13 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/24

  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı 15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!
   DİSK, ILO’dan çekildiğini açıkladı...
Rejim krizinde gerilim had safhada...
Lastik patronlarından hükümete uyarı “grevi erteleyin!”
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Haziran’da olmak da,
ölmek de zor…
Yüksel Akkaya
  Sınıfın devrimci birliği mezhepçi zihniyet ve sorumsuzluk alt edilerek yaratılacaktır!
16 Haziran “grev”i üzerine...
  Gençlikten...
  “Dünya Genç İşçi Buluşması” etkinliklerinden…
  Barack Obama, seçim sürecini siyonizme destek ilanıyla başlattı…
  BİR-KAR’ın kampanya çalışmalarından…
  BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile genç işçilerin örgütlenmesi ve “Dünya Genç İşçi Buluşması” üzerine konuştuk…
  Bir kez daha “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” üzerine M. Can Yüce
  Bültenlerde 15-16 Haziran coşkusu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir kez daha “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” üzerine

M. Can Yüce

Bilindiği gibi, Le Monde ve International Herald Tribune gazetelerinde, altında DTP’li milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteci, siyasetçi ve Avrupa’dan değişik mesleklerden 1000 kişinin imzası olan “Türkiye’de Kürt Sorununa Barışçıl Çözüm Çağrısı” başlıklı bir bildiri yayınlanmış ve kimi tartışmalara konu olmuştu. Biz de bu konudaki görüşlerimizi kısa bir yazıda dile getirmiştik. Bu konu üzerinde biraz daha durmakta yarar var.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, anılan “çağrı” “hayırlı bir işe” vesile olmuştur. Laf düzeyinde radikal geçinenler, Kürtler’in ulus olarak kendi kaderini belirleme hakkını savunduğunu iddia eden grup, çevre ve kişiler, bu iddialarında samimi olmadıklarını göstermiş, İmralı cephesinde saf tutmakta bir sakınca görmemişlerdir…

Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkı ilkesini esas alma iddiasıyla siyaset sahnesine giriş yapan Tev-Kurd çevresini oluşturan grup ve kişiler de anılan çağrıyı imzalamışlardır. Gerçi burada bireysel tutum ve imzalar söz konusudur. Öyle de olsa bu, bir eğilimi ve siyaset yapma anlayışını, Kürdistan sorununu çözme eğilimini netleştirmesi bakımından önemlidir.

Anılan çağrıyı imzalayan eğilimleri toplu olarak değerlendirdiğimizde şu sorunun yanıtını ortaya koymanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Kuzey Kürdistan’da anılan çağrıyı imzalamayan, buna karşı net tavır alan hangi eğilim, anlayış ve hareketler var? Devrimci, düzeni cepheden karşılayan, emekçi sınıfları esas alan sosyalist eğilim ve duruşların dışında kimsenin olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu nedenle anılan çağrı ayrıştırıcı ve netleştirici bir rol oynamış ve “hayırlı bir iş görmüş” diyoruz! Tartışma konusu olan çağrı, Kürdistan’da reformist, teslimiyetçi, düzen sınırları içinde siyaset yapmayı esas alan eğilimleri ortak bir “cephede” buluşturmuş, bu anlamda bir tür “Turnusol kağıdı” işlevini görmüştür.

Bir yanda sömürgeci devlet sınırlarını tartışma dışı tutan, ileri sürülen talepleri düzen ve devlet sınırlarını zorlamayan, tersine kabul eden bir anlayışı temel alacaksın; ama öte yandan ileri sürülen taleplerden bazılarının Kürtler’in yararına olduğunu açıklamaya, kanıtlamaya çalışacaksın! Dahası İmralı cephesinden imzacıların olmasını “kendi çizgilerine bir yönelim” olarak görüp bunu “olumlu bir gelişme” olarak yorumlayacaksın! Buna, en yumuşak yorumla, kendi kendini kandırma denilir! Başka bir ifadeyle bu, düzen ve devlete yamanma anlayışını meşrulaştırma girişimi değilse nedir?

Oysa sömürgeci devlet sınırlarını tartışma dışı tuttuğunuzda demokrasi, Kürt sorununun çözümünü, sıradan kırıntılar sorununa indirgemekten başka bir şey yapmış olmazsınız! Kaldı ki, talepler çıtasını en alt sınıra indirgemenin de bir şey kazandırmadığı sayısız kez tekrarlanan bir olgudur. İstediğiniz kadar dileklerde bulunun, dilekçeler verin, ilanlar yayınlayın sizi ciddiye alan olur mu? Politik bir taraf veya muhatap olarak ciddiye alınmayacağı çok açık olmasına rağmen bu girişimlerin hepten anlamsız olmadığı da bilinmektedir.

Bu tür girişimlerin Kürt halkının bilinci, mücadele ruhu ve gelecek ufku üzerinde olumsuz etkileri vardır; aşındırıcı, saptırıcı ve çarpıtıcı rolü vardır. Zaten bu konuyu önemseyip üzerinde durmamızın temel nedeni budur!

Yine biliniyor ki, politik olarak ciddiye alınmanın, bir taraf olarak kabul edilmenin yolu her açıdan güç olmaktan geçer… Yoksa gazetelere ilan vermekle değil… Güç olmanın ilk koşulu ise, hiç kuşkusuz, net ve açık siyasal programa sahip olmaktır; bu programı her koşul altında savunma kararlılığı ve gücünü ortaya koyma iradesi göstermektir!

İmralı Partisi KCK/PKK’nin belli bir gücü var, ama azami politik programını teslimiyet, yani düzen ve devlet tarafından kabul edilme anlayışı üzerine kurduğu için bu güç politik bir güç olarak kabul görmüyor, ciddiye alınmıyor. Çünkü ortada Kürt halkının çıkarlarını esas alan bir politik program ve stratejiye dayalı bir iradeden yoksundur!

Bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik ilkelerine dayalı bir siyasal program olmadı mı, ortaya temel hedef olarak da düzen sınırları içinde “egemenler tarafından kabul edilebilir” bir çerçeveyle çıkıldı mı, kuşkusuz, bunun çözüm adresi de yine egemenlerin kendisi olacaktır. İmzacıların hesabı basittir: “Biz bir taraf, bir muhatap olarak çıkalım. Bunu bir çağrı ile kamuoyuna deklare edelim. AB ve ABD buna kayıtsız kalamaz, onların aradığı makul ve kabul edilebilir bir muhataptır. Biz de bunun yanıtıyız. Böylece sorun çözüm sürecine girer.” İşte bu girişimin politik özü budur!

Elbette “bizim” 1000 imzacı, kendilerini kandırıyorlar. Açık çağrı yaptıkları ABD ve AB kendilerini ne muhatap alır, ne de ciddiye alır. ABD ve AB’nin Kuzey Kürdistan politikası esas olarak TC’nin çizgisiyle örtüşmektedir. Genel Ortadoğu politikaları bağlamında aralarında belli çelişkiler olmakla ve kimi durumlarda bu büyüme eğiliminde olmakla birlikte gelinen noktada durum budur!

Kaldı ki ABD ve AB, hiçbir bölgede ve ülkede özgürlük ve demokrasiden yana olmamış, tersine her alana egemenlik, sömürgecilik ve hegemonya için gitmişlerdir; bu, onların politik özlerini anlatmaktadır. Balkanlarda, Irak ve Güney Kürdistan’daki varlıkları da bunu kanıtlamaktadır. Güneyde belli bir devletleşme doğrultusunda bir gelişme varsa bu, ABD’nin özgürlük politikasının değil, egemenlik politikasının ortaya çıkardığı kimi nesnel olanak ve fırsatlardan dolayıdır. Gerçeklik budur, bunun dışında emperyalist devletleri halkımıza “özgürlük yanlısı”, “özgürlük getirici güç” olarak göstermek gerçeklerle alay etmek, halkımızın özgürlük bilincini köreltmekten başka bir şey değildir!

Kısacası, Kürdistan’da devrimci yurtsever ve devrimci sosyalist eğilim ve hareketlerin dışındaki hareket ve eğilimlerin yönü, “Türkiye’de Kürt Sorununa Barışçıl Çözüm Çağrısı” adlı girişimin de bir kez daha ortaya çıkardığı gibi, sömürgeci ve emperyalist düzene doğrudur. Bunun da kölelik ve sömürgeci yaşamdan başka bir şey getirmediği, bundan sonra da getirmeyeceği çok açıktır.

Bu, devrimci yurtsever ve sosyalist hareketin Kürdistan için yaşamsal önemine bir kez daha işaret etmektedir. Bu, aynı zamanda devrimci sosyalistlerin tarihsel sorumluluklarını da bir kez daha hatırlatmaktadır… Hem de çok güçlü bir biçimde…

10 Haziran 2008