son 10 yıl içinde sendikamızda işçi eğitimleri konusunda önemli ölçüde yeni perspektifler ortaya koymaya çalışıyoruz.

- Özelikle ‘80 darbesiyle öncü işçi kuşağının biçildiği, kesilip atıldığı bir süreç yaşadı Türkiye işçi hareketi. Genç işçilerin örgütlenmesi ve mücadelede daha fazla yer tutması çok daha önemli bir hale geldi. Sendikalar bu alana dönük ne gibi politikalar izlemeli? Neler yapmalı?

Bu alana dönük özel politikalar belirlemek gerekir. Çünkü toplumsal muhalefet çok önemli ölçüde zayıflamış durumda. Genç işçilerin etkilenmeleri farklı yerlerden ortaya çıkmaya başladı. Bunun önünü kesmek için yeni politikaları kendi bünyenizde tartışmanız ve ortaya koymanız gerekiyor. Kendi içimizde biz bunları uzun süre tartıştık. Yeni işçi modeline göre nasıl eğitimler verilebilir ve fabrikalarda, işyerlerinde uygulanabilir? Bu anlamda da 10 yıl öncesinde genç işçilere yönelik eğitim seminerlerimiz başlatıldı.

Yeni nesil bir takım teknolojik aletleri çok iyi kullanabilen ve başka alanlarda tartışma yeteneklerini çok iyi edinebilmiş bir nesil. Eğer bu nesil gerçekten yetiştirilebilirse, istediğiniz doğrultuda, sınıf mücadelesi ve sendikal hareket içerisinde temel ölçüde yönlendirilebilirse, eğitilebilirse, gelecekle ilgili çok iyi bir potansiyeli de sendikalar yakalamış olur.

- Dünya çapındaki bu dalganın işçi sınıfının sorunlarını uluslararası planda da ortaklaştırdığını söyledik. Sürekli enternasyonal dayanışmanın önemine vurgular yapılır. Ancak bu dayanışmayı mücadele içerisinde ete kemiğe büründürmek ihtiyacı kendisini bugün çok daha fazla hissettiriyor. Bugün bu alana dair ne gibi politikalar geliştirilebilir? Sizin bu konudaki somut deneyimleriniz neler oldu ve ileriye dönük öngörüleriniz neler?

Dünyadaki ülkeler artık birbirinden farklı politikalar uygulamıyorlar. Dünya öyle bir hale geldi ki, dünyanın bir ucundaki ortaya çıkan gelişme aynı anda başka bir ucunda haber kaynağı olabiliyor. Bu anlamda etkileşim de çok daha fazla. Yani, bilişim sektörünün bu kadar hızlı bir şekilde büyümesi ve insanları etkileme süreci içine girmesi, her türlü sorunun herkes tarafından bilinmesini ve yine herkes tarafından aynı ölçekte de etkilenmesini de ortaya çıkartıyor. Tabii aynı ölçekte diyerek bilgilendirme düzeyinin ve enformasyon şeklinin aynı anda yükselmesi açısından söylüyorum. Ama yapısal etkileri çok daha farklı oluyor. Almanya’nın küresel süreçten etkilenmesiyle bir Suriye’nin veya Mısır’ın etkilenmesi çok daha farklı olur. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi etkilenme sürecini veya nedenlerini farklılaştırıyor.

Türkiye işçilerin çok yüksek kazanımları ve büyük hakları olan bir ülke değil. Ama var olan haklar bile yavaş yavaş elinden alınmaya başlayınca toplumda bir rahatsızlık oluşmaya başladı. Yani buna karşı neler yapılabilir gibi bir tartışmanın ortaya çıktığını görüyoruz. Son 5-6 yıldır özellikle bu sosyal güvenlikle birlikte 1999-2000’den sonraki süreçte biraz daha belirgin bir şekilde emekçiler üzerinde kendini hissettirmeye başladı. Sosyal güvenlikle birlikte toplumda haklarına sahip çıkma duygusu da gelişti. Ama çok fazla değil. Az geliştiği için refleks de az oluyor. Dünyadaki gelişmeler, küresel politikalar her ülkeyi etkiliyor ama aynı refleksle etkilemiyor. Ülkelerdeki reflekslerin ortaya çıkma biçimine göre, küresel sermaye yeni politikalar belirliyor.

Her ne kadar sendikalar kimi sosyal demokrat hükümetlerle içiçe girmiş bir komisyonda olmuş olsalar bile, aşağıdan işçiler zorladığı için sendikalar da bir takım uygulamalar veya direnişler yapmak zorunda kalıyor ya da kimi farklı politikalar güçlenmeye başlıyor.

Bugün lastik fabrikaları grevde. Şimdi bu Lastik fabrikaları senelerce hep Türkiye’deki sendikayı tehdit ederek varlığını sürdürmeye çalışmıştır. “Siz fazla isterseniz, ben giderim başka yerden alırım” tehditleriyle grevi erteliyor ya da sermaye kaçmasın diye kendileri gerekçe buluyorlar. Sermaye de kendini toplu sözleşme de rahatlatmak için bu tür tehditleri kullanıyor. Eğer biz işçiler olarak böyle bir çatışmanın içerisine girdiğimiz taktirde bizden daha geri ülkeler veya bizden sonra sermayenin taşınacağı ülkeler de bizim gibi düşünecektir. Ve dünyadaki o enternasyonalist işbirliği hiçbir zaman kendisini hissettirmeyecektir. Şu anda dünyada artık tek bir muhalefet kaldı bize göre. O da toplumsal muhalefettir…

Kızıl Bayrak / İstanbul

(Gazete için kısaltılmıştır, röportajın tamamına kizilbayrak.net’ten ulaşabilirsiniz...)