12 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/37

  Kızıl Bayrak'tan
  Yiyici asalakların dalaşması neyi yansıtıyor
   Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti…
12 Eylül düzenine son vermek için devrimci sınıf hareketini yükseltelim!
Grev ve direnişlere daha güçlü destek!

Belediye TİS’lerinin gösterdikleri

Yol-İş Olağanüstü Genel Kurulu yapıldı...
  Metal grup TİS’leri tartışıldı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Kamu emekçilerini hedef alan saldırılar gündemde…
Tabanda oluşturulacak örgütlenmelerle
mücadeleye hazırlanılmalıdır!
  KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin şube yöneticileriyle konuştuk…
  Bunlar engerekler ve çıyanlardır!
  Metal TİS’lerinde esneklik dayatması!
  Tuzla tersanelerinin “mazlum” patronları!
  Kapitalizm kadını neden öldürüyor?
  Kapitalizm doğayı yok etmeye devam ediyor…
  Suikast kurbanı Benazir Butto’nun dul eşi cumhurbaşkanı…
  Özel savaş aygıtı kendisini
tahkim ediyor!
M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 2
Volkan Yaraşır
  Bültenlerden
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm doğayı yok etmeye devam ediyor…

Temiz bir çevre ve sağlıklı yaşam için örgütlü mücadeleye!

Çevre sorunları her geçen gün artmakta, çevre kirliliğinin yarattığı sorunlar kendini her düzeyde hissettirmektedir. Ancak bu sorunlara karşı gösterilen tepkiler sorunu doğru tanımlamaktan uzaktır ve örgütlü değildir. Hal böyle olunca “çevrecinin daniskası” bir başbakan çıkıp küstahlıkta sınır tanımadan konuşabilmekte, muhalefetinin sınırları belli olan kimi çevresel tepkilere bile tahammül edemediğini göstermektedir.

Kapitalist düzenin işleyiş yasalarının çevre ve insan sağlığına nasıl olumsuz bir etkide bulunduğu toplumun çoğu kesimi tarafından artık görülebilmektedir. Daha fazla kâr mantığıyla doğal kaynaklar hızla tüketiliyor ve kirletiliyor. Küresel ısınma ve buna bağlı sorunlar artık kendini daha fazla dayatıyor. Bu duruma bağlı yaşanan kuraklık, kıtlık vb. felaketlerin giderek artması bu sorunu toplumun gündeminde daha fazla tutuyor.

Gerçekte sermaye düzeninin sahiplerince uygulanan politikalarla küresel ısınma artmakta ve mevcut durumda ona bağlı sorunlar önlem alınmadığı için derinleşmekteyken, onların dilinde çevrecilik ikiyüzlüce kullanılan bir tanım olmaktan öteye gitmiyor. Kâr hırslarından vazgeçmedikleri için küresel ısınmayı artırmaya devam ediyor, bugünün ve gelecek neslin sağlıklı yaşam hakkı tehdit ediliyor.

Ancak kapitalistler bu durumun sorumluluğundan kendilerini kurtarmak için her zamanki yola başvuruyorlar. Sermaye sözcüleri medyada çevre sağlığıyla ilgili ikiyüzlüce açıklamalar yapıyor, insanların gündelik yaşamlarını ve geleceklerini etkileyen çevre sorunlarının doğru tanımlanmasını engelliyorlar.

Küresel ısınmaya bağlı ortaya çıkan tüm sorunlar, yani susuzluk, kıtlık, kuraklık ve diğer felaketler kendini dayatınca, kapitalistler sorunu kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Ancak yaptıkları sadece bu durumdan kârlı çıkacak çeşitli “yatırım” projeleri üretmek olmaktadır. Örneğin onların yaşanan su krizinden çıkardıkları sonuç, “suyun bir ekonomik mal olarak kabul edilmesi” ve şebeke suyunun özelleştirilmesi yoluyla elde edecekleri kârlardır. Geçtiğimiz günlerde Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) düzenlediği ‘’Sürdürülebilir Su Yönetimi’’ Konferansı’nda bu konuyu ele aldılar. Sermaye küresel su krizinden rant elde edebileceği yeni alanlar görmekte, bunun adı da “Sürdürülebilir Su Yönetimi’’ olmaktadır. Bu da çevre sağlığını gözetmek adına yapılmaktadır.

Gerçekte çözümden son derece uzak Kyoto Protokolü’nü bile daha yeni imzalayan Türkiye, kendisini “çevrecinin daniskası” ilan eden bir başbakana sahiptir. Tayyip Erdoğan, ortada çok ciddi boyutlara ulaşmış sorunlar varken, çevre kirliliğini önlemek, susuzluğa çözüm bulmak vb. adına sözde yapılanları anlatıp, ne kadar çevreci olduğundan bahsediyor. Ancak, son bir ayda ortaya çıkan veriler kendisini yanıtlıyor. Ortaya çıkan veriler aynı zamanda sorunun kaynağını da işaret ediyor. Bu verileri özetlersek:

Ülkenin ikinci büyük gölü olan Tuz gölü %85 küçülerek ikinciliği Beyşehir Gölü’ne bıraktı. Ancak Beyşehir Gölü de içerdiği su miktarı açısından Eğridir Gölü’nün gerisine düşerek küçüldü. Konya Havzası’nda bulunan 9 göl ise kurudu, göl ortamının canlı yaşamı tehlikeye girdi. Sermaye devleti bu sorunların nedeninin küresel ısınma olduğunu söyleyerek sorumluluğu üzerinden atsa da, Konya Havzası’ndan her yıl Tuz Gölü büyüklüğünde, yani 636 milyon metreküp suyun heba edilmesi ancak sermaye devletinin politikalarıyla izah edilebilir.

Bunların yanısıra Büyük Menderes, Gediz, Ergene, Seyhan ve Ceyhan gibi önemli akarsular her geçen gün biraz daha kirleniyor ve kullanılamaz hale geliyor. Yeraltı suları her yıl biraz daha azalıyor. Orta Anadolu’da yeraltı su seviyesi son 15 yılda aşırı kullanım nedeniyle ortalama 17-18 metre düştü ve bu düşüş devam ediyor. Başka bir örnekse Ege Bölgesi’nde bulunan Gediz Nehri’ndeki kirlilik nedeniyle geçtiğimiz günlerde bir gecede binlerce balığın ölmesidir. Bu kirli suyla sulanan arazilerdeki bitkilerde zarar görmektedir. Bunun nedeni, Uşak Organize Sanayi Bölgesi’nin alana verdiği kirliliktir. OSB’deki fabrikaların atıklarının nehri ve toprağı kirletmesi uzun vadede başka çevresel sorunlara neden olacağı gibi, bugünden o bölgede yetişen sebze ve meyvelerle de insan sağlığını tehdit etmektedir.

Sermaye sahipleri gereksiz masraf gördükleri için arıtma sistemi kurmuyor, devlet ise denetlemiyor. Sermaye sınıfı çevre katliamından birinci elden sorumludur. Sermaye sözcüleri ikiyüzlüce medyada çevreci adımlarından bahsededursunlar, bu düzen varoldukça çevre sorunları daha da artacaktır.

Bu sorun işçi ve emekçileri yaşam alanlarını doğrudan etkilemektedir. Bugün susuzluk, kuraklık yarın kıtlık olarak karşımıza çıkacaktır. Bu felaketlerin faturasını ise işçi ve emekçiler ödeyeceklerdir. Sorunu doğru tanımlamak ve gerçek sorumluları göstermek, çözümün doğru bir başlangıcı olacaktır. Sermaye devletinin bu sorunları çözmek gibi bir sorunu da, yeteneği de yoktur. Bu sorunun asıl muhatabı olan işçi ve emekçiler temiz bir çevre ve sağlıklı yaşam hakkı uğruna örgütlü mücadeleyi yükseltmelidirler.

Kapitalizm yaşam alanlarımızı
yok ediyor!

Son yıllarda sermaye hükümetleri eliyle Fırtına Vadisi, Hasankeyf, Çoruh, Munzur vb. üzerinden doğanın katledilmesine tanık oluyoruz. Özellikle AKP hükümeti, işçi ve emekçilere saldırdığı gibi doğaya da pervasızca saldırıyor. Milli Park ve SİT alanları dahi para babalarına peşkeş çekiliyor.

Çoruh Nehri’ne kurulacak baraj dünyada en tehlikeli (zararı yararından çok olan) 5 baraj arasında. Bu barajla ilçe merkezi sular altında kalacak. Artvin Yusufeli barajı, 135 canlı için çok önemli olan 5535 hektarlık bir alanı etkileyecek. Güllübağ projesi ise 2200 hektarlık alanı sular altında bırakacak. Bu yüzden iki bitki türü yok olacak.

Mersin Akkuyu’da 1975’ten 2000’e kadar sürdürülen nükleer santral projesi, halkın gösterdiği tepkiler sonucu geri çekilmişti. Ne var ki AKP hükümeti bu kez Sinop’ta nükleer santral yapma girişiminde bulunuyor. Sinop’ta 5 nükleer santral ihaleye sunuldu.

Kazdağı, Bergama, Dersim, Uşak, Eskişehir ve Artvin’de, Danimarka ve Türkiye madencilik şirketlerine siyanürle altın arama izni verildi. Özellikle, Bergama köylülerinin mücadelesi sayesinde siyanürle altın çıkarmanın doğayı katletmekle eşanlamlı olduğu biliniyor.

Munzur Nehri’ne de barajlar yapılacak. Kâr üzerinden bakılsa bile bu proje yararlı değil, zira yeterli elektrik üretilemeyecek. Bununla beraber, sadece Munzur Nehri’nde bulunan ve tedavi amaçlı yararlanılan iki alabalık türü yok olacak. Projenin gerçekleşmesi durumunda, Dersim’de hala yaşamakta ısrar edenler de buradan ayrılmak zorunda kalacak. Dersim ve kültürü yok edilecek.

Çevre sorunu sistem sorununun bir parçasıdır. Kapitalist sisteme karşı olmadan çevre korunamaz. Çünkü kapitalistler çıkarı için insanı olduğu gibi doğayı da katletmekte tereddüt etmez. TEMA Vakfı güya doğayı korumak için uğraşıyor görünür, ama kapitalizme karşı çıkmadan çiçekle, böcekle uğraşan çevreciler, kapitalizmin devamı için çalışmaktadırlar.

Munzur’da barajlar yapılmasına, Bergama ve diğer bölgelerde siyanürle altın çıkarılmasına, nükleer santrale karşı çıkacağız. Ama, böceklerle uğraşırken bataklığı kurutmayı esas hedef olmaktan çıkarmayacağız. Çevre sorununda bataklık ise kapitalizmdir. O halde, gerçekten çevreci olmak, kapitalizme karşı mücadele etmekle mümkün.

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi