12 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/37

  Kızıl Bayrak'tan
  Yiyici asalakların dalaşması neyi yansıtıyor
   Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti…
12 Eylül düzenine son vermek için devrimci sınıf hareketini yükseltelim!
Grev ve direnişlere daha güçlü destek!

MBelediye TİS’lerinin gösterdikleri

Yol-İş Olağanüstü Genel Kurulu yapıldı...
  Metal grup TİS’leri tartışıldı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Kamu emekçilerini hedef alan saldırılar gündemde…
Tabanda oluşturulacak örgütlenmelerle
mücadeleye hazırlanılmalıdır!
  KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin şube yöneticileriyle konuştuk…
  Bunlar engerekler ve çıyanlardır!
  Metal TİS’lerinde esneklik dayatması!
  Tuzla tersanelerinin “mazlum” patronları!
  Kapitalizm kadını neden öldürüyor?
  Kapitalizm doğayı yok etmeye devam ediyor…
  Suikast kurbanı Benazir Butto’nun dul eşi cumhurbaşkanı…
  Özel savaş aygıtı kendisini
tahkim ediyor!
M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 2
Volkan Yaraşır
  Bültenlerden
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yiyici asalakların dalaşması neyi yansıtıyor?

AKP hükümeti ile TÜSİAD’ın en büyük oligarklarından Doğan Grubu arasındaki yeni dalaşma bir anda düzen siyasetinin ana gündemi haline geldi. Tarafların karşılıklı olarak yazılı ve görsel sermaye medyasını neredeyse yarı yarıya ellerinde tuttukları ve burjuva muhalefet partilerinin de dalaşmada taraf haline geldikleri gözönüne alındığında, bu sonuç şaşırtıcı da değildir.

Dalaşmanın bir anda bu boyutlara ulaşmasında taraflar adına yeni çıkışların en üst düzeyden yapılmış olması var. Doğan Grubu’nun medya üzerinden ve yolsuzlukları konu eden kontrollü saldırısını AKP ve hükümet adına başbakan doğrudan yanıtlayınca, bunu da çıkarcılık ve vurgunculukla suçladığı hasmına karşı savaş ilanına çevirince, olay bir anda çığrından çıktı. Kaba şantaja dayalı bu savaş ilanına karşı cepheden grubun başı bizzat yanıtladı. O da kendince şantaja meydan okudu ve bugüne kadar gizli sürdürülmüş kirli çıkar ilişkileri hakkında bazı iddialar attı ortaya. Şimdi taraflar bir yandan karşılıklı olarak birbirlerini çıkarcılıkla, şantajcılıkla, vurgunculukla ve ahlaksızlıkla suçlarken, öte yandan birbirlerinin hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, vurgunlarını, bu gibi durumlara uygun düşen ifadeyle, kirli çamaşırlarını bir ucundan da olsa ortaya dökmekle meşguller.

Ortaya dökülenler halen son derece sınırlı olmakla birlikte yine de önemli öğeler içeriyor. Aydın Doğan’ın medya gücünü pazarlık ya da şantaj aracı olarak kullanarak hükümetlerin sağladığı kolaylıklarla önemli vurgunlar vurduğunun aslında bir haber değeri yok. Bu, bu ülkede yaşayan ve politik yaşamı izleyen hemen herkes tarafından artık iyi kötü biliniyor. Daha önemli olanı bizzat başbakan tarafından “bizim Çalık”lara sunulanlar hakkında ortaya dökülenler. Aynı şekilde, başbakanın öfke patlaması halinde tehditler ve şantajlar savururken, bugüne kadar işi “saygıyla”, “gizli” biçimde götürelim demiştik ama artık böyle olmayacak diyerek, alışılmış patavatsızlığı ile tüm toplum önünde açığa vurduğu gizli ve kirli çıkar ilişkileri gerçeği.

Yine de bu çatışmanın güncel boyutları ve kendi dar sınırları üzerinde durmak fazlaca anlamlı değil. Ayrıca buna gerek de yok; zira çatışma halen kontrolden çıkmış bulunduğu için taraflar bunu özel yorumlar ve açıklamalar gerektirmeyecek bir açıklıkta kendileri zaten yapıyorlar. Bunun bir çıkar ve rant paylaşımı kavgası olduğu, öteki her şeyin buna kabaca alet edilmeye çalışıldığı ifade uygunsa ayan beyan ortada.

Fakat halen olup bitenlerin kendi sınırlarının ötesindeki anlamı önemlidir; zira bizzat bu çatışma üzerinden özel bir yeni evresini izlemekte olduğumuz rejim krizinin temeldeki nedenlerini, aynı anlama gelmek üzere sınıfsal mantığını anlamak bakımından, halen yaşanmakta olanlar son derece açıklayıcıdır. Buradaki açıklayıcılık buna ilişkin devrimci tahlili kolaylaştıran veriler sunmasında değildir, bu daha baştan yeterli açıklıkta zaten yapılmıştır. Yeni olan, bunun taraflar tarafından da bu denli kaba biçimde açığa vurulması, dolayısıyla devrimci tahlilin bu denli açıklıkla doğrulanmasıdır.

Ekim’in rejim krizini konu alan yazılarında daha önce de başvurduğumuz “Rejim Krizinde Yeni Safha” başlıklı önemli değerlendirmesinde, AKP’nin rejim krizine dönüşen gücünün kaynakları altı madde halinde özetleniyor ve bunların dördüncüsünde, bu son dalaşmanın kendinden öteye anlamına da ışık tutan şu görüşler dile getiriliyordu:

“Dördüncüsü, sırtını dayadığı özel tekelci gruplardan alınan güçtür. AKP bugün bir bütün olarak işbirlikçi büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet ediyor olsa da, bu onun burjuvazinin bir kesiminin (son 30 yıl içinde palazlanan ve bugün artık etkili bir tekelci sermaye kesimi haline gelen dinci ya da muhafazakar Anadolu büyük burjuvazisi) özel çıkarlarını da temsil ettiği gerçeğini değiştirmez. Nitekim siyasal sahnede laiklik-şeriatçı kutuplaşması adı altında olup bitenler, gerçekte tekelci büyük burjuvazinin iki ana grubunun sömürü ve yağmada daha etkin bir konum elde etmek için yürüttükleri bir iç iktidar mücadelesinin siyasal yansımasından başka bir şey değildir. AKP’nin arkasında bugün özel bir güçlü tekelci sermaye kesimi vardır ve tam da bu sayede bu kesim günden güne daha da güçlenmekte, bu durum başta TÜSİAD olmak üzere geleneksel tekelci sermaye kesimlerini gitgide daha çok rahatsız etmektedir. Fakat öteki kesim de elde ettiği politik avantajlara dayanarak iktidarda daha etkin bir konum kazanmak üzere halen hırsla yüklenmektedir. Türkiye’de dinsel gericiliğin feodal, yarı-feodal öğeler ile geleneksel orta burjuva katmanlara dayalı olarak sistemin eteğinde ve büyük burjuvazinin uyumlu bir eklentisi olduğu dönem artık geride kalmıştır. Bu kesim kendi içinden güçlü tekelci gruplar çıkarmıştır ve bunlar halen devlete hakim olmak ve topluma kendi iktidar mevzilerini güçlendirecek biçimler vermek çabasındadırlar. AKP bunun taşıyıcısıdır ve kendine özgü sınıfsal gücü aynı zamanda buradan gelmektedir. Özetle dinsel gericilik artık egemen burjuva gericiliğinin kitleleri denetim altında tutmakta yararlandığı bir yan eklentisi değil, fakat sistemin etkin ve asli bir öğesidir, giderek de hakim öğe olmak isteği ve çabası içindedir...” (Ekim, Sayı: 251, Mart 2008, Başyazı).

Sürmekte olan rejim krizinin bütün bir sınıfsal özü ve mantığı burada yeterli açıklıkta özetlenmiştir. Buradan bakıldığında güncel dalaşmanın anlamı da bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Yaşananların gerisinde dün ve bugün “bizim Çalık”lara cömertçe sunulanların, yerine göre Aydın Doğanlar’dan esirgenmesi vardır. “Bizim Çalık”lar istediklerini kolayca almaktadırlar, zira onlar AKP’nin ve dolayısıyla bugünkü hükümetin arkasındaki özel sermaye gruplarıdır. AKP’nin hükümet olmasının olanaklarından elbette en iyi onlar yararlanacaklardır. Aydın Doğanlar ise alacaklarını birçok durumda alabilseler bile, “bizim Çalık”larla karşı karşıya kaldıkları durumlarda çoğu kere kaybetmektedirler.

AKP, bugünkü koşullarda işçi sınıfı ve emekçilere karşı “bir bütün olarak işbirlikçi büyük burjuvazinin çıkarlarını” en iyi şekilde temsil eden ve bunu da izlediği politikalarla kanıtlayan bir partidir. Bunun sonuçlarından büyük burjuvazinin tüm kesimleri en iyi biçimde yararlanmış, AKP dönemi onların cirolarını ve karlarını misliyle katladıkları bir dönem olmuştur. Bugün karşı karşıya geldiği o aynı Doğan Grubu bu partinin hükümet olduğu dönemde ve 2007 yılı itibariyle tam dört kat büyümüştür. Doğan Grubu’nun vasalı olduğu Koç Grubu ise 2010 yılı için koyduğu hedeflere daha 2005 yılında ulaşmış, holdingin cirosu 5 yılda (2002-2007) tam 5.5 kat büyümüş, bu sayededir ki dünyanın en büyük 500 şirketi sıralamasında 168 basamak birden atlayarak 190’ıncı sıraya yükselmiştir. İşin bu yanında herhangi bir sorun yoktur. AKP bu açıdan bir bütün olarak işbirlikçi büyük burjuvazinin hizmetindedir. Bu çerçevede büyük burjuvazinin bütünü tarafından desteklenmekte, bugün için hala da vazgeçilmez görülmektedir.

Fakat öte yandan AKP, “islami sermaye” denilen yeni yetme, hırslı ve vurguncu, hızla büyümek isteyen, bu çerçevede hükümet ve devlet gücüne hakim olmanın ne demek olduğunu da iyi bilen belli sermaye gruplarının özel çıkarlarını temsil etmektedir. Büyük burjuvazinin kendi iç ilişkileri, demek oluyor ki çıkar çelişmeleri ve çatışmaları sözkonusu olduğunda, AKP’nin siyasal gücü ve hükümet olanakları öncelikle bu sermaye kesimlerine hizmet etmektedir. Tüm sorun işte buradan çıkmaktadır.

Burjuva toplumunda devlet, bir bütün olarak sermaye sınıfının elinde işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde bir baskı ve egemenlik aracı olmak temel işlevinin yanısıra, sermaye grupları arasında sömürü ve rant kaynaklarının bölüşümünde de özel rollere sahiptir. Bu rol Türkiye gibi sermaye sınıfının tarihsel olarak devletin olanaklarıyla beslenip palazlandığı bir ülkede özellikle belirgindir. Sabah-ATV’nin bulunmaz koşullarda kime peşkeş çekileceği, Mersin’de rafineri kurmak olanağının “orayı bizim Çalık’a verdim” kolaylığı içinde hangi sermaye grubuna sunulacağı buna sıkı sıkıya bağlıdır.

Nitekim son dalaşmanın da buradan patlak verdiği bizzat tarafların beyanlarıyla gözler önündedir. Doğan Grubu büyük Hilton arazisi vurgunu için istediği imar iznini alamayınca, rafineri kurmak olanağını da “bizim Çalık”a kaptırınca, aylardır dosyası elinde bulunan Deniz Feneri skandalını gürültüyle gündeme getirme yoluna gitmiş, tüm kıyamet de buradan kopmuştur.

Boğazına kadar yolsuzluğa ve rüşvete batmış olmak bugün AKP’nin en zayıf yanıdır. Kapatma davasıyla onu hırpalayan, anti-laik eylemlerin odağı ilan edenler, buna rağmen onu istedikleri yönde sınırlamakta ve oy desteğini zayıflatmakta başarısız kalınca, şimdi çözümü bu zayıf halkaya yüklenmekte buluyorlar. Bu doğrultuda kullanabilecekleri bolca malzeme bulacaklarına kesin gözüyle bakılabilir. Daha şimdiden ortaya dökülenler bunu gösteriyor. AKP 6 yıldır tek başına hükümet partisidir ve bundan daha uzun bir süredir de belediyelerin büyük bölümüne egemendir. Bu ona kamu olanaklarını yandaş sermaye gruplarına dilediğince peşkeş çekme olanağı verdi. Onu denetim altına almak ve sınırlamak isteyenler, bundan böyle, biriken büyük vurgun, yolsuzluk ve rüşvet olaylarından yüklenecekler.

Sorunun bu yanı Doğan Grubu’nu aşmaktadır ve işin doğrusu o konumu buna en az uygun olan sermaye grubudur. Zira kendisi de boğazına kadar pisliğin içindedir, dalaşmanın borsa üzerinden anında kendisine faturaya dönüşmesi de bundandır. Tayyip Erdoğan’ın bu gruba yönelik ölçüsüz tehdit ve şantajlarının gerisinde de bu vardır.

Sorun Doğan Grubu’ndan öteye TÜSİAD’da simgelenen büyük burjuvazinin geleneksel kesimlerinin sorunudur.* Kapatma davasını belirli bir uzlaşma zemininde bir sonuca bağlamanın AKP’de esasa ilişkin bir değişiklik yaratmadığını ve onun politik gücünü yandaş sermaye grupları için daha belirgin biçimde kullandığını görmek bu kesimi giderek daha etkili arayışlara itecektir. Ordunun tepesindeki son değişim ve bunu izleyen belli tutumlar onlara bu konuda ek olanaklar sağlayacak gibi görünmektedir. Ekonomide büyüyen sorunlar ile Gürcistan krizinin yolaçtığı dış politika açmazları AKP’yi kıskaca almanın olanaklarını ayrıca çoğaltmaktadır.

Fakat en önemli sorun AKP’nin oy desteğini zayıflatmaktır, bu olmadıkça onu denetlemenin güçlükleri sürecektir. Bunun yolu ise en zayıf halkadan, ortaya dökülecek yolsuzluk ve rüşvet dosyalarından geçmektedir. Halihazırda olup bitenler bunun yalnızca bir ilk açılışıdır.

Yıllardır sürmekte olan rejim krizi, düzenin temel kurumlarını siyasal yönden yıpratan bir süreç olarak da işledi. İç dalaşmanın kendisi kadar bu vesileyle ortaya saçılıp dökülenler bir bakıma bunu kendiliğinden sağladı. Fakat devrimci hareketin ve toplumsal muhalefetin çok yönlü zayıflığı ve yeteneksizliği nedeniyle bundan devrimci amaçlar doğrultusunda gereğince yararlanılmadı. Rejim krizi şimdi yeni bir boyut kazanıyor. İç dalaşmaya tarafların birbirlerinin vurgunlarını, hırsızlıklarını, yolsuzluklarını karşılıklı olarak sergilemeleri ekleniyor. İşçiler ve emekçiler arasında etkin ve verimli bir siyasal bilinçlendirme çalışması için şimdi koşullar çok daha elverişli. Bu durumda tüm sorun ilerici-devrimci güçlerin bundan yararlanma gücüne ve yeteneğine kalıyor.

Kızıl Bayrak

* Ekim’in andığımız değerlendirmesi, kapatma davası sürecinde TÜSİAD’ın hesaplı tutumuna ilişkin değinmelerini şöyle sürdürmektedir: “... Bu, icraatının ilk beş yıla yaklaşan döneminde AKP’nin hizmetinden tepe tepe yararlanan ve büyük kârlar devşiren büyük burjuvazinin bu geleneksel kesiminin gelinen yerde dinci partinin devlete egemen olma girişiminden artık rahatsızlık duymaya başladığının bir göstergesidir. Sömürü ve saldırı politikalarını hayata geçirmek sözkonusu olduğunda AKP onlar için hala da vazgeçilmezdir ve bugünün koşullarında alternatifi de yoktur, bunu yineliyoruz. Fakat onlar dinci partinin 22 Temmuz’dan beri sergilediği girişimlerden de rahatsızdırlar ve belli sınırları aşmaması gerektiği konusunda hassastırlar. Bu sınırların aşılmasının, yaratacağı öteki sorunların ötesinde, AKP’yi özel biçimde arkalayan yeni yetme tekelci gruplara sömürü ve yağmada özel avantajlar kazandıracağının ve kendi durumlarını ise zora sokacağının bilincindedirler. Halen de çatışan tarafların üzerinde durmaya, tarafları uzlaşmaya ve gerilimi yatıştırmaya çağırarak üst hakemlik konumun korumaya çalışsa da, gerçekte TÜSİAD giderek bu çatışmaya belirli bir ağırlık koymak eğilimindedir. Dinci partinin pervasızlığı onu buna gitgide daha çok zorlamaktadır...”