12 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/37

  Kızıl Bayrak'tan
  Yiyici asalakların dalaşması neyi yansıtıyor
   Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti…
12 Eylül düzenine son vermek için devrimci sınıf hareketini yükseltelim!
Grev ve direnişlere daha güçlü destek!

Belediye TİS’lerinin gösterdikleri

Yol-İş Olağanüstü Genel Kurulu yapıldı...
  Metal grup TİS’leri tartışıldı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Kamu emekçilerini hedef alan saldırılar gündemde…
Tabanda oluşturulacak örgütlenmelerle
mücadeleye hazırlanılmalıdır!
  KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin şube yöneticileriyle konuştuk…
  Bunlar engerekler ve çıyanlardır!
  Metal TİS’lerinde esneklik dayatması!
  Tuzla tersanelerinin “mazlum” patronları!
  Kapitalizm kadını neden öldürüyor?
  Kapitalizm doğayı yok etmeye devam ediyor…
  Suikast kurbanı Benazir Butto’nun dul eşi cumhurbaşkanı…
  Özel savaş aygıtı kendisini
tahkim ediyor!
M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 2
Volkan Yaraşır
  Bültenlerden
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm kadını neden öldürüyor

Geçtiğimiz hafta içinde töre cinayetleri yine kamuoyunun gündemindeydi. Fakat bu kez, işlenen yeni bir vahşi cinayet ile değil, Yargıtay’ın 14 Mart 2008 tarihinde aldığı, “suça teşvik” anlamına gelen kararının basına yansımasıyla... Töre cinayetleri ile ilgili olarak Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin oybirliği ile aldığı karar şöyleydi:

 “Gebe olduğu bilinen maktuleye karşı işlenen öldürme suçunun aile meclisi kararı sonucu gerçekleştirildiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıt bulunamadığından, suçun töre sebebiyle işlendiğinden söz edilemez.”

  Yargıtay’ın oybirliği ile aldığı bu kararın ne anlama geldiğini tam olarak anlayabilmek için öncelikle, Türkiye’de kadının yasalar önündeki durumunun yakın tarihine bakmak gerekiyor.

Türk Ceza Yasası ve kadın

2004 yılı öncesinde Türk Ceza Yasası, kadına karşı işlenen suçlara cezayı gerekli görmüyordu demek abartılı olmaz. Kadın aile içinde şiddete, baskıya, tehdide, tecavüze maruz kaldığında yasalar nezdinde kimse suç işlemiş olmuyor. Kadın evden kovulup kapının önüne bırakıldığında, mağdur olan kadından başka suçlu ve sorumlu yok. Kadına kocası tarafından tecavüz edildiğinde, yasalar işlenen suçu fiili “tecavüz” olarak kabul etmiyor. Tecavüz eden eş değil, bir yabancı ise ve mahkeme süreci başlamışsa, yasalar, tecavüz eden ile tecavüze uğrayanın evlenmesini teşvik ediyor. Suçlu ve mağdur evlenirlerse suç ortadan kalkıyor, tecavüz eden hiçbir ceza almadan evli bir erkek olarak yaşamına devam ediyor. Kadınlar namus temizlemek için öldürüldüklerinde ise, cinayeti işleyenin yapması gereken tek şey, cinayeti töre sebebi ile işlediğini mahkemeye bildirmek. Çünkü töre sebebi ile işlenen cinayetlerde sekizde bire varan oranlarda ceza indirimi yapılıyor. Yani töre yasalar tarafından saygıyla karşılanıyor ve böylece töre cinayetleri teşvik ediliyor.

Türk Ceza Yasası’nda 2004 yılında yapılan değişiklikler ise; eşe karşı cinsel saldırıyı, aile içi şiddeti, kadına karşı istismarı nihayet “suç” olarak gören maddeler içeriyor. Yeni Türk Ceza Yasası, tecavüz suçunun cezasının evlenme ile ertelenmesini kaldırıyor, töre cinayetlerinin cezasını müebbet hapis olarak belirliyor. Bu kez, namus cinayeti işleyen suçlunun mahkemede töreleri arkasına alması değil, cinayeti töre sebebi ile işlediğini gizlemesi gerekiyor. Töre denilen şey, elle tutulur, gözle görülür, ispat edilebilir bir şey olmadığından da, gizlenmesi elbette zor olmuyor. Üstelik, cinayeti işleyenin mahkemede “namusumu temizledim” demesi bile işlenen cinayeti töre cinayeti olarak değerlendirmeyi gerektirmiyor. Çünkü yasalar “töre cinayeti” ile “namus cinayeti”ni ayrı tutuyor ve namus temizleme cinayetleri için müebbet hapsi gerekli görmüyor. Yasaların “töre cinayeti” ile “namus cinayeti” arasında fark olduğunu kabul etmesi, cinayeti işleyenin faydalanacağı bir boşluk yaratıyor.

Mart 2008’e gelindiğinde ise, bu boşluk Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde oybirliği ile suçlunun lehine tanımlanıyor: “… suçun aile meclisi kararı sonucu gerçekleştirildiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıt bulunamadığından, suçun töre sebebi ile işlendiğinden söz edilemez.”

Peki ama kimdir “aile meclisi”? Ne zamandan beri “aile meclisi” diye resmi bir kurum vardır? Bu meclisin kaç kişiden oluşması gerekir? Meclis üyelerinin kimler olması gerekir? Aile meclisi kararı” nedir ayrıca? Toplanan aile meclisi yazılı karar çıkaracak değil ya, nasıl bulacaksınız aile meclisi kararını? Gizlice konuşulmuş, sessizce verilmişse ölüm fermanıdır bu, nasıl ulaşacaksınız “kesin ve inandırıcı kanıtlara”? Kadınların katli fermanlarını “namus” ve “töre” diye ayırmak kimin yararınadır? Yıllardır ceza yasalarında kağıt üzerinde yapılan değişikliklere rağmen, kadınlara karşı işlenen suçların hep cezasız kalması ne uğrunadır?

Kapitalist düzenin sürmesi için kadının katli vaciptir!

Bu düzen, genç kızların cansız bedenlerinden, anaların göz yaşlarından, çocukların aç uykularından, milyonların yaşanmamış yaşamlarından beslenerek sürdürür kendini. Üreten ve yaşamı yaratan insanların sömürülmesi, ölümü özleyerek yaşamaya mahkum edilmesi, erken ölümlere terk edilmesidir. Kadınların iki kat fazla sömürülmesi, şiddet ve zorbalık ile köleleştirilmesi, pazarda alınıp satılan bir mal gibi yaşamaya mecbur edilmesidir. O, ölümcül sömürü düzenidir, kapitalizmdir.

Kapitalist düzende kadının emeği, ücretli çalışma ile katıldığı toplumsal üretim alanında ve hiçbir ücret almadan çalıştığı ev içinde sömürülür. Kadınlar, sermaye sahiplerinin en kolay sömürdüğü kesimi oluşturduklarından, toplumsal üretim alanında kadın emeğinin sömürüsü yüzyıllardır en ağır biçimde sürüp gider. Hiçbir sosyal güvencesi olmadan kayıtdışı çalıştırılan, her an işini kaybetme tehdidi ile en ağır çalışma şartlarına razı edilen, hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atılan, eşit işe eşit ücret alamayan, sermaye düzeninin dönemsel ihtiyaçlarına göre, yeri geldiğinde ucuz emek gücü, yeri geldiğinde işsizler ordusunun bir parçası olarak konumlandırılan insanlardır kadınlar.

Ev içinde ise ücretsiz olarak çalıştırılırlar. Ev içinde 24 saat süren mesailerinde; çocuk ve yaşlıların bakımı, tüm aile üyelerinin beslenme, temizlik, dinlenme, giyinme, bakım ve tedavi gibi gereksinimlerinin karşılanması, evin temizlik ve düzeninin sağlanması, aile bütçesinin yapılması, aile üyelerinin duygusal ve psikolojik olarak desteklenmesi gibi birbirinden farklı beceriler gerektiren alanlar arasında mekik dokurlar. Böylece, aslında toplumsal olarak karşılanması, ücretlendirilmesi gereken işleri, sermaye sınıfının cebinden tek kuruş çıkmadan yapmış olurlar.

Ev içinde bir köle gibi çalışmalarının asıl sebebinin sermaye sınıfının daha fazla semirebilmesi olduğunu bilmemeleri için pek çok önlem almıştır sermaye düzeni. Ev içi köleliğinin kutsallığına, kadının doğasına uygunluğuna, kadının mutluluğunun tek koşulu olduğuna inandırmaya uğraşır kadınları. Gönüllü köleler haline getiremediği kadınlar için şiddet ve zoru devreye sokar. Kadının ezilmesi ve baskı altında tutulması görevini en önce aile üyelerine verir. Kadının çifte sömürüsünü sürdürebilmeyi kolaylaştıran kestirme bir yoldur bu. Böylece herkes en yakınındaki kadının düzen adına gardiyanı olabilecektir. İşte tam bu noktada, aile içi şiddeti onaylamak ve desteklemek zorundadır kapitalist düzen. Namus cinayetlerine anlayışla göz kırpmak zorundadır. “Töre” gibi feodalite kalıntısı kavramları yardıma çağırmak zorundadır. Kağıt üzerinde kadınların lehine olacak bir takım yasal değişiklikler yapmak zorunda kalsa bile, kendi yasalarını boşa düşürecek boşluklar yaratmak ve bu boşlukları değerlendirerek kadına karşı saldırısını sürdürmek zorundadır. Çünkü sermaye sahipleri çok iyi bilirler; emekçi kadının özgürleşmesi sermaye düzeninin felaketi olacaktır.

Namus cinayetleri ve feminist tepki

Kadınların ezilmesine gönülleri razı olmayan ama kapitalist düzen içinde neler olup bittiğini de bir türlü kavrayamayan feminist kadın örgütleri, Yargıtay’ın töre cinayetleri ile ilgili kararı karşısında da şaşkına dönmüş durumdalar. “Nasıl olur?” diye seslerini yükseltmekte, ama nasıl olduğunu, olanların kimlere nasıl hizmet ettiğini kendileri de gerçekte anlayamadıkları için, yükselttikleri ses düzen içinde bir “hoş seda” olarak kalmaktadır. Ne ezilenlere ve sömürülenlere bir fayda sağlamakta ne de sömürenlere karşı bir tehdit oluşturabilmektedir. Erkekleri kadınlara şikayet etmek, kapitalist bir devleti diğer kapitalist devletlere şikayet etmek ile sınırlı mücadelelerini sürdürürken, yaşanan son olay karşısında da ortak imza ile tepkilerini dile getirmişlerdir.

Feministlerin acilen anlaması gereken nokta şudur: Kadınların her türlü baskı ve zulme maruz kalmasının karşısında olduklarını iddia ederken, baskı ve zulmün sebeplerinin ört bas edilmesine, suçlanacak sahte hedefler gösterilmesine ortak olmaktadırlar. Böylece, kadınlar üzerindeki sömürü ve zulmün sürmesini kolaylaştıran bir rol oynamaktadırlar.

Kadının kurtuluşu için devrimci mücadele!

Kadının kurtuluşu mücadelesini sosyalist devrim mücadelesinden ayrı düşünebilmek olanaklı değildir. Kapitalist düzen içinde kadının sömürüsü ve ezilmesi, düzenin sürmesi için bir zorunluluktur. Kapitalist düzen ve yasalar kadınların lehine ne kadar reforme edilirse edilsin, kadının köleliği sürecektir. Kadının kurtuluşu kapitalist düzenin yıkılması ve sosyalizmin inşası ile olanaklı olacaktır. Ve bugünün kadını ancak böyle bir mücadelenin yolunu tuttuğunda özgürleşmeyi başarabilecektir.

Yarının özgür dünyasının bizlere çağrısı açık ve nettir: “Emekçi kadınlar bir adım ileri!”