27 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/26

  Kızıl Bayrak'tan
  Derinleşen kriz, düzenin yeni manevra arayışları...
   Emekçi halklara karşı düşmanlıkta aynı saftalar!
Başbuğ-Erdoğan görüşmesi ve
çatışan tarafların ortak gündemleri
“Darbeye karşı 70 milyon adım” parodisinin hatırlattıkları...
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Tuzla tersanelerde hak gaspları sürüyor, mücadele de...
  16 Haziran eylemi ve dükkancı zihniyetin küçük hesaplara dayalı sorumsuzluğu üzerine…
Gerçek bir grev için ileri!
  OSB-İMES İşçileri Derneği 3. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi…
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’nın ardından...
  Sosyalist Kamu Emekçileri’nden KESK Genel Kurulu öncesi panel…
  Gençlik örgütlenmesi sorunu, Genç-Sen ve tutumumuz üzerine...
  Dünyadan...
  Düzenin gözbağlarına kanmayalım...
  “Çatı Partisi”…
M. Can Yüce
  Bir-Kar’ın kampanya
çalışmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen güçlerinin iç çatışmasında pislikler ortalığa saçılmaya devam ediyor...

Emekçi halklara karşı düşmanlıkta aynı saftalar!

Düzen güçlerinin iç çatışması, birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya çalışan tarafların pisliklerinin iyice ortalığa saçılmasına neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde Taraf gazetesinde deşifre edilen bir belge bu bakımdan oldukça dikkat çekiciydi. “Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı” adı taşıyan ve Genelkurmay’ın da reddedemediği bu belge, bir yandan yaşanan çatışmanın iç yüzünü ve nasıl yürütüldüğünü gözler önüne sererken, diğer taraftan Genelkurmay’ın toplum düzeyinde bir parti gibi örgütlenip hareket ettiğinin yeni kanıtı oldu.

Fakat sadece bu kadarıyla da kalmadı. Zira belge sadece generallerin devlet düzeni üzerindeki ayrıcalıklı konumlarını yitirmemek uğruna dinci gerici akıma karşı mücadelesinin unsurlarını içermiyor. Belgenin sızdırılmasında amaç bu olsa da, ortaya saçılan veriler içerisinde başka şeyler de var. Bunlar içerisinde en dikkate değer olanı Kürt halkına yönelik yürütülen imha siyasetini ele veren satırlardır. Zira bugüne kadar düzen cephesinden elbirliğiyle saklanmaya çalışılan ve inkar edilen gerçekler böylelikle teyit edilmektedir. Belgede Kürt halkına yönelik uygulanacak baskı ve terör şöyle tarif edilmektedir:

“Irak’ın kuzeyindeki desteği kesmek için bölge halkını terörle mücadele bağlamında ‘rahatsız’ edecek ve teröre yardım ettikleri sürece bu rahatsızlıkların devam edeceği mesajını verecek faaliyetler icra edilecektir.

Teröre sağlanan desteğin bedelsiz kalmayacağı, sıklıkla yapılacak aramalar, operasyonlar vb.  faaliyetler ile bölge halkına hissettirilecek.

Irak Kuzeyi bölgesinde Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan Irak halkına ise ağır silah ateşleri icra edilerek aynı mesaj verilecektir. Bu şekilde PKK’ya desteklerinin sürmesi halinde bu rahatsızlıkların artarak devam edeceği duygusu hakim kılınacaktır.”

Böylelikle bir Genelkurmay belgesiyle kanıtlandığı üzere, Kürt halkına yönelik yıldırma ve sindirme amacıyla uygulanan devlet terörü bilinçli ve planlı bir tercihin ürünüdür. Sistemli bir devlet politikası olarak yürütülmektedir. Sadece ülke içerisindeki Kürt halkına değil, Güney Kürdistan’a yönelik harekatların hedefinde de yine Kürt halkı vardır. Hatırlanırsa düzen cephesi sınır ötesi harekatlar olurken, hep bir ağızdan bölgede sivillerin hedeflenmediği ve herhangi olumsuz bir olayın yaşanmadığı biçiminde yalanlar uyduruyorlardı. Bölgeden gelen haberlerle bu yalanlar açığa çıkmıştı fakat düzen cephesi yine de bu yalanlardan geri adım atmamıştı.

Ancak belgede yer alan bu gerçekler düzen cephesinden görmezden gelinmeye devam ediliyor. Düzen medyası bu tartışmayı, genel olarak Genelkurmay’ın AKP’nin önünü almak için topluma yönelik psikolojik bir savaş örgütlediği biçiminde sunuyor. Kürt halkına yönelik açık saldırı planlarına değinmekten özenle kaçınılıyor. Böyle yapmaları elbette anlaşılırdır. Onlar Kürt halkı ile işçi-emekçiler sözkonusu olduğunda Genelkurmay’la aynı çizgide buluşmaktadırlar. Hatta bu konularda “mehmetçik medya” ünvanını gururla taşıyacak kadar ordu şakşakçılığı yapmaktadırlar. Ama düzen içi çatışmanın tarafı olarak saf tuttukları ölçüde işlerine geldiği kadarıyla saçılan pislikleri kullanmakta, demokrat kesilmektedirler.

Bu cepheden büyük bir şaşkınlıkla karşılanan belgede yer alanlar aslında yeni değil. Genelkurmay medyayı, “aydınları”, “sivil toplum örgüleri”ni sistemli biçimde on yıllardır kullanıyor. Bunu da kurulu düzenin selameti uğruna yapıyor ve bugün sözümona demokrasi havarisi kesilenler de ona bu konuda her türlü desteği veriyorlar. Genelkurmay merkezli örgütlenen kontr-gerilla aracılığıyla cinayetler işleniyor, devrimci güçler yokediliyor, Kürt halkının mücadele dinamikleri eziliyor, mevzileri bombalanıyor, yakılıp yıkılıyor vb. Şemdinli hala belleklerdeki tazeliğini koruyan bir örnek olarak orta yerde duruyor. Şemdinli’de açığa çıkan kontr-gerilla gerçeğinin üzeri Genelkurmay ve hükümetin elbirliğiyle kapatıldı. Olayın üzerine gitmekte ısrar eden savcının başına gelmeyen kalmadı.

Diğer taraftan belge, “laikliği” bayrak edinen Genelkurmay’ın dinle ilişkisini “din lüzumlu müessese” ifadesiyle de açıkça ortaya koyuyor. Demek ki, “laikçi” ordunun karşı çıktığı dinin siyasete alet edilmesi ve kullanılması değil, AKP’nin yaptığı gibi düzenin genel çıkarları dışında ve devletin yerleşik geleneklerini bozacak ölçüde kullanımıdır. Yoksa ordu geçmişte olduğu gibi bugün de dini, toplumsal muhalefete karşı etkili bir dalga kıran olarak kullanmak istemektedir. Belge, ordunun dinle ilişkisini açıkça ortaya koyduğu gibi onun laikçiliğinin sahteliğini de deşifre etmektedir.

Son olarak belirtmek gerekir ki, ortaya çıkan belge Genelkurmay’ın düzen içi çatışmadaki planlarını olduğu gibi, ezilen yığınlarla birlikte Kürt halkı karşısındaki konumunu da deşifre etmektedir. Diğer yandan laiklik ve din eksenli kutuplaşmanın sahteliğini gözler önüne sererken, düzen içi çatışmanın klikler arası ayrıcalıklar kazanmak üzerine bir kavga olduğunu bir kez daha göstermektedir. Belgenin deşifre ettiği diğer bir gerçek ise, belgeyi yorumlayışlarından da anlaşılacağı üzere, AKP ve onun safında yer alan güçlerin Genelkurmay’ın suçuna ortak oldukları, giydikleri demokrasi kisvesinin altında emek ve Kürt düşmanı kimliklerinin sırıttığı gerçeğidir. Buradan da anlaşılacağı gibi işçi-emekçiler ile Kürt emekçi halkının ordusuyla, AKP’siyle ve medyasıyla bir bütün olarak bu düzene karşı çıkmaktan başka çareleri yoktur. Gerici çıkarları uğruna sürdürdükleri kavgada üstün gelmek için, emekçi yığınları yanlarına çekmek uğruna planlar hazırlayıp seferber olanların hevesleri kursaklarında bırakılmalıdır.



AKP’nin sahte “özgürlük ve demokrasi” söylevleri

Açılan kapatma davasıyla birlikte bir kez daha “özgürlükleri ve demokrasi”yi keşfeden AKP, bugüne kadar sergilediği pratikle, burjuva düzen siyasetinin en pespaye ve çürümüş örneklerinden birini temsil etmektedir. Elbetteki ikiyüzlülüğe dayanan siyaset anlayışı, burjuva siyaset arenasında top koşturan düzen partilerinin hepsinin buluştuğu ortak bir payda durumundadır. Ne var ki AKP’nin bu eksende sergilemiş olduğu pratik diğer tüm düzen partilerini geride bırakmaktadır.

AKP, bir yandan türban meselesini eğitim alanında yaşanan “eşitsizliği” gidermek şeklinde lanse ederken diğer yandan sıra “anadilde eğitim” hakkına gelince demokrasi ve özgürlükler adına sarıldığı tüm argümanları birden unutmaktadır.

AKP’nin yalan ve demagoji eşliğinde uyguladığı saldırılar bununla sınırlı değildir. Emekçilerin yaşamında ağır sosyal yıkımlara yol açacak saldırı yasalarının “reform” adı altında meclisten geçirilmesi, özelleştirmelerle ülke kaynakları emperyalist tekellere ve işbirlikçilerine peşkeş çekilirken “ülkenin kalkındığı, ekonominin canlandığı” yalanları buna örnektir.

Ekonomik alanda olduğu gibi demokratik hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda da AKP’nin ikiyüzlü tutumu devam etmektedir. Bunun en çarpıcı örneği Taksim 1 Mayısı olmuştur. AKP’nin “mağdur” rolünü oynarken taktığı sahte demokrasi maskesi 1 Mayıs’ta düşmüştür. AKP hükümeti, işçi ve emekçilerin 1 Mayıs kararlılığı karşısında hizmetinde olduğu sınıfın en vahşi yüzünü sergilemekten geri durmamıştır.

Zira AKP’nin “özgürlük” anlayışı kendi tabanının beklentilerini karşılayan ve sermayenin temel çıkarlarına dokunmayan bir “özgürlük” anlayışıdır. Ancak bu talebinin karşılanması doğrultusunda emekçi kesimlerin desteğini arkalayabilmek için genel bir “demokrasi ve özgürlükler” söylemine sarılmıştır. Benzer bir şekilde Kürt sorunu da AKP’nin siyasal hak ve özgürlükler konusundaki yaklaşımları konusunda turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Sermaye devletinin inkar ve imhaya dayalı geleneksel çizgisi AKP hükümeti tarafından karalılıkla sürdürülmektedir.

TİHV, 2002’de hükümete geldiğinde “işkenceye sıfır tolerans” diyen AKP’nin altı yıllık dönemi boyunca işkence şikayetlerinde azalmak bir yana artış olduğunu ifade etmektedir. Özellikle Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nda yapılan değişiklikle birlikte bu şikayetlerin arttığını belirtmektedir. Resmi başvuruların yanı sıra başvuru yapılmayan vakalar ve gözaltı işlemlerinin yapılmadığı kaçırma vb. olaylar da göz önüne alındığında AKP’nin “işkenceye sıfır tolerans” sözünün koca bir yalan olduğu bir kez daha açığa çıkmaktadır.

Kapatma davasıyla birlikte bir kez daha “demokrasi ve özgürlükleri” ağzına ağzına sakız eden AKP’nin bu kirli tuzağına karşı işçi ve emekçilerin uyanık olması gerekmektedir. İşçi ve emekçiler için gerçek çözüm burjuva düzenin kirli politikalarının karşısına sınıfın bağımsız devrimci politikalarıyla çıkmasıyla gerçekleşebilir ancak.