11 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi dalaşma ve devrimci sınıf çizgisi!
   Liberal ve reformist solun rejim kriziyle sınavı
Fethulah’ın Abant Platformu Kürt sorunu gündemiyle toplandı…
E-Kart grevine dayanışma eli...

İşçi ve emekçi hareketinden…

2008 metal grup TİS’leri yaklaşırken…
TİS komiteleri kuralım, sözleşme sürecinde
etkin bir rol oynayalım!
  İstanbul’da belediye TİS’leri...
  Zam furyasına karşı ücretlerimize ek zam talep edelim!
  “Şah! Rok!”: Mat için ne yapmalı? Yüksel Akkaya
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması: Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 2 Volkan Yaraşır
  Emperyalizmin G8 Zirvesi sirki!
  Irkçı siyonistlerden
savaş kışkırtıcılığı!
  Dünyadan kısa kısa…
  Bir kez daha iktidar çekişmesi üzerine
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fethullah’ın Abant Platformu Kürt sorunu gündemiyle toplandı…

Burjuvazinin hiçbir kanadı Kürt sorununu çözemez!


Kürt sorunu yaklaşık 25 yıldır siyasal gündemin ilk sıralarında yer alıyor. Bunun yeni bir örneği Abant’taki toplantı oldu.

‘98’den beri Fethullah Gülen cemaati “İslam ve laiklik”, “Din-devlet ilişkileri”, “Demokratik hukuk devleti”, “Çoğulculuk ve küreselleşme”, “Savaş ve demokrasi” gibi başlıklarla Abant toplantıları düzenliyor. Abant toplantılarının sonuncusu ise Kürt sorunu gündemiyle yapıldı.

ABD'nin Ortadoğu planlarında önemli bir yer tutan Kürt sorunu aynı zamanda sermaye iktidarının dönemsel politikasında da giderek öne çıkıyor. 17.’si düzenlenen Abant toplantılarının AKP hükümeti için önemli bir lojistik destek sunduğu biliniyor. Son toplantının başlığı, “Kürt sorunu: Barışı ve geleceği birlikte aramak”. Bu başlık, ABD ve sömürgeci sermaye devletinin yeni dönem Kürt politikası ile birlikte düşünüldüğünde, platformun ne kadar önemli görevler üstlendiği ortaya çıkar. Hatırlanacağı üzere, bu toplantının “Kürt sorunu”nu tartışmak üzere 27-29 Mart tarihlerinde Diyarbakır'da yapılacağı açıklanmış, ancak program ertelenmiş ve 4-6 Temmuz tarihlerinde Abant'ta düzenlenmesine karar verilmişti.

Toplantının düzenleme kurulunda yazar Ali Bulaç, yazar Prof. Dr. Mümtazer Türköne, emekli Hakim Albay Dr. Ümit Kardaş, araştırmacı-yazar Altan Tan ve Abant Platformu Genel Sekreteri Salih Yaylacı yeraldı. Toplantı, Prof. Dr. Mete Tunçay'ın açılış konuşmasıyla başladı. Etkinlikte konuşmacı olarak yer alan kimi isimler ise şunlar: Prof. Dr. Eser Karakaş, Mehmet Altan, Mustafa Karaalioğlu, Ahmet Altan, Haşim Haşimi, Abdülmelik Fırat, Sedat Yurttaş, Kemal Sayar, Naci Bostancı, Ümit Fırat, Levent Köker, Soli Özel, Ayhan Aktar, Cengiz Çandar, Mustafa Akyol, Cevat Öndeş, Ali Nihat Özcan, Ali Fuat Bucak, Fuat Keyman.

İlk günkü oturumlarda Kürtler’in siyasi duruşu tartışmalara damgasını vurdu. Eski Kürt milletvekili Sedat Yurttaş, Kürtler’in Cumhuriyet'in kuruluşunda önemli rol oynadığını belirtti ve  “Kürtler, Lozan ile birlikte yeni bir yere kondu” görüşünü savundu. Yurttaş, “Kürtler’in bilincinde aynı zamanda Dersim'de öldürülenler, Şeyh Sait isyanında öldürülenler de var” dedi. Kürtlere kendi dillerinde dua etmeye bile müsaade edilmediğini belirterek, "Bu toplantıya bazı isimlerin de çağrılması gerekiyordu. Görüyorum ki bazı isimler burada eksik" sözleriyle sitem etti.

Ümit Fırat, Cumhuriyet tarihinde Takrir-i Sükun Kanunu ve 1925'te açılan diktatörlük döneminin Kürt sorununu çözümsüz bıraktığını vurguladı. Eski MİT müsteşarı Cevat Öndeş, AKP'ye tavsiyelerde bulunarak, yaşanan sıkıntılardan dersler çıkarılması gerektiğini söyledi. AKP milletvekili Zeynep Dağı samimiyetten, Cengiz Çandar ise Genelkurmay'a somut çözüm önerileri sunmaktan bahsetti. Eşi AKP milletvekili olan Mümtaz'er Türköne, demokratikleşmenin altını çizerek yerel yönetimlere özerklik istedi. Kürt sorununun çözümü için yeni bir Anayasa talebini dile getiren Altan Tan ise, "Vatandaşlık tanımı yapılmamalı, din teminat altına alınmalı, Kürtçe anadilde eğitimin önü açılmalı, özel kanallarda Kürtçe süre sınırı kaldırılmalı ve değiştirilen mekânların, yerlerin isimleri eski haline döndürülmelidir" dedi. Tan Kürt sorununda "din"in yerinin altını çizerek, AKP ve Fethullah Gülen tarikatının Kürt sorunundaki temel davranış çizgisini vurgulamayı ihmal etmedi.  

Toplantı sonuç değerlendirme metninde, “Her türlü şiddetin ve şiddet içeren yöntemlerin mutlak olarak reddedilmesini, Kürt sorununun çözümü için vazgeçilmez bir ön şart addediyoruz” ifadesi dikkat çekti. Elbette mahkum edilen şiddet, Kürt halkına yönelik dizginsiz devlet terörü değil, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesiydi.

Oysa öncelikle tespit edilmesi gereken şudur ki, Kürt halkına yönelik kirli savaşı tırmandıran, 85 yıldır inkar ve asimilasyon politikalarını kendisine rehber edinmiş sömürgeci sermaye devletidir. Kaldı ki, Kürt halkının ulusal ve demokratik taleplerini elde etmek için her türlü mücadele araç ve yöntemini kullanması haklı ve meşrudur. Abant Platformu katılımcılarının üzerini örttüğü temel gerçeklerden biri budur.

Abant Platformu’na göre ise, çatışmaların kaynağı PKK’dir ve silahlı eylemlere önkoşulsuz son vermelidir! PKK’nin silahlı eylemlerine son verme çağrısının somut olarak “devletin silahlı güçleri size saldırdığında kendinizi savunmayın” çağrısı anlamına geldiği ise görmezden gelinmektedir.

Açıktır ki, savaşın kaynağı varlığını koruduğu sürece, PKK silahlı eylemlerine son verse de “kalıcı barış” sağlanamaz. Zira savaşın kaynağı kapitalist sistemdir, bu sistemin koruyucusu ve kollayıcısı Türk sermaye devletidir. Kalıcı barışın sağlanmasını gerçekten isteyenlerin, sorunun kaynağının kurutulması için mücadele etmesi, Türk devletinin Kürtlere ve milli azınlıklara uyguladığı ulusal baskı ve zulme karşı durması gerekir.  Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı da dahil kendi kaderini tayin etme hakkını savunması gerekir. Bu tutumun Fetullahçı Abant Platformu’na fersah fersah uzak olduğu açıktır.

Abant Platformu, “barış ve diyalog” adı altında tüm parlak söylemlerine rağmen Kürt halkının ulusal demokratik talepleri uğruna yürüttüğü mücadeleden vazgeçmesi gerektiğini savunmaktadır. Dahası, sömürgeci sermaye devletinin Kürt politikasını uygulamasına zemin hazırlamaktadır. Söz konusu “barış” çağrısının hükümete bir yükümlülük getirmeyişi ve sadece Kürtlere koşul sürmesi de bunu anlatmaktadır.

Abant Platformu katılımcılarına, Kürt köyleri yakılıp yıkılırken, boşaltılırken, ateşkes uygulayanlara saldırılırken, Kürt halkı dizginsiz bir devlet terörünün hedefi iken neden en küçük bir tepki göstermedikleri sorulmalıdır. İmha, inkar ve asimilasyon politikalarını savunma noktasında çatışma içinde olduğu ordu eksenli burjuva kamptan hiç de aşağı olamayan AKP’nin “düşünce kuruluşu” misyonunu üstlenen Abant Platformu’nun bu sorulara verebileceği olumlu bir yanıt olamaz. Açıktır ki, Abant’ta barış olarak sunulan, Kürt halkını koşulsuz olarak teslim olmaya çağırmaktan başka bir şey değildir. Abant’taki globalizm ideolojisinin savunucuları, her türlü şiddete karşı çıktıklarını söyleyerek, aslında Türk milliyetçiliğine ve sömürgeci şiddete dolaylı da olsa destek vermiş olduklarını saklamaya çalışıyorlar.

Abant Platformu katılımcıları, toplantı boyunca Kürt sorununa “imha” politikası dışında bir çözüm arayışında olunduğu izlenimi vermeye özen gösterdiler. Onların Kürt sorununun çözümü için ise vazgeçilmez bir önşartı var: Kürt sorununu Kürt halkı olmadan çözmek! Kürtler’den, sessizce beklemeleri ve kendilerine verilen kırıntılarla idare etmeleri isteniyor. Kürt halkı sessizce beklediği sürece demokrat kesilenler, onlar konuşmaya başlayınca devletin şiddetini meşru görmektedirler! Eğer Kürtler kendilerine sunulanlarla yetinmeye niyetli değillerse ve hele de beklentilerini militan bir kitle hareketiyle ortaya koyarlarsa, liberallerin gözünde bu bir “terör”dür ve en sert önlemlerle bastırılmayı hak etmiştir!

Kuşkusuz ki, bugün Abant’ta da ifadesini bulan Kürt halkına dayatılan teslimiyetin baş mimarı ABD’dir. Bugün gelinen yerde Kürt sorununa ilişkin olarak başta Genelkurmay ve TÜSİAD olmak üzere egemen güç odakları arasındaki farklılıklar büyük ölçüde ABD’nin yaklaşımı temelinde giderilmiştir. Açıktır ki, sözkonusu kirli Kürt planı, ne kadar başarılı olacağından bağımsız olarak, içinde aynı zamanda Türkiye’deki düzen güçleri arasındaki gerilim ve çatışmayı hiç değilse kritik bir dönem için hafifletmeyi içeren bir yön de taşımaktadır.

Şu gerçeğin altı özellikle çizilmelidir. ABD açısından Türkiye’de sahneye konan Kürt planı, esasen ABD’nin Ortadoğu için tasarladığı “Amerikan barışı” senaryosunun bir parçasıdır. Doğal olarak, emperyalist hiyerarşi içinde tuttukları yer ve işbirlikçi karakterleri düşünülürse, Türkiye’de yönetici güç odakları arasında bu soruna ilişkin bir uzlaşmayı da ifade etmektedir.

Bu, Kuzeyli Kürtleri bir “kirli barış” anlaşması ile teslim alma çabasıdır. ABD’nin Türkiye’de uygulamaya çalıştığı bu “kirli barış”, aynı zamanda başarısı ölçüsünde Irak için de önemlidir. Zira Kuzey Kürdistan’da Kürt hareketi etkisizleştirilebilirse ABD’nin Irak’ta eli güçlenecektir ki, bu durum başta mazlum Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarının aleyhine olacaktır.

Kürt halkı yıllardır ulusal demokratik istemleri için haklı ve meşru bir mücadele vermektedir. Bugün burjuvazinin kıyasıya bir çatışma içinde olan her iki kesiminin ise Kürt halkına çözüm adına verebileceği bir şey yoktur.

Kirli savaşın sona ermesinin tek yolu, Kürt halkının gerçek ve samimi tek müttefiki olan devrimci işçi sınıfının ayağa kalkması ve Kürt emekçilerine elini uzatmasıdır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesine omuz veremediği koşullarda kendi kurtuluşunun yolunu da açamayacaktır.

Egemenlerin keyfi baskı ve terörünün adı 301. madde...

Tüm anti-demokratik yasalar iptal edilsin!

Sermaye sınıfı egemenliğini korumak için kontra yöntemler dışında sözde demokrasinin göstergesi olan meclisinden çıkardığı birçok faşist yasayı kullanmaktadır. Söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı ülkede 301. madde ve ondan önceki yasalar bu amaçla kullanılmış, başta devrimciler olmak üzere ilerici aydınlara ve demokratlara bu vesileyle birçok dava açılmıştır.

Son zamanlarda bu madde kapsamına giren “suçlara” baktığımızda, yasanın sadece devrimci güçlere, ilerici aydınlara değil düzene muhalif her sese ya da hak arama girişimine yönelik uygulandığını görüyoruz. Örneğin, 2008 yılında geçen yıllardan görüşülmesine devam edilen 527 tane 301 davası bulunuyor. 2003’ten bu yana ise 301. maddeden 745 kişi mahkum oldu.

Bilindiği gibi 301. madde, TCK’nın “Türklüğü aşağılamak” “suç”unu düzenliyor. Kapsamı öyle geniş ki, davalar açıldıkça neyin “suç” olduğunu anlıyoruz. Öyle ki, geçtiğimiz aylarda Tunceli’de sigara yasağı hakkında konuşurken “savcılar görevini yapmıyor” diyen 73 yaşındaki Hasan Erdoğan adlı bir emekçi hakkında bile 301’den soruşturma açıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda iş müfettişi olarak görev yapan Niyazi Uslay ise, iş kazası ile ilgili bir olayın patronlar lehine hasıraltı edilmesi olayının üzerine gittiği için sürgün edildi. Sonrasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile devletin askeri kuvvetlerini “alenen tahkir ve tezyif etmek” suçundan TCK’nin 301. maddesinden yargılandı.

Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün. Örneğin; İzmir’de 8 ay önce polis kurşunuyla öldürülen Baran Tursun’un ailesi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden iki ayrı dava açıldı. Baba Mehmet Tursun, eşi Berrin Tursun ve kızı Şelale Tursun, yargıya güvenlerinin olmadığı yönünde açıklamalar yapmıştı. Aile hakkında TCK’nın 301. maddesi uyarınca, “yargı görevini yapanı etkileme, tehdit, hakaret, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, yargı organlarını, askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağılama” suçlarından dava açıldı.

Yine geçtiğimiz ay İzmir Güzeltepe Mahallesi’nde karakolda işkenceye uğrayan 3 genç için yapılan protesto eylemine katılanlar ve karakolda işkence olduğunu ifade eden gençler hakkında 301. maddeden dava açıldı.

Yine Çiğli’de Kalmaksan adlı fabrikada hakkını arayan sınıf bilinçli bir işçiye saldıran patron, hırsını alamayıp işçi hakkında, “fabrikada TSK’nın sınır ötesi operasyonları” hakkında konuştuğu gerekçesiyle savcılığı devreye soktu ve işçi hakkında 301. maddeden dava açıldı.

301. madde egemenlerin keyfi uygulamalarını daha rahat yapabilmesi için bulunmaz bir kılıf! Sömürü ve soygun düzenlerini sorunsuz sürdürmek için egemenler 301. gibi maddelere, bunların içerdiği yasaklara her zaman ihtiyaç duymuşlardır, duyacaklardır.

Bu tür yasalar ancak işçi sınıfının ve emekçilerin mücadelesiyle yırıtılıp atılabilir. Bu konuda yakın tarihimizde anlamlı örnekler bulunmaktadır. Örneğin DGM direnişleri ile sınıfın örgütlenmesinin ve mücadelesinin “devlet güvenliği” gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılması engellenmiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Önemli olan bu bilinçle, işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların temel demokratik hak ve özgürlüklerini elde etmek için birleşmesi ve mücadeleyi yükseltmesidir. Mücadele sadece 301. maddeyi değil, bununla birlikte tüm faşist ve anti demokratik yasaların kaldırılmasını hedeflemelidir.

Tüm faşist yasalar iptal edilsin!

Sınırsız söz, basın, toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü!