27 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/26

  Kızıl Bayrak'tan
  Derinleşen kriz, düzenin yeni manevra arayışları...
   Emekçi halklara karşı düşmanlıkta aynı saftalar!
Başbuğ-Erdoğan görüşmesi ve
çatışan tarafların ortak gündemleri
“Darbeye karşı 70 milyon adım” parodisinin hatırlattıkları...
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Tuzla tersanelerde hak gaspları sürüyor, mücadele de...
  16 Haziran eylemi ve dükkancı zihniyetin küçük hesaplara dayalı sorumsuzluğu üzerine…
Gerçek bir grev için ileri!
  OSB-İMES İşçileri Derneği 3. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi…
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’nın ardından...
  Sosyalist Kamu Emekçileri’nden KESK Genel Kurulu öncesi panel…
  Gençlik örgütlenmesi sorunu, Genç-Sen ve tutumumuz üzerine...
  Dünyadan...
  Düzenin gözbağlarına kanmayalım...
  “Çatı Partisi”…
M. Can Yüce
  Bir-Kar’ın kampanya
çalışmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BM, tecavüzün bir savaş silahı olduğunu kabul etti...

Emperyalistler savaş suçlarını aklamaya çalışıyorlar!

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, geçtiğimiz günlerde tecavüzü savaş silahı olarak tanımlayan tasarıyı oy birliği ile kabul etti. ABD’nun sunduğu tasarı karşısında konsey, sorunun ciddi bir hal aldığını belirtti. Güvenlik Konseyi’nde oturum başkanlığını yapan Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “cinsel şiddetin artık kadınların yalnızca sağlığını ve güvenliğini değil, ülkelerinin ekonomik ve sosyal istikrarını da derinden etkilediğini” söyledi. BM temsilcileri konuşmalar esnasında eski Yugoslavya, Darfur, Kongo, Ruanda ve Liberya’yı cinsel şiddetin büyük boyutlarda uygulandığı bölgeler olarak sıraladı.

Kimi insan hakları ve kadın örgütleri BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararı tarihi bir adım olarak nitelendirdi. Ancak bu kararın kendisi, başta ABD olmak üzere BM’in ikiyüzlülüğü ve sahteliğinin en açık ifadesidir. Bu karar, BM ve askerlerinin her türlü katliamcı, işkenceci ve tecavüzcü yüzünü örtmek amacıyla alınan bir karardır. Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın bir dizi başka ülkesinde gerçekleşen işkence ve katliamlardan sorumlu olan Amerika’nın öneriyi sunması ve Ortadoğu’daki her türlü insanlık dışı vahşetin bizzat sorumlularından olan Rice’ın başkanlığında karar alınması, konu hakkında bir fikir vermektedir. Birleşmiş Milletler’in ve askerlerinin sicili ise ABD ordusunun yaptıklarından aşağı kalmamaktadır.

BM’nin sicili en az ABD kadar kabarık!

BM tarafından “Tecavüz bir savaş silahıdır” tasarısının kabul edilmesinden yaklaşık 3 hafta kadar önce İngiltere merkezli bir yardım kuruluşu olan Save the Children‘ın hazırladığı rapor basına yansıdı. Rapora göre çatışma ve felaket bölgelerindeki çocukların; bizzat kendilerini korumakla yükümlü görevlilerin tecavüzüne ve kötü muamelesine maruz kaldıkları ifade edilmektedir.

Save the Children’ın araştırması, Fildişi Sahili, Sudan’ın güneyi ve Haiti’yi kapsıyor. Raporda kimi yardım kuruluşu çalışanları ve BM askerlerinin bazılarının, aralarında 6 yaşındakilerin de bulunduğu çocukları taciz ettiği belirtildi. Raporda, taciz ve kötü muamelenin; çocuklar ve aileler tarafından, başlarına daha kötü şeyler gelmesinden endişe ettikleri için, ihbar edilmediği, suçluların da cezalandırılmadığı bilgisi yeralıyor.

Öte yandan konuya ilişkin bir açıklama yapan “Uluslararası Mülteci Hakları” kuruluşu sözcüsü Sarah Martin ise Afrika’da görev yapan BM askerlerinin en az 316’sının bu türden suçlar nedeniyle soruşturulduğunu, bu soruşturmaların çoğu zaman ya zaman aşımına uğradığını ya da sessizce kapandığını ifade etmektedir.

BM askerlerinin cinsel tacizi ve tecavüzü yalnızca gerici savaş ve çatışmalarla sınırlı değil. “Yardım” adı altında dünyanın farklı yoksul bölgelerine giden BM askerleri, bölge halklarına dönük baskının, işkence ve terörün bizzat uygulayıcısı konumundadır. Bu uygulamaların bir parçası olarak kadınlar taciz ve tecavüzlerin kurbanları olmaktadır. Son olarak bundan 3 yıl önce G. Asya’da gerçekleşen Tsunami felaketinin ardından yerlerinden ve yurtlarından göç etmek zorunda kalan, ölümle, doğa koşullarıyla boğuşan kadınların yaşadıkları ortadadır. Yardım adı altında kadınlara yönelik kitlesel tecavüzler yaşanmıştır.

Tecavüz, tam da söz konusu raporda geçtiği üzere “aşağılamak, hakim olmak, korku salmak” için kullanılan bir savaş taktiğidir.

Bizzat emperyalistler ve onların denetimindeki silahlı güçler, karşısındaki halkı, sınıfı sindirebilmek, istediklerini yaptırabilmek, teslim almak ve aynı zamanda kişiliğini yok etmek, parçalamak amacıyla tecavüz silahını kullanmaktadır.

Tüm bu yaşananların hepsi insanlık suçudur. Bu suçun parçası, dahası yaratıcısı olanlar, çözümün de bir parçası olamazlar. Olsa olsa kirli ve kanlı sicillerinin üzerini örtmeye çalışırlar.


 

Guantanamo’dan Ebu Garib’e ABD işkencesi

ABD vahşetinin simgesi haline gelen ve hiçbir hukuk kuralının işlemediği Guantanamo Üssü’nde yaşananları da kapsayan 130 sayfalık bir işkence raporu açıklandı.

Biri Türk, 6 doktor tarafından hazırlanan ve ABD güçlerinin Guantanamo, Ebu Garib ve Bagram’da yaptığı işkenceleri ele alan raporda, ABD’nin “demokrasi” seferi tüm açıklığıyla ortaya dökülüyor.

“İnsan Hakları İçin Hekimler” (PHR) isimli kuruluş ABD güçlerinin elinde işkence gören 11 kişinin yaşadıklarını 130 sayfalık bir rapor halinde dünyaya sundu.

Görüşmeleri yapan 6 kişilik uzman ekibin içinde Türk doktor Önder Özkalıpçı da yer aldı. Gerçek isimleri açıklanmayan mahkumlara takma ad verildi. 11 mahkumdan 4’ü 2001-2003 arasında Afganistan’da tutuklandı daha sonra Guantanamo’ya gönderildi. 7’si 2003 yılında Irak’ta tutuklandı. ABD Savunma Bakanlığı’nın göz yumduğu işkencelere maruz kalan mahkumlardan üçü tecavüze de uğradı. Raporun medyaya da yansıyan bazı çarpıcı noktaları şöyle:

3 hafta çıplak yatırdılar

Kemal: 2003’te tutuklandı. Ebu Garib Hapishanesi’ne getirildi. Soğuk bir odada çıplak olarak 3 hafta tutuldu. Aile üyelerine “tecavüz” edildiği söylendi. Haftalarca işkence gördü.

Sopayla tecavüz

Emir: Irak’ta 2003’te tutuklandı. Bir ay sonra gönderildiği Ebu Garib’de dini ve cinsel aşağılanma gördü, başına çuval geçirildi, uyuması engellendi, saatlerce çıplak halde ayakta tutuldu. Konulduğu pis kokulu odada dışkı kokan yere çıplak halde yüz üstü uzanmaya zorlandı. Sopayla tecavüz edildi.

Çıplak kadın adet kanını sürdü

Yusuf: Afganistan’da tutuklandı. Cinsel tacizde bulunuldu. Üzerine köpekler salındı. Vücuduna elektrik verildi. Porno fotoğraflara bakmaya zorlandı. Askerler gözü önünde Kuran’ı yırtıp tuvalete attı. Odasına giren çıplak bir kadın üzerine “adet kanı” sürdü.

Cinsel organını ezdiler

Hacı Ali El Kaysi: 2003 yılında camiye giderken tutuklanan El Kaysi, 6 ay boyunca işkencelere maruz kaldıktan sonra “suçsuzsun” denilerek dışarı çıkarıldı. Yaşadığı işkenceleriyse şöyle anlattı: “Bir çubuğu anüsüme soktular, erkeklik organımı ezdiler, köpekle üzerime saldırdılar...”

Amerikan ordusunun yöntemleri rapora göre şöyle özetleniyor:

Sopalarla tecavüz, cinsel işkence ve erkeklik organının ezilmesi, erkeklerin vücutlarının birbirine değmesini sağlama ve birbirleriyle cinsel ilişkiye giriyorlamış gibi yaptırma, tuvalet ihtiyacını çırılçıplak olarak karşılamaya zorlama, ailesine zarar verme ve tecavüz etme tehdidi, kaba dayak ve duvara fırlatma, köpekle korkutma, fiziksel ve cinsel aşağılama, aşırı ışık ve sesle duyuları etkisiz hale getirme, aşırı sıcak ya da aşırı soğuğa maruz bırakma, bilgi almak için ya da direnci kırmak için enjeksiyon verme, elektrik şoku, temel ihtiyaçlardan mahrum etme.


İsrail’in işkence raporu açıklandı

Bugün Ortadoğu’nun dört bir köşesine sıçrayan kanlı işgalin yolunu açan en önemli olaylardan biri II. Emperyalist paylaşım savaşının ardından Alman faşizminin elinden kurtulan Yahudiler’in Siyon Dağı’nın eteklerinde konumlanması oldu. “Vaadedilmiş toprakları” bizzat emperyalistlerin yol vermesi ile işgal eden Yahudiler insanlık tarihinin gördüğü en kanlı ve en pervasız işgallerden birini gerçekleştirdiler.

Emperyalizmin şımarık çocuğu İsrail kısa zaman içinde çevresindeki tüm ülkelerle savaşa tutuştu. Mısır ve Lübnan’ın Filistinlileri satmasıyla sonuçlanan bu savaşların ardından Filistin halkı kendi kaderiyle başbaşa kaldı. Ve neredeyse yarım asırdır süren Filistin direnişi bugüne kadar sürdü.

Filistin halkının direnişi dünyanın en donanımlı ordularından birine sahip İsrail’in elini kolunu bağlıyor. Direniş karşısında acizleşen siyonist katiller ise akıllara durgunluk veren yöntemlerle direnişi kırmaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail’deki İşkence Karşıtı Komite, bunu kanıtlar nitelikte bir açıklama yaptı. İsrailli askerlerin, gözaltındaki Filistinliler’e rutin olarak kötü muamelede bulunduğunu, ordu ve yasa uygulayıcılarının kötü muameleleri görmezden geldiklerini belirtti.

Komite, geçtiğimiz hafta yayımladığı raporda, İsrail askerlerinin arananların yakalanmasıyla ilgili operasyonlar sırasında ve tutuklamalar sonrasında kötü davrandığını bildiren 90 Filistinli’nin ifadesine yer verdi. Rapor, Haziran 2006 ile Ekim 2007 dönemindeki olayları kapsıyor. Raporda, İsrail ve uluslararası yasaların özel koruması altında bulunması gereken küçük yaştakilerin bile işkenceye maruz kaldıkları belirtilirken, askerlerin küçüklere özenle muamele etmedikleri ve çeşitli raporların da ortaya koyduğu gibi, onların güçsüzlüklerinden yararlandıkları ifade edildi.

Raporda anlatılanlar dehşet verici. İsrail ordusunun yöntemlerinden ziyade sistematik olarak uygulanan ve rutin haline gelen işkence dikkat çekiyor. Örneğin rapora göre İsrail ordusunun 2000 yılından bu yana Batı Şeria’da yürüttüğü operasyonlarda genellikle köpekleri kullandığı belirtilirken, köpeklerin, gözaltındakileri veya tutukluları hem aşağılama hem de korkutma niyetiyle kullanıldığına yer verildi.

Batı Şeria’daki Filistin kentlerinden Nablus’tan Abdullah Nabulsi’nin, raporda yer alan ifadesine göre, Mayıs 2007’de tutuklandığını, elleri ve gözleri bağlı olarak bir kamyonun arkasında yatırıldığını ve askerlerin arkasına büyük bir köpek koyduğunu söyledi. Köpeği uzaklaştırmaları için bağırdığını ifade eden Nabulsi, buna karşın askerlerin güldüğünü ve kendisiyle alay ettiklerini belirtti.

İşkence Karşıtı Komite’nin Başkanı Dr. İşay Menuhin, askerlerin tutuklulara karşı insanlık dışı davrandıklarını gözlediklerini, Filistinli tutukluların dış dünyadan tümüyle soyutlandıklarını, acımasız muamelelere tabi tutulduklarını ve durumlarından tümüyle habersiz aileleriyle bağlarının da kesildiğini söyledi.

Acımasızlığına ve sahip olduğu sınırsız yetkiye rağmen İsrail ordusu Filistin halkının direnişini kırabilmiş değil. Filistin’den yükselen yiğit ses tüm dünya halklarına umut vermeye, herşeye rağmen devam ediyor.



İşbirlikçiler çark ediyor...

Hesabı Irak halkı soracak!

ABD emperyalizminin Irak’a “demokrasi” getirme çabalarının üzerinden 5 yıl geçti. Bu 5 yıl içerisinde milyonlarca kişi katledildi, yaralandı ve yerinden edildi. ABD emperyalizmi tüm katliam ve zorbalığına rağmen saplandığı bataklıktan çıkamıyor. Girdiği bataklıktan çıkamamanın verdiği hezeyanla, çırpınmaya devam ediyor.

Emperyalist işgalcilere, Irak’ta asker bulundurma yetkisi veren BM kararının süresi 2007 yılı sonunda sona eriyor. Amerikan emperyalizminin Irak’taki işgalini, katliamlarını meşru gören bu anlaşmanın yenilenmeden sona ermesi, işgalin gizlenmesinde şal işlevi gören BM’in gereksizleşmesi, işgali meşrulaştıracak kılıfın olmaması anlamına gelecektir.

Yıl sonunda sona erecek anlaşmanın yenilenmesi için telaşa düşen emperyalist haydutlar, Amerikan seçimleri sonuçlanmadan önce bu anlaşmanın imzalanmasını istiyorlar. Emperyalist haydutların en çok çekindiği de, ortaya çıkan işgal karşıtı hareketin büyüyerek genişlemesi. ABD için Irak’ta yaşanacak bir yenilgi (Irak direnişi ikinci Vietnam sendromu olarak ABD’li ‘stratejistler’ tarafından dillendirilir hale geldi ve tüm stratejiler ‘çıkış’ üzerine yoğunlaşmaya başladı) halkların direnişi karşısında emperyalizmin nasıl da kağıttan bir kaplan olduğunu gösterecek. Emperyalist-kapitalist yağma düzenine en büyük darbe de bu olacaktır.

Bunun öngörüsüyle ve bilinciyle hareket eden ABD emperyalizmi, utanmadan yeni dayattıkları anlaşmayı, “ABD ile Irak arasında Mart ayında başlayan uzun vadede dostluk ve işbirliği anlaşması” olarak nitelendiriyor. Emperyalistler “dostluk ve işbirliği anlaşmasını” şu sözlerle gerekçelendiriyor:

“Irak Cumhuriyetinin bağımsızlığına, sınırlarına ve hava sahasına yapılacak dışarıdan bir saldırı karşısında güvenceler vermek ve taahhütte bulunmak.

Irak cumhuriyetine tüm terörist gruplarla (sadece El-Kaide değil, kökeni ne olursa olsun) savaşmak, köklerini ekonomik ve lojistik olarak kurutmak ve Irak’dan atmak konusunda yardımcı olmak. Bu destek ikili antlaşmalar çercevesinde yapılacak.

Irak’ı ve halkını korumak için güvenlik güçlerini eğitmek, gerekli techizatları sağlamak”

Irak’ta Amerikan işgalini meşru gören bu anlaşmaya işbirlikçi yönetim bile –görünüşte de olsa- sert çıktı. Böyle bir anlaşmanın imzalanamayacağını ilan etmek durumunda kaldı. Irak’ın kukla Başbakanı Nuri el Maliki, Ürdün’ün başkenti Amman’a ziyareti sırasında konu ile ilgili yaptığı konuşmada, anlaşmanın ABD’nin ülkesindeki varlığını kalıcı hale getireceğini ve Amerika’nın taleplerinin Irak’ın egemenliğini ihlal edeceğini belirtti. “Amerika’yı yeni keşfeden” Maliki, “egemenlik” gerekçesiyle güvenlik anlaşması müzakerelerinin tıkandığını açıkladı.

Amerikan emperyalizmini sözkonusu anlaşmayla, Irak’ta 58 kalıcı üs, Washington’ın Irak hava sahasını kontrol etmek ve Amerikan askerleri ile tüm Amerikalı taşeron güvenlik şirketi çalışanları için de hukuki dokunulmazlık ve “Irak’ın kontrolünden bağımsız”, ülkede operasyonlar düzenlemeyi talep ediyor.

Irak’la ABD arasında yürütülmekte olan uzun vadeli “güvenlik” müzakerelerini ele alan anlaşmayla ilgili toplanan Irak Milli Güvenlik Siyasi Konseyi, toplantı sonunda ABD’yle yapılacak anlaşmanın Irak’ın egemenliğini her yönüyle dikkate alması ve bu anlaşmada Irak halkının “yüksek çıkarlarına” dokunacak herhangi bir maddenin bulunmaması gerektiğini, işgal karşıtı söylemlerden çok, ABD emperyalizmine akıl hocalığı yaparak dile getirdi.

Bu durumu en iyi “çıkmaz sokağa girdik” sözleriyle ifade eden Maliki, yolun sonunun geldiğini görmenin telaşıyla endişeleniyor. Ne de olsa ABD emperyalizminin Irak’ta ki yenilgisi en çok taşeronluk yapanların sonunu getirecektir.

Çok geçmeden Maliki’nin görüşmelerdeki söylemi, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari tarafından düzeltildi. Maliki, uzun vadeli güvenlik anlaşması ile ilgili Temmuz ayına kadar anlaşmaya varılacağını ve anlaşmayı tamamlama yönünde büyük ilerleme kaydedildiğini açıkladı. Kaldı ki, uşakların başka türlü hareket etmesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

Irak’taki kukla hükümetin başkanının “çıkmaz sokak” olarak adlandırdığı bu antlaşmaya karşı kısmi de olsa Sadr taraftarlarının, başka Şii grupların dışında karşı çıkan görünmüyor. Şii lideri Sistani ve Sunniler de yumuşak söylemlerin dışına çıkmayan açıklamalar yaptılar. Bu gruplar işgal karşıtı direnişte yer almamasına rağmen, silahlarını bırakmadıkları için ABD için tehlike olarak görülmeye devam ediyorlar.

Irak’ta yaşanan talan ve işgalin en büyük sorumlusu olan hain işbirlikçilerden hesabı anti/emperyalist – anti/kapitalist bir hedefi olan devrimci bir önderlikle hareket eden Irak halkı soracaktır.