4 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi derinleşiyor!
   Kürt halkına saldırılar hız kesmiyor
AKP’yi kapatma davasında son gelişmeler...
Mamak’ta güçlü bir 2 Temmuz
süreci örgütlendi…

Kürdistanlı tarım işçilerinin Ordu ve Trabzon’a girişi yasaklandı

KESK Genel Kurulu cansız, coşkusuz ve katılımsız gerçekleşti…
  KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar ve görevler...
  Kayseri İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  F tiplerinde keyfi
baskılar sürüyor!
  Arjantin’de “öteki final!”
  Emperyalizmin Ortadoğu hesapları ve Türkiye’nin rolü!
  Avrupa futbol şampiyonası ve BİR-KAR’ın kampanyası
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması:
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? - 1
Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar ve görevler...

Devrimci kamu emekçileri hareketi yaratmak için ileri!

KESK Genel Kurulu ve sonuçları hareketin bundan sonrası için önemli bir eşiği işaret ediyor. Ancak ne yazık ki bu eşik, hareketin geleceği açısından bir geriye gidişi anlatıyor. Zira hemen herkesin de tespit ettiği gibi kurula damgasını vuran cansızlık, coşkusuzluk ve koltuk kavgası oldu. Kurul, reformist anlayışların liberal politikaları ve grupsal çıkarları uğruna KESK’i arka bahçeleri gibi nasıl kullandıklarına, kendi iç hesaplaşmalarına tanıklık etti.

Kurul, yaşanan koltuk kavgası üzerinden, KESK’e hakim anlayışların, sendikanın ve hareketin altını nasıl oyduklarının, mücadele dinamiklerini nasıl heba ettiklerinin kendi ağızlarından itiraflarına sahne oldu.

Bugüne kadar koltuk kapmak için her türlü kirli ve ilkesiz ittifakı yapanlar bugün bu koltuklardan dışlandıkları için birbirlerini “devrimci” söylemlerle karalamaya ve kendilerini aklamaya çalıştılar. Ya da “birlikçi” kesilmeye başladılar. Birbirlerini tasfiyecilikle suçladılar. Oysa hepsi de fiili-meşru mücadele geleneğinin yarattığı ne kadar devrimci değer, gelenek ve ilke varsa tasfiye ettikleri için aynı derecede sorumlu ve suçludur.

Milyonlarca kamu emekçisini ilgilendiren saldırı yasaları orta yerde duruyorken, mücadelenin acil görevleri ve ihtiyaçları, hareketin bugünkü tablosundan sorumlu olan anlayışlar tarafından demogoji malzemesi yapıldı. Hemen her grup adına konuşma yapan delegeler, kurulda, sorunlara ve çözümlere ilişkin tartışma yapılmamasını eleştirdi. Yöneltilen eleştiriler kişisel ve grupsal çıkar ve hesaplaşmalar üzerinden şekillendiği için eleştirilerin ciddiyeti ve inandırıcılığı da olmadı.

Eleştiriler kişilerle sınırlı ve çıkar çatışmasının bir ürünü olarak gerçekleşti. Bu haliyle görünürde ilerici ve devrimci söylemler içeren eleştirilerin de içi boş kaldı. Oysa geçmişin eksiklikleriyle ve zaaflarıyla hesaplaşılması için bir bütün olarak hareketin başını tutan reformist liberal anlayışlarla hesaplaşılması gerekiyordu. Bu yapılamadığı, kamu emekçilerinin sınıfsal çıkarlarını ifade eden birliktelikler sağlanamadığı koşullarda ne ilerici görünen eleştirilerin ne de oluşturulan programların bir işlevi olmayacaktır.

Yıllardır gruplara parsellenmiş delegelik sendikal demokrasinin sınırını göstermektedir!

Kurulda sendikal demokrasi konusu hemen her grup tarafından eleştirilen konulardan biri oldu. Bugüne kadar merkezi yönetim kurullarında alınan kararların tabana dayatılmasından üyelerin karar alma süreçlerinin dışına atılmasına onay veren tüzüksel değişikliklerin yapılmasına, delegelik seçimlerinden tüzük ve program tartışmalarına kadar üyelerinin iradesini yok sayan, demokrasiyi grupların temsil edilmesi sınırlarında algılayan reformist liberal anlayışların kürsüden sendikal demokrasi eleştirisi yapmaları tam anlamıyla ironiydi.

Zira grupların kemikleşmiş kadrolarının ve hepsi neredeyse aynı yüzlerden oluşan üyelerin gruplar adına delege olarak kurula katılması ise sendikal demokrasinin sınırı hakkında yeterince fikir vermektedir. İlerici, devrimci unsurların önü daha işyerlerinden kesilmekte, en fazla şubelere kadar seslerini taşıyabilmekte, üst kurullarda ise açıktan tasfiye edilmektedirler. Bugün birbirlerini tasfiyecilikle suçlayan ve sendikal demokrasiye vurgu yapanlar nedense bu gerçeklerin üzerinden atlamaktadırlar.

Delegelik sistemi kafa kol ilişkileri üzerinden şekillenmekte, gruplar birbirlerini Kürtçülük yapmakla ya da devrimci olmakla veya darbecilikle suçlamakta, alttan alta sendika bileşenleri karalanmakta, işyerlerindeki emekçilerin gerici yanlarına seslenilerek delegelik üzerinden kirli oyunlar oynamaktadır.

Bugün kürsüden sendikal demokrasi üzerine ahkam kesenlerin hiçbiri “nasıl bir sendika, nasıl bir KESK, nasıl bir mücadele anlayışı” tartışmalarını işyerlerinden başlayarak hayata geçirmemektedir. Oysa genel kurul süreci tüm üyelerin aktif katılımı, eleştirisi ve önerisi üzerinden şekillenmeli, ortak bir irade oluşturulmalı, yeni dönem mücadele anlayışı ve programı buralarda tartışılarak genel kurullara taşınmalıdır. Delegelik sistemi kaldırılmalı, üyelerin doğrudan katılımı esas alınmalıdır.

Hem sendikal demokrasi eleştirisi yapan, hem de tabanın iradesini yok sayan liberal reformist anlayışların söylemleri bu anlamda samimi değildir. Bugün birbirlerini yiyen, karşı eleştirilerle yerden yere vuran liberal reformist anlayışlar, bugüne kadar hem yönetimlerde yeralmış, hem bürokratik yapıyı kurumsallaştırmış, hem de sendikal demokrasinin önünü tıkamışlardır. Bugün koltuk kavgası uğruna meze yapmaya çalıştıkları sendikal demokrasi üzerine attıkları nutukların hiçbir inandırıcılığı yoktur.

“Birlik” çığlıklarının anlamı ve sınırı

EMEP tarafından dile getirilen “birlik” çağrıları ise “temel dinamiklerin” talepler üzerinden yenilenmiş mücadele platformu etrafında, örgütün, “gerçek kolonları” üzerine oturtulması formülasyonu ile gerekçelendirilmeye çalışılmaktadır. Bunun anlamı hareketin başına çöreklenmiş ve içten içe tahrip etmiş 4 unsurun (ÖDP, Yurtsever Emekçiler, EMEP, Sendikal Birlik) yönetimlerde temsil edilmesidir. “Birlik” çağrısı, 4 anlayışın birliğinin kamu emekçilerinin birliğinin yerine geçirilmesi, grupsal ihtiyaçların kamu emekçilerinin sınıfsal ihtiyaçlarının önüne koyulması anlamına gelmektedir. Bu söylemler aynı zamanda bugüne kadar yapılan ittifakların herhangi bir ilke ve programdan yoksun olduğunun da itirafıdır.

Emek Hareketi’nin kurulda dağıttığı bildiride konu şu şekilde formüle edilmektedir, “Tüm tartışma ve ikna çabalarımıza rağmen, örgütsel kapsayıcılıktan uzak, geleceği hesaba katmayan listeleşmeler gündeme gelmiş ve örgütün ortadan yarılması önlenememiştir. Sonuçta kimi sendikalarda temel dinamiklerden birinin ya da diğerinin temsiliyeti sağlanamazken, KESK’in en büyük sendikasında ise, grup içi gerilimler ve faydacı yaklaşımlar sonucu, tabanda yeterince karşılığı olmayan bir sendika yönetimi oluşmuştur.” Emek Hareketi’nin tüm tartışması sendika yönetimlerinin “örgütsel kapsayıcılıktan” uzak olması, yani kendilerinin ve Tombulcular’ın yönetimlerde yeralmaması üzerinedir. Tabandan kasıtları ise geniş emekçi kitleler değil grupların dar tabanıdır.

Bugün “birlik” üzerine laf edenler düne kadar ilkesiz ittifaklarla yönetimlerde yer aldılar. Hareketin mücadele geleneklerini ve dinamiklerini törpüleyen kararların altına imza atarken seslerini dahi çıkarmadılar. Uzlaşmacı mücadele anlayışlarıyla milyonlarca kamu emekçisinin hak ve özgürlüklerinin, kazanılmış haklarının gaspı karşısında seslerini çıkarmayanların bugün kürsüden yönelttikleri eleştirilerin hiçbir inandırıcılığı ve samimiyeti yoktur.

Eleştiriler ÖDP’nin iç iktidar hesaplarına malzeme yapıldı!

Tombul kanadının temsil ettiği DSD grubu, yönetime gelemeyecekleri Eğitim-Sen kurulunda açığa çıkınca, KESK yönetimine aday olmadı. Ancak kürsüyü “etkin” kullanarak KESK kurulunu grup içi hesaplaşmalarının zeminine çevirdi. Bugüne kadar “birarada yaşamı savunalım”, “Kürt sorununda demokratik barışçı çözüm”, kadın sorununa feminist yaklaşım vb. konularda liberal reformist politikalarına KESK üzerinden açılım sağlamaya çalışan her iki kanat da birbirlerine yönelik eleştirilerini “devrimci” söylemler eşliğinde yapmaya çalıştılar. Üstelik her iki kanat da hala Kürt sorunundan kadın sorununa, demokrasi sorunundan çatı partisi konusuna kadar özünde aynı şeyleri savunmaktadırlar. Ancak biri diğerini daha liberal olmakla suçlamakta, örneğin çatı partisi konusunda Ufak Uras’ı “ne olduğu belirsiz, ilkesiz, ilerici değerlerden yoksun bir oluşum” kurmaya çalışmakla eleştirmektedir.

Her iki tarafın da ufku düzenin sınırı aşmamakta, emekçi kitleleri parlamenter hayallerle kandırmaya çalışmakta, emekçileri düzene yedeklemektedir. Bunun daha “ilkeli” yapılmıyor olması, yani liberal aydınlardan düzen partilerine ve güçlerine kadar, AKP karşıtı her unsurun, sürece dahil edilmeye çalışılması üzerinden yöneltilen eleştirilerin esasa ilişkin bir yanı bulunmamaktadır. Kurulda yapılan konuşmalardan anlaşılan odur ki, ÖDP’deki çatlağın bu kadar belirgin hale gelmesinde “çatı partisi” süreci bardağı taşıran son damla olmuştur.

3 Kasım mitinginin Alaattin Dinçerciler tarafından altının boşaltılması, iş bırakma kararlarına uyulmaması ya da bu yönlü kararlara karşı çıkılması, SSGSS sürecinde Eğitim-Sen’in göz boyamaya yönelik gerçekleştirdiği bölge mitingleri, Danışma Kurulu’na yansıyan iç hesaplaşma sürecinin bu toplantıları iyice işlevsizleştirmesi vb. sendikal gündemler üzerinden Tombulcular’ın yönelttiği eleştiriler ise ÖDP’nin, Ufuk Urasçılar tarafından ele geçirilmesinden duyulan rahatsızlığın bir ürünüdür.

Düne kadar içiçe hareket eden, olan iç sorunlarının üzerini KESK kurulları sürecinde yönetimlerdeki çoğunluğu kaybetmemek için örten, uzlaşmacı mücadele çizgisini KESK’e hakim kılmada, ilerici çıkışları ezmede, devrimci güçleri tasfiye etmede ve karalamada elbirliğiyle çaba gösteren liberallerin bugün birbirlerine karşı görünürde pek “devrimci” eleştiri yöneltmesi ciddiyetten yoksundur.

Tersi Ufuk Urasçılar için de geçerlidir. Zira ÖDP’nin bu kanadı da KESK’teki bürokratik yapının sorumlusu olarak Tombulcular’ı göstermekte, 4688 sayılı yasanın geçmesinden ve yasaya uyulmasından karşı tarafı suçlamaktadır. O halde bu liberaller, tüm bunlar yaşanırken bugüne kadar ne yaptılar? Emekçi kitlelerin karşısına çıkıp gerçekleri mi anlattılar, teşhir mi ettiler? Kararlara itiraz mı ettiler, şerh mi koydular? Fiili-meşru eylemleri örmek için tabana mı yöneldiler? Yönetimlerden istifa mı ettiler?

Birbirlerini tasfiyecilikle suçlayanlar bugüne kadar yaratılan tüm devrimci değerleri elbirliğiyle tasfiye etmişlerdir. Kurulda birbirlerinin altından çekmeye çalıştıkları koltukları, emekçilerin mücadelesini geliştirmek ve güçlendirmek için değil devlet tarafından muhatap alınmak, düzen içi arenada varlık göstermek için kullanmışlardır. Uzlaşmacı sendikacılığı ve bürokratizmi elbirliğiyle kurumsallaştırmışlardır.

Yurtsever Emekçiler cephesinden değişen bir şey yok!

Kurulda koltuk hesaplarını bozan Yurtsever Emekçiler ise, kürsüyü “demokratik çözüm” söylemi çerçevesinde kullandılar. Bugüne kadar kamu emekçileri hareketi ve sendikal mücadele konularında alana özgü politikalar üretmek yerine, “demokratik çözüm” söylemlerini KESK üzerinden yükseltmeye çalışan Yurtsever Emekçiler’in politikalarında esasa ilişkin bir değişiklik bulunmamaktadır.

Bugüne kadar Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle kamu emekçilerinin mücadelesi arasında sınıfsal bağ kurmayan Yurtsever Emekçiler, hem Kürt halkının hem de kamu emekçilerinin mücadelesini ileriye taşımamakta, aksine Türk sömürgeciliğinden “demokratik çözüm” talep ederek Türk ve Kürt emekçilere düzen içi hedefler göstermektedirler.

Kurulda, yönetime gelen grupların oluşturduğu “Emekçilerden yana barış ve demokrasi için fiili ve meşru mücadeleyi yükselten bir KESK” başlıklı broşürde yer alan Kürt sorununun “demokratik çözümü” için yapılması gerekenleri dile getiren şu ifadeler Yurtsever Emekçiler’in kurula ve KESK’e yönelik politikasının özü ve özeti durumundadır:

“Türkiye’deki demokrasi ve devrimci güçlerin ortak irade ile sürece müdahil olmaları halkların özgürlük ve demokratik taleplerini gören bir yaklaşım olacaktır. Aksi bir tutum ülkede emek mücadelesinin de gelişimini engelleyecek, hak gaspları giderek artacaktır. Bu noktada emek ve demokrasi güçlerine, barıştan ve kardeşlikten yana kesimlere düşen en önemli görev, yaşanan şiddet olaylarının bir an önce son bulması için gerekli duyarlılığı göstermek olmalıdır. Ve bu anlamda her kurum ve kişinin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesidir. Demokrasinin tüm toplum kesimlerinin çıkarına ve yararına olduğu gerçeğinden hareketle önümüzdeki dönem KESK ve KESK’e bağlı sendikalara düşen temel görev, en geniş emek ve demokrasi cephesinin oluşturulması için tüm olanaklarını seferber etmek olmalıdır.”

Kürt ulusunun en temel ulusal haklarını ve varlığını inkar eden, sistematik baskı ve terör uygulayan sermaye iktidarı aynı zamanda Türk işçi ve emekçilerini sefalete ve köleliğe mahkum etmekte, haklarını gaspetmektedir. Ulusal baskı ve eşitsizlik sınıfsal baskı ve eşitsizliğin bir yansıması olmaktadır. Sermaye iktidarı şovenizm zehirini kullanarak Türk ve Kürt emekçileri birbirine kışkırtmaktadır.

Kürt ve Türk emekçilerin mücadelesini ortaklaştıracak yegane devrimci tutum emperyalizmi ve Kürdistan’daki Türk sömürgeciliğini hedef alan sınıfsal taleplerle Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerini birleştirmektir. Bu gerçekliğin üzerinden atlayan Yurtsever Emekçiler, “demokratik ve barışçı çözüm” adına KESK ve KESK’e bağlı sendikaların önüne temel görev olarak “en geniş emek ve demokrasi cephesinin oluşturulması”nı koymakta, emekçilerin devrimci birliğini ve enerjisini heba ederek düzen içi kanallara akıtmaktadırlar.

Ufku düzenin sınırlarını aşamayanlar kamu emekçilerinin sorunlarına çözüm olamazlar!

İktidar perspektifinden yoksun liberal reformist anlayışların ufku düzen sınırlarını aşamaz. Sınıflar üstü demokrasi, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık tarifi yapanlar emekçilerin sorunlarına çözüm olamazlar. Sorunlara devrimci değil reformcu çözüm önerenler, çözümlerin önündeki toplumsal-siyasal engelleri doğru tespit edemezler. Bu engellere karşı mücadelenin taleplerini ve yöntemlerini devrimci tarzda ele alamazlar. İşçi ve emekçilerin, ezilen halkların baskı ve sömürüsünün asıl kaynağı olan burjuva düzeni reforme etmeye çalışanlar “hakları söke söke” alma mücadelesi yürütemezler.

Kamu emekçileri hareketinin gerilemesinden ve KESK’in dibe vuruşundan sorumlu olan liberal reformist anlayışların uzlaşmacı mücadele çizgisi ve pratiği bunun en somut kanıtıdır. Zira kurulda dağıtılan ve sendikal mücadeleden Kürt sorununa, kadın sorunundan örgütlenme hakkına, demokrasiden eşitlik konusuna kadar çeşitli değerlendirmelerin yeraldığı broşürlerdeki tespitler ve öneriler kamu emekçileri hareketini ileriye taşıyacak bakış ve perspektiften yoksundur. Kürt sorunundan demokrasi konusuna kadar değişik başlıklar altında sunulan çözüm önerileri ise “insan hakları ve demokrasi temelinde yapılacak anayasa tartışmaları ve anayasal düzenlemeler çözümü kolaylaştıracaktır” türü ifadelerle formüle edilmektedir.

“Demokratik anayasa” talebi, demokrasinin, ulusal ve sendikal hakların vb. “güvencesi” olarak emekçi kitlelere sunulmaktadır. Emekçilerin hak ve özgürlüklerine “hukuksal güvence” aramak emekçileri aldatmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Zira bugüne kadar emekçi sınıflar lehine anayasal anlamda yapılan düzenlemelerin tümü dişe dişe mücadeleler sonucunda burjuvazinin hukukuna yazılmıştır. Önce haklar kazanılmış, yasalara sonra yazılmıştır. Siyasal, ekonomik, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek yerine “demokratik anayasa” talebini öne çıkarmak emekçilerin mücadelesini düzen içi sınırlara hapsetmek, ilgisini düzen içi anayasal çözümlere yöneltmek anlamına gelmektedir.

Kurula müdahalede doğru devrimci tutumun önemi...

Hareketin ve sendikaların bugünkü durumundan sorumlu liberal reformist anlayışlar, kurulu, kişisel ve grupsal çıkarları doğrultusunda kullandılar. Kurulda yaşanan koltuk kavgası sırasında teşhir oldular. Hareketi içten içe kemiren, kitlelerin geri bilinci üzerinden politika yapan, sendikaların altını boşaltan liberal reformist anlayışlarla devrimci temellerde hesaplaşmak, devrimci bir mücadele programı etrafında emekçi kitleleri taraflaştırmak, hak ve talepleri doğrultusunda mücadeleye sevketmek günün ertelenemez devrimci görev ve sorumluluğu arasındadır. Ancak ne yazık ki devrimci, ilerici güçlerin genel kurul sürecine müdahalesi bu temellerde gerçekleşmedi.

Devrimci Memur Hareketi, Devrimci Kamu Çalışanları ve ESP’li memurlar, fiili-meşru mücadele geleneğinin tasfiyesinde, KESK’in tabandan kopmasında, bürokratik yapıyı kurumsallaştırmada aynı derecede sorumlu olan liberal reformist anlayışların bir kısmıyla ittifak yaptılar. Kurulda dönen kirli hesaplaşmaları mahkum etmek, kamu emekçilerini devrimci sendikal anlayış temelinde ayrıştırma mücadelesi yürütmek yerine ÖDP’nin Dinçer kanadı, Yurtsever Emekçiler ve Sendikal Birlik gericiliğinin oluşturduğu ittifakı desteklediler. Böylece liberal reformist anlayışlara yedeklendiler, ittifak yaptıkları kesimi aklamış oldular.

Dün kolkola hareket edenlerden, bugün ise kıyasıya koltuk mücadelesi yürütenlerden açık ve tok bir şekilde hesap sormadılar. Kamu emekçilerinin sınıfsal çıkarlarının yerine grupsal çıkarlarını koyan, mücadeleyi ileriye taşıma irade ve iddiası olmayan, kısır tartışmalarla genel kurulu boğan, kamu emekçilerinin mücadelesini koltuk kavgasına heba eden anlayışları mahkum etmediler/edemediler.

ESP’li memurlar kürsüden daha çok ÖDP’nin Tombul kanadıyla EMEP’i hedefleyen konuşmalar yaparken ÖDP’nin Dinçer kanadına, Yurtsever Emekçilere ve Sendikal Birlik’e tek söz dahi söylemediler. Devrimci Memur Hareketi ise genel bir takım söylemlerle geçmiş süreci eleştirmekle yetindi. Devrimci Memur Çalışanları ise ağırlıklı olarak örgütlenme modeli üzerine “çözüm” önerileriyle sınırlı konuşmalar yaptılar.

Devrimci, ilerici güçler geçmişten sorumlu liberal reformist anlayışlarla “herkesten olsun” mantığıyla hazırlanan eklektik bir programa imza atarak kendilerini kurtarmaya çalıştılar.

DMH ise “Eğitim Sen genel kurulunda yaşanan ittifak kültürüne aykırı davranışa rağmen eleştiri özeleştiri sürecinin yaşanmasından dolayı ittifakımız KESK’te de devam edecek. Yapılan program çalışmasına katılmadığımız için programda ortaklaşmadık ve DMH olarak imzamızı koymadık. Ancak bu durum programın bütününe dönük bir yaklaşımımız olarak algılanmamalıdır” ifadelerinin yeraldığı bir bildiri dağıtarak ittifakın politik sorumluluğunu paylaşmış oldu.

Devrimci kamu emekçilerini bekleyen görevler!

Mücadelenin ihtiyaçlarını ve görevlerini koltuk kavgasına ve grupsal çıkarlarına heba edenlerin kamu emekçileri hareketini ve KESK’i ileriye taşıyamayacağı açıktır. Kürsüden kamu emekçilerini doğrudan ilgilendiren saldırılara ve mücadele taleplerine yapılan vurgular, bugüne kadar sözkonusu saldırılar adım adım uygulanırken seyirci kalanların inandırıcılığını ve samimiyetini göstermektedir.

Genel Kurul süreci tabandan ve tabanın sorunlarından koptukça sendikal mevzileri kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanan, bürokratikleşen ve grupsal çıkarlarını herşeyin üzerinde tutan liberal reformist anlayışlarla hesaplaşmanın ve devrimci önderlik ihtiyacının yakıcılığını bir kez daha göstermiştir.

Önümüzdeki süreç, sermayenin artan sosyal yıkım saldırılarına karşı devrimci bir kamu emekçileri hareketi yaratmanın önemine işaret etmektedir. Zira liberal reformist anlayışların, içten içe kemirdikleri ve altını oydukları sendikal mevzileri kurul sonrasında da birbirleriyle hesaplaşmanın zeminine çevirecekleri ortadadır. Şube ve sendika yönetimleri ile genel merkez yönetimi arasındaki gerilimin süreceği bugünden bellidir.

Milyonlarca kamu emekçisini doğrudan ilgilendiren saldırılara karşı mücadeleyi örgütlemek ve devrimci önderlik boşluğunu doldurmak başta Sosyalist Kamu Emekçileri olmak üzere sınıfsal kaygılarla hareket eden tüm ilerici, devrimci güçlerin görevidir.