4 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi derinleşiyor!
   Kürt halkına saldırılar hız kesmiyor
AKP’yi kapatma davasında son gelişmeler...
Mamak’ta güçlü bir 2 Temmuz
süreci örgütlendi…

Kürdistanlı tarım işçilerinin Ordu ve Trabzon’a girişi yasaklandı

KESK Genel Kurulu cansız, coşkusuz ve katılımsız gerçekleşti…
  KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar ve görevler...
  Kayseri İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  F tiplerinde keyfi
baskılar sürüyor!
  Arjantin’de “öteki final!”
  Emperyalizmin Ortadoğu hesapları ve Türkiye’nin rolü!
  Avrupa futbol şampiyonası ve BİR-KAR’ın kampanyası
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması:
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? - 1
Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’yi kapatma davasında son gelişmeler...

Düzen güçlerinin çıkar çatışması sürüyor!

AKP’yi kapatma davasında sözlü savunma aşamasına nihayet gelindi. Başsavcı Yalçınkaya’nın Anayasa Mahkemesi heyeti önünde 1,5 saati bulan açıklamalarının ardından AKP adına Cemil Çiçek ve Bekir Bozdağ sözlü savunma verecek. AKP’nin savunmasında neleri dile getireceği ise hemen hemen biliniyor. İddiaların mesnetsizliğinin ispatı ile AKP’nin 6 yıllık icraatlarının, savunmanın temel ayaklarını oluşturacağı konuşuluyor. Halihazırda birkaç gün önce sunulan ve hemen akabinde tam metni burjuva medyaya da yansıyan yazılı savunmasında AKP, hukuk dersiyle siyasal kavramlara ve olgulara ilişkin derslerden ibaret bir girizgahın ardından aynısını yapmıştı.

Şüphesiz aynı hukuk dersi ve bundan da öte demokrasi havariliği sözlü savunmaya da damgasını vuracak. Zira AKP’nin son 6 yıllık icraatları içerisinde belki de en başarılı olduğu nokta, gerektiğinde bukalemun misali renk değiştirmesidir... Bugün kendisi sözkonusu olduğunda “demokrat”, “düşünce özgürlüğü savunucusu”, “siyasal özgürlüklerin tek güvencesi”, yarın DTP ya da işçi ve emekçilerin hak arama eylemleri sözkonusu olduğunda devlet terörü!

Yalçınkaya’dan son hamleler...

Kapatma davasının iddianamesini hazırlayan savcı olarak ünlenen Yalçınkaya’nın 1 Temmuz günü heyet önünde yaptığı açıklamalar esas olarak iddianamenin bir yinelenmesinden ibaretti. Yalçınkaya her ne kadar iddianameyi desteklemek amacıyla yeni veriler ortaya attıysa da bu verileri mahkemeye delil olarak sunma gereği duymadı.

Yalçınkaya’nın açıklamaları daha çok iddianamenin tartışmalı bölümlerinin açıklanmasına ve siyasal arenada yaşanan güncel gelişmelerle davanın bağının kurulmasına yoğunlaşmıştı. Bu bağlamda özellikle Fethullah Gülen’in beraati üzerinde duruldu. Yalçınkaya, Gülen’in beraat etmesinin ortada bir tarikat olduğu gerçeğini değiştirmediğini belirterek başlangıçtaki iddiasının öneminden hiçbir şey yitirmediğini söyledi.

Yalçınkaya güncel planda türban ile ilgili düzenlemenin iptaline değinerek, bu durumun AKP’nin şeriat düzeni getirme çabasının bir kanıtı olduğunu belirtti. Burada AKP’nin ilgili düzenlemesinin iptalinin özellikle düzenlemenin rejim karşıtı oluşu ile ilişkilendirilmesinin üzerinde durdu.

Yanı sıra AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Atatürk devrimleri Türk toplumunda travma yarattı” sözlerini de AKP’nin “şeriat düzeni kurmak istediği ve bu konuda açık ve yakın tehlike bulunduğu”nun ispatına örnek gösterdi.

AKP’nin karşı atağı...

AKP’nin sözlü savunması ise özellikle yazılı savunmadan farklı olarak neler içerebileceği noktasında merak uyandırıyor. Zira AKP’nin esasa ilişkin yazılı savunması 400 sayfa ve hemen hemen hiçbir noktası savunma niteliği taşımıyor.

AKP’nin sözlü savunmasının da mantık itibariyle aynı olacağı ifade ediliyor. AKP kurmayları, önce hukuk devleti ve demokrasi, siyasal özgürlükler vb. üzerine ezbere cümleler sarf edecekler ve bu konularda dünyadan örnekler verecekler, sonra da ortaya atılan iddiaları çürüten delillerini sunacaklar. Son kertede ise AKP kurmayları partilerinin 6 yıllık icraatlarını bir bir sayacaklar, Avrupa ve dünyada AKP’nin Türkiye’ye nasıl prestij kazandırdığı üzerine konuşacaklar.

Kısacası AKP’nin savunması baştan sona demagojiden ibaret olacak. AKP “düşünce özgürlüğü”nü savunacak ancak Hrant Dink’in katledilmesi üzerine tek söz söylenmeyecek. AKP “demokrasi mücadelesi veriyorum” diyerek mağdur edebiyatı yapacak ancak Taksim 1 Mayısı’nda yaşanan devlet terörünün üzerinden atlanacak.

AKP’nin 6 yıllık icraatları arasında SSGSS, “terörle mücadele” kapsamında çıkartılan toplumla mücadele yasalarına, baskı ve zora karşı tek söz söylenmeyecek. AKP, savunmasını yaparken bir yandan “düzenin istikrarı için tek seçeneğiniz benim” minvalinde gözdağı verirken, diğer yandan burjuvazinin kendisine karşı olan bir kesimine de “6 yıldır size çalışıyorum. Bunu kabullenin” diyecek.

AKP’nin saldırı üzerine kurduğu savunmasının esasta etki göstermesi istenen alanın mahkemeler olmadığı ise çok açık. Zira bu kapatma davasının sonucu az ya da çok bellidir. Kılıçlar çekilmiş ve hatta çoktan taraflardan birine saplanmıştır. Bu bağlamda AKP söz konusu savunma ile bir yandan mağdur edebiyatı yaparken, diğer yandan zorbalığa direnen “demokrasi havarisi” rolünü oynamaktadır. AKP gerçekten de karşı atağa geçmiştir. Ama bu karşı atağın bir yanı sert bir savunma üslubu ise, diğer önemli yanı AKP davasının her kritik aşamasından önce gündeme gelen Ergenekon operasyonu, ulusalcıları hedef alan gözaltılardır. Bu bağlamda kılıçlar yalnızca mahkeme salonunda çekilmediği gibi, burjuvazinin değişik klikleri var güçleri ile çatışmakta, geniş kesimleri de bu kavgaya taraf ederek, cepheyi genişletmek derdindedirler.

Bu kavgada düzen güçlerinden herhangi birinin tarafında olmamak önem taşımaktadır. Bugün ne AKP’nin kapatılmasını isteyerek islami gericiliğe karşı mücadelede mesafe katedilebilir, ne de AKP’nin kapatılmasını bir siyasal özgürlükler sorunu olarak ele alarak kapatılmaması için çaba harcayarak demokrasi mücadelesinde bir yol alınabilir. Zira kavga ne demokrasi kavgasıdır, ne islami gericiliğe karşı mücadeledir. Bu düzen güçleri arasında süren çıkar kavgasıdır.



 

Anayasa Mahkemesi CHP’yi usulsüzlükle akladı!

CHP’nin 1998, 2004-2006 yıllarına ilişkin hesaplarını denetleyen Anayasa Mahkemesi, toplam 1 milyon YTL’lik usulsüzlük tespit etmiş. Usulsüzlük yıllara göre artan oranda ve fakat görüldüğü üzere kronik biçimde sürüyor. Ancak, CHP ve muhaliflerini bir süredir oyalayan Kanal Türk’e ödemeler konusunda herhangi bir usulsüzlüğe rastlanmadığı da, bu denetim raporlarıyla sabitlenmiş bulunuyor.

Arada nasıl bir fark olacaksa, bu usulsüzlük tespitine ilişkin haberlerin medya organlarının manşetlerini süslediği saatlerde, CHP’den sevinçli açıklamalar da yansımaya başlamıştır. “CHP’yi yıpratmayı amaçlayan yayınların, dayanaksız ve maksatlı olduğunun ortaya çıktığı” ifadelerinin de yer aldığı bu sevinç açıklamaları, doğrudan doğruya, tespit edilen usulsüzlüklerin bu parti yönetimi için bir sorun oluşturmadığının da açık birer anlatımı sayılmalıdır.

Nitekim, konuya ilişkin bir açıklamasında Deniz Baykal, “Her yerde yanlış yapan insan olabilir. CHP’de de olabilir” demekle, bu ‘sorun saymama’ zihniyetinin veciz bir açıklamasını getirmiş bulunuyor. Baykal’ın bu sözü, sadece basit bir genelgeçerin tekrarı değildir. O, daha özelde burjuva siyaset arenasını ve bu arenadaki muhataplarını kastetmekte, burjuva siyasetin ve siyasi partilerin içinde debelendikleri yolsuzluk batağına işaret etmektedir.

Gerçekten de, düzen siyasetini sadece karşıdan izleyen sıradan vatandaşın da artık çok iyi bildiği gibi, düzen partileri ve yolsuzluk -ama sadece mali değil, aklınıza gelebilecek her tür yolsuzluk- siyam ikizleri gibidir.

Bunu şöyle anlamak gerekiyor ki; bu birlikteliği hiç kimse hiçbir yolla bozamaz. Doğuştandır ve çözümü yoktur. Her düzen partisi bu bataklığın içinde ve bu şekilde doğar. Çünkü onlara ihtiyacı olan, onları kullanan düzenin bizzat kendisidir bu bataklık.

Anayasa Mahkemesi’nin denetimi şimdi, Kanal Türk’le ilgili iddiaların ayyuka çıktığı bir süreçte yapması ve bu konuya ilişkin hiçbir yolsuzluk/usulsüzlük tespit etmediğini belirtmesi, tespit ettiği usulsüzlüklere de kişiler üzerinden açıklama getirmeye kalkması, tüm bunlar yetmezmiş gibi mahkeme başkanının ağzından, söz konusu usulsüzlüklerin parti kapatmayı gerektirmeyecek türden olduğunun açıklanması, denetime ve  denetleyen yargı kurumunun bağımsızlığına ilişkin kimi soruları da ortada bırakıyor.

Düzenin ‘yüce’ mahkemeleri pek çok bakanı, başbakanı nasıl önce vatana ihanete varacak ifadelerle suçlayıp, ardından birkaç duruşmada aklayıp paklayarak ortalığa salıyorsa, Anayasa Mahkemesi de bu denetimle herhalde CHP’yi aklamış oldu. Usulsüzlük tespitinin nasıl bir aklama olabileceğini, bu pisliğin dışındaki zihinlerin anlaması zor olabilir. Ama ne yaparsınız, lağım çukuruna boğazına kadar batmış olanın, beline kadar batanı temiz göreceği/göstereceği bir düzendir bu.