11 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi dalaşma ve devrimci sınıf çizgisi!
   Liberal ve reformist solun rejim kriziyle sınavı
Fethulah’ın Abant Platformu Kürt sorunu gündemiyle toplandı…
E-Kart grevine dayanışma eli...

İşçi ve emekçi hareketinden…

2008 metal grup TİS’leri yaklaşırken…
TİS komiteleri kuralım, sözleşme sürecinde
etkin bir rol oynayalım!
  İstanbul’da belediye TİS’leri...
  Zam furyasına karşı ücretlerimize ek zam talep edelim!
  “Şah! Rok!”: Mat için ne yapmalı? Yüksel Akkaya
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması: Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 2 Volkan Yaraşır
  Emperyalizmin G8 Zirvesi sirki!
  Irkçı siyonistlerden
savaş kışkırtıcılığı!
  Dünyadan kısa kısa…
  Bir kez daha iktidar çekişmesi üzerine
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Liberal ve reformist solun
rejim kriziyle sınavı

Düzen içi çatışmada tozun dumana karıştığı bir evreden geçiyoruz. Çatışmanın kızışması, uzun bir süredir çatışan kutuplar arasındaki gerilimle belirlenen siyasal alanı da doğrudan belirliyor. Siyasal iddia taşıyan güçler, bu gerilim altında tutumunu ortaya koymak, çatışmada sözünü söylemek ihtiyacı duyuyor. Zira şu ya da bu düzeyde ciddiyeti olan her siyasal akımın sözünü söylemesi bir zorunluluk haline geliyor. Çünkü tutum ortaya koyamamak siyasal iddialarını tartışmalı hale getiriyor. Fakat, halihazırda sorun söz söylemekte ve tutum almakta değil, çatışan güçlerden bağımsız davranabilmek planında yaşanıyor.

Düzen siyasetinin sağında ve solunda konumlanmış siyasi güçler payına zaten böyle bir sorun yok. Zira bu güçler için doğal olanı var olan kutuplardan birinin yanında saf tutmak. Bunlar içerisinde düzenin selameti uğruna kutuplar arasında orta bir yol bulmak isteyenler de var elbette. Bu tutumun sahipleri, düzenin efendileri adına, en azından onların ideolojik-politik platformları adına hareket ediyorlar. Her bakımdan çatışan güçlerin ya da onların efendilerinin eteklerinde duruyorlar. Daha çok, emekçilerin zihinlerinde bıraktıkları izlerden dolayı önem taşıyorlar. Bu yanıyla da genel olarak düzene karşı yürütülen ideolojik-politik mücadelenin konusudurlar.

Asıl tartışma konusu edilmesi gereken ise, sol bir iddia taşıyan ve genel sol muhalefetin parçası sayılan güçlerin tutumlarıdır. Bu güçlerden bir bölümü şu ya da bu düzeyde mevcut kutuplardan birine meyletmektedirler. İktidar ufkundan yoksunluk, küçük-burjuva demokratik kimlik ve bazıları için burjuva sosyalizm anlayışının doğal sonucu olarak mevcut kutuplardan yana meyleden bu güçler, böylece bir kez daha devrimci sol değerlerden uzaklıklarını teyit etmekte, düzenin sınırlarını aşacak bir irade ve anlayışa sahip olmadıklarını göstermiş bulunmaktadırlar. Sol harekete ait olarak görüldükleri için tutumları üzerinde durmanın gerekli olduğu bu güçlere daha yakından bakalım.

TKP: İlericilik adına “ulusalcılar”la aynı safta!

Bu dönemdeki tutumuyla TKP, yalpalayanlar içerisinde ayrı bir yerde durmaktaydı. Zira diğerleri daha çok, demokrasi mücadelesi adına dinci akımlardan yana meylederken, TKP tersine laiklik ve bağımsızlık adına dinci akıma karşı mücadele bayrağını yükseltip pratikte “ulusalcı” cephenin arasına adını yazdırmış oldu.
Öyle ki, TKP bu dönemde “Ülkemizin ve cumhuriyetin sahipsiz olmadığını gösterelim!” şiarını öne çıkardı ve bu doğrultuda bir dizi eylem örgütledi. Bu eylemlerden birisi Sivas katliamıyla ilişkilendirilerek 6 Temmuz günü İstanbul’da gerçekleştirildi. Bu eylemin çağrıcısı olarak öne çıkarılan “Yurtsever Cephe”nin bildirisinde şunlar söylenmekteydi:

“Gericilik ülkemizi teslim alıyor, Türkiye’nin içişlerine müdahale ediyor, Türkiye’yi kendi mandası sayıyor. Kaynaklarımızın hemen hemen hepsi yabancılara peşkeş çekilmiş bulunuyor. Adım adım ülkemizin ve cumhuriyetin değerleri Sorosçular tarafından teslim alınıyor.”

TKP adına yapılan eylem çağrısında ise şunlar ifade edilmekteydi:
“Bu operasyonun Türkiye’de demokrasiyi korumak, darbe tehlikesini savuşturmak için yapıldığına ilişkin açıklamalar tamamen yalandır. AKP darbe söylentileri yayarak, darbe tehlikesine işaret ederek kendi darbesini gerçekleştirmektedir. 6 Temmuz Pazar günü (…) ‘AKP’ye karşı’ buluşup yürüyüşe geçiliyor. Ülkesine sahip çıkanlar bu yürüyüşe de katılmalıdır. 12 Eylül uzantısı, ABD maşası AKP’ye dur deme zamanı gelmiştir! AKP’yi durduracak olan ne çeteler ne de cuntadır. Ülkemizin geleceği halkımızın harekete geçmesine bağlıdır.”

Her ne kadar bu sözler içerisinde darbe ve cuntaya karşıtlık adına edilmiş birkaç söz varsa da, açıktır ki TKP ana mesele olarak AKP’yi görmektedir. Çünkü söz konusu olan Cumhuriyet’tir. Aydemir Güler söz konusu eylemde bu tutumu şu ifadelerle açmaktadır:

"Türkiye Cumhuriyeti, halkımızın tepesine çökertilmektedir. Sorun, yaşanan sert kavgaya halkın müdahil olmamasındandır. Sorunun birinci muhatabı henüz devreye girmiş değildir. Çözüm de buradadır. Türkiye Komünist Partisi bu kavgada taraftır. Türkiye Komünist Partisi, ileriye, eşitliğe, özgürlüğe, adalete, barışa ulaşabilmek için daha önceki ilerlemelerin korunması gerektiğini bilmektedir ve bu ilerlemelerin yok edilmesine karşı konum almaktadır.”

Aydemir Güler konuşmasının başka bir yerinde ise bu tutumun içeriğini tarihsel bir çerçevede şöyle ortaya koymaktadır:
“Türkiye’nin ileriye gitmesi gerekmektedir. İleriye gitmek için daha önceki ilerlemenin üstünde yükselmeniz gerekir. AKP’nin temsil ettiği cephe ise Türkiye’yi geriye götürmektedir. Bu cephe cumhuriyeti, bağımsızlığı, dinin siyasetten dışlanması kuralını reddetmekte, bu tarihsel ilerlemenin altını süratle oymaktadır. Bu bir karşı-devrimdir. Bağımsızlık ve çağdaşlaşma iddiasını sürdüren Türkiye’nin ortadan kalkması demektir.”

Bu ifadelerle özlü biçimde ortaya konulduğu üzere, TKP tarihsel bir ilerleme olarak gördüğü Cumhuriyeti savunmak için, bu tarihsel ilerlemeyi geriye götürmekle itham ettiği AKP’ye karşı mücadeleyi temel mesele haline getirmektedir.

Cumhuriyetin kuruluşunun tarihsel bir ilerleme olduğuna kuşku yoktur. Fakat, herşeyiyle bir burjuva cumhuriyeti olan bu cumhuriyet gelinen yerde artık tarihsel ilerlemenin önünde bir engel haline gelmiştir. Tarihsel ilerlemenin bugünkü aşamasında, işçi-emekçi cumhuriyetine, yani sosyalizme doğru aşılamadığı için çürümüş ve kokuşmuştur. Zaten dinci gerici akım da bu çürümenin ürünüdür. İşçi ve emekçilerin burjuva cumhuriyetini ileriye doğru aşacak tarihsel eyleminin önünü almak için kullanılmaktadır. Fakat TKP marksizmin tarihsel gelişmeye ilişkin bakışını çarpık bir mekanik yorumla deforme ederek gerici politik hesaplarına dayanak yapmaktadır.

Dolayısıyla bugünkü çatışma laiklik ve dincilik ikilemi üzerinden sürdürülmeye çalışılsa da, devrimciler için söz konusu olan, kurulu burjuva cumhuriyetini yıkacak devrimi örgütlemek, devrimin görevlerine sarılmaktır. Bu çerçevede, düzen içi nüfuz mücadelesini saklamak için kullanılan yalan perdesini yıkmaktır. Fakat, ufku burjuva sosyalizmini aşamayan TKP, çürümüş burjuva cumhuriyetin bataklığında yetişen sineklere karşı mücadele etme görüntüsü altında, bataklığın kendisini savunma gafletine düşmektedir. Bunu komünistlik taslayarak yaptığı ölçüde ise, devrim, sosyalizm mücadelesine karşı yapılmış en büyük ihanetlerden birine imza atmaktadır.

TKP bu tutumuyla en pespaye bir burjuva sol parti olduğunu bir kez daha teyit etmiş olmaktadır.

ÖDP: Demokrasi adına dinci akımla aynı safta

TKP’nin açık bir siyasal tutumla dinci akımın karşısında laiklik savunusuyla boy gösterdiği siyasal tabloda, tam karşıda ÖDP bulunmaktadır. ÖDP bu süreçte, Ergenekon operasyonuna açık destek vermekte ve bu operasyonun demokratikleşme adına büyük bir adım olduğunu dile getirmektedir. Genel Başkan Ufuk Uras bu konuda yüksek perdeden şunları söylemektedir:

“Bu ülke Dingo’nun ahırı değil, herkes haddini bilmeli. Çeteler, bu cesareti, küstahlığı nereden alıyor? Yaşanan süreçten kim rahatsız oluyorsa suçüstü yakalanmıştır. Mutlaka doğru veya dolaylı bağlantıları vardır. Demokrasiyi savunmaktan kimse rahatsızlık duymamalı. Başımıza ne geldiyse istibdatçı arayışlardan geldi.”

Uras, Ergenekon operasyonuna verdiği destek ve bu operasyona demokratikleşme yönünde yüklediği anlamların yanı sıra, operasyonun emeklilerle sınırlanmayıp hala da görevleri başında olanlara doğru genişletilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Bu tutum düzen sınırlarına ve parlamenter avanaklığa teslim olmuş bir siyasi ufkun gelebileceği en ileri noktayı ifade etmektedir. Düzen güçleri arasında yürüyen bir çatışmanın ürünü olan ve bir yanıyla da eski kontr-gerilla artıklarını temizleyerek düzeni ve kontr-gerilla aygıtını, yanı sıra AKP gibi işçi-emekçileri ve devrimcilere karşı faşist zorbalığın aleti olan bir partiyi aklayan bir anlayıştır. Çünkü dinci partinin iktidar üzerine yürüttüğü mücadeleyle kontr-gerilla aygıtının temizlenebileceği düşüncesine dayanmaktadır. Bu anlayış rafine bir liberal sol anlayış olarak, işçi-emekçilerin zihinlerini boş hayallerle doldurmakta ve esas olarak dinci-gerici akımın yelkenlerini doldurmasına hizmet etmektedir.

EMEP: Emekçi halkı birleştirmek adına parlamenterizm ve demokratizm batağında!

Açıktan düzen kutuplarından birine meyleden TKP ve ÖDP’den farklı olarak EMEP, mevcut kutuplardan her birinin de gerici bir öz taşıdığını, bu kutuplar arasında yürüyen mücadelenin iktidar uğruna verilen bir mücadele olduğunu belirtmekte, bunun dışındaki liberal sol anlayışa karşı çıkmakta ve halkı iktidar kavgası veren güçler karşısında birleşmeye çağırmaktadır. EMEP’in görüşlerini açıklayan Levent Tüzel şöyle konuşmaktadır:

“Mesele şudur; Bu bozuk düzen değişmeli ve emekçiler, halk kendi geleceklerini ellerine almalı, kendi kurtuluşları ve iktidarları için mücadele etmelidir. Bizim derdimiz yönetici mevkilere gelerek rejim krizine derman olmak değil emekçi iktidarı önündeki engelleri temizlemek için çalışmaktır. O nedenle kimi sol partilerin kullandığı ‘AKP karşısında sol seçenek’, ‘gevşek, geniş sol koalisyon’ gibi halkçı bir program içermeyen ya da ‘AKP’yi istemiyoruz’ vb. gibi bozuk ve değişmesi gereken sermaye düzenini göz ardı eden sloganlar halkın birleşme zeminlerini çarpıtmaktadır.”

EMEP cephesinden Tüzel’in yanı sıra konuşan ve yazanlar da, çatışmanın demokrasiyle, laiklikle bir ilgisinin olmadığını döne döne belirtmektedirler. Bu yanıyla da TKP ve ÖDP’nin yanında bir adım ileride durmaktadırlar. Fakat, EMEP’in sınırları da burada başlamaktadır. EMEP’in ufku reformizmi aşamadığı için, emekçilere kurulu düzen temelleri üzerinde alternatif olarak “gerçek demokrasi”, “gerçek bağımsızlık” türünden içeriği doldurulamayan hedeflerler gösterilmektedir. Bunun için Levent Tüzel’in ilgili konuşmasında siyasal duruma ilişkin nispeten olumlu sayılabilecek değerlendirmeden çıkardığı sonuç, “burjuvazinin çıkarları için iktidara gelen hükümetlere karşı halkın bölünmüşlüğünü gidermeliyiz” biçiminde olmaktadır. Devamında daha net ifadelerle EMEP’in parlamenterist-liberal konumunu şöyle ortaya koymaktadır:

“Sol benzeri adlarla bir birliğe ihtiyaç yoktur. Şu ya da bu unvan değil ihtiyaç emek ve demokrasi talepleriyle bir araya gelmek, bir blok oluşturmak ve halk güçlerinin bu çatı altında birleşmesi için çalışmaktır. Burada mevkilere gelmek için hesaplar yoktur, çatışan iktidar güçleri karşısında halk için alternatif oluşturacak bir siyasi birliktelik ve mücadele vardır. Hepsinden önemlisi sermaye düzeninin derdine derman olmak ve istikrar görevi değil bağımsız ve demokratik bir Türkiye’yi yeniden kurmaktır.”

Halkı birleştirmek adına yeni bir liberal sol seçim bloğu öneren EMEP, bunun için “Bağımsız ve demokratik bir Türkiye” hedefiyle, sol adından bile uzak durmayı öğütlüyor. Böylelikle, halka alternatif göstermek adına gerçekte parlamenter yolu gösteriyor. Kurulu düzen aşamayan liberal bir platform öne sürüyor. Bu yanıyla da işçi-emekçilere yeni bir şey sunmuyor.

Liberal ve reformist bataklık değil devrimci çözüm!

Burjuva reformist ve liberal kanatlarıyla burada andığımız sol güçler, bir kez daha düzen sınırlarını aşamayan politik platformlarıyla ya işçi-emekçileri boş hayallerle oyalamakta ya da düzen içi mücadelenin ana kutuplarından birine mahkum etmektedirler.

Bu reformist ve liberal sol akımların düzenin bataklığında gerçek bir çıkışsızlık önermek dışında başka bir anlama gelmeyen platformları karşısında, devrimci tutum şöyle özetlenebilir:

“Kuşku yok ki, işçi ve emekçilerin bu düzen içi çatışmada taraflardan herhangi biriyle en küçük bir çıkar ortaklığı yoktur. İşçi-emekçilerin çıkarı, bu kavganın taraflarının bütününü alaşağı etmekten geçmektedir. Çünkü ezilmekten ve kölece yaşamaktan kurtulmalarının yegane yolu budur. Aksi halde, burjuva güçlerin kavgalarının faturası sonuç ne olursa olsun, işçi emekçilere ödetilecektir. Bunun için işçi-emekçilerin kurtuluşunun yolu devrimde ve sosyalizmdedir. Devrim bayrağını yükselterek emperyalist efendileriyle, uşaklarıyla, generalleriyle ve her türden pisliğiyle bu düzeni yıkmaktır.” (Rejim krizi derinleşiyor, Kızıl Bayrak, sayı:28)

Bu temel devrimci stratejiye bağlı olarak elbette bugün, işçi ve emekçi hareketini düzene karşı devrimci bir rotaya sokmak üzere gündelik bir çalışmayla uygulanacak devrimci taktikler vardır. Devrim ve sosyalizm eksenine sıkı sıkıya bağlı biçimde uygulanacak bu devrimci taktiklerin genel çerçevesi komünistler tarafından daha önce, devrimci tutumun genel ilkeleriyle birlikte özlü biçimde ifade edilmiştir. Bunu ele alan Ekim’in Mayıs 2008 tarihli 251. sayısının başyazısının (Rejim Krizinde Yeni Safha...) yeniden okunmasını önererek sözümüzü noktalıyoruz.