15 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/02

  Kızıl Bayrak'tan
  Ergenekon’un yeni dalgası...
  Direnen Filistin kazanacak!
Ezilen halkların her tür araçla işgalcilere karşı direnişi meşrudur!
Gazze katliamı protestolarından…
“Alevi açılımı”nda son perde…
Vira-Kürşat işçilerinin açlık grevi sürüyor…
  TORGEM Tersanesi’nde ücret gaspına karşı direniş ateşi!
  Bütünlüğü içinde kapitalizmin krizi
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Sınıf çalışmalarından...
  Ümraniye Dudullu’da direnişlerini sürdüren BMİS üyesi Sinter işçileriyle direniş süreci üzerine konuştuk...
  Direnen kadınlar anlatıyor...
  Gençlik hareketinden…
  Gençliğin Filistin’le dayanışma eylem ve etkinlikleri…
  Gerici Gürcistan rejimi ABD uydusu
olma yolunda!
  İşgal, direniş, grev ve sabotaj / 1 Volkan Yaraşır
  Berlin’de Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına onbinler katıldı…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ergenekon’un yeni dalgası...

Demokratikleşme değil ABD’nin devlete çeki düzen verme operasyonu!

Ergenekon operasyonlarının “10. dalgası” geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Bu dalganın boyu öncekileri fazlasıyla aşmaktaydı. Öyle ki eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç, eski Harp Akademileri Komutanı Kemal Yavuz, ünlü Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz hedefteki isimler arasındaydı. Bunlardan başka, bir kısmı general çok sayıda subay gözaltına alındı. Askerlerin dışında operasyonda öne çıkan isimlerden biri eski Susurluk hükümlüsü özel harekatçı İbrahim Şahin, diğeri ise Yalçın Küçük oldu.

Operasyon sadece hedefteki isimlerin kimlikleri itibariyle değil aynı zamanda ortaya çıkarılan silahlar bakımından da önceki operasyonları aşan bir mahiyete sahipti. İbrahim Şahin’in evinde ele geçirildiği iddia edilen krokilere dayanılarak başta Ankara olmak üzere birçok yerde yapılan kazılarda cephanelikler bulundu.

Ergenekon’ın bu son dalgası, bir süredir gündemden düşen, daha çok magazin boyutuyla medyaya konu olan Ergenekon davasını yeniden gündemin ön sırasına oturttu. Sadece oturtmakla kalmadı, ciddi boyutlada bir inandırıcılık sorunu yaşayan davaya bazı kesimler nezdinde kısmen bir inandırıcılık da kazandırdı. Ordu ve hükümetin yaşanan çatışmalı sürecin ardından bir mutabakata varmalarıyla birlikte, dava süreci büyük ölçüde sulandırılmıştı. Mutabakat, AKP hakkında açılan kapatma davasının geri çekilmesi karşılığında tutuklu generallere yönelik darbe iddiasının davaya dahil edilmemesi karşılığında sağlanmıştı. Kısa bir süre sonra da darbe planladığı iddia edilen eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur sağlık durumu gerekçe gösterilerek serbest bırakıldı. Ergenekon davası süreci büyük ölçüde Veli Küçük çetesi ile İP’lilerin yargılanmasına daraltıldı. Böylece, başta rejim üzerindeki asker vesayetinin kırılacağı ve kontrgerilla yapılanmasının tasfiye edileceği biçiminde hayaller kuran liberaller olmak üzere davaya umut bağlayan çevreler hayal kırıklığına uğratıldı.

Ancak operasyonun bu son dalgası Ergenekon hakkında yaratılan yanılsamaları yeniden canlandırdı. Operasyonla gözaltına alınanların kimlikleri ve ortaya çıkarılan cephanelikler, davayı kendi hesaplarınca sürükleyenler payına bu açıdan son derece işlevseldi. Böylelikle Ergenekon davasının bir süredir ihtiyaç duyduğu inandırıcılık sorunu halledilecek, İbrahim Şahin üzerinden bulunduğu açıklanan cephanelikler ise davaya bir ciddiyet kazandıracaktı. Kimileri buradan yola çıkarak Ergenekon’un Susurluk’la bağlantısının ortaya çıktığını ve artık Susurluk’ta yarım bırakılanın da tamamlanmaya başladığını iddia etti. Bu yorumları yapanlara göre, artık asıl omurgaya dokunulmaya başlanmış, kontrgerillayı tasfiye sürecine girilmiştir. Buradan gidilerek de, NATO üyesi ülkelerdeki benzer örgütlerin tasfiye süreçlerine atıflar yapılıyor, yaşananın gecikmeli de olsa benzer bir süreç olduğu söyleniyor.

Öte yandan, operasyonun yeni dalgası geçici bir mutabakatla küllenen rejim içi çatışmanın da alevlenmesi demekti. Mutabakatın bu biçimde bozulmuş olması yeni bir durumdu. Çünkü bu kez ilk saldırı hükümetin temsil ettiği cepheden geldi. Oysa Ergenekon operasyonu Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, ordu cephesinden AKP’nin önünü almak amacıyla yürütülen operasyonlara karşılık olarak gündeme getirilmişti. Daha sonra AKP’nin kapatma davasıyla ilişkilendirilerek yeni operasyon dalgaları yaratılmıştı. Fakat bu yeni durumda, en beklenmedik zamanda, ordu ve hükümet arasında uyumlu bir ortaklığın sergilendiği bir dönemde, ilk silahı çeken dinci gericilik cephesi olmuştur. Buna ordu cephesinden henüz anlamlı bir yanıt verilmiş değildir, zevahiri kurtarmaya yönelik bazı ilk gün girişimlerinin ötesinde ordu halen gelişmeleri seyretmekle yetinmektedir. Bugün meydanda CHP vardır. AKP-CHP arasında, birinin “savcı” diğerinin “avukat” olduğu bir orta oyunu oynanmaktadır.

Peki orduyu sarsan bu hamle hangi güce dayanılarak ve ne tür hesaplarla yapılmıştır? Bu noktada açık olan şudur ki, bu çapta bir operasyon AKP’nin haddi değildir. Ortada kendisine yönelik ciddi bir saldırı yokken, bu düzeyde bir hamle ile çatışmayı başlatan olmak için çok daha büyük bir güce sahip olmak gerekir. Gücün bu kadarı ne AKP’de ne de AKP ile organik bağları olan sermaye güçleriyle dinci çevrelerde vardır. Zira bu öyle bir güçtür ki, ortada bariz bir neden yokken, orduyu rahatsız etme pahasına, MGK genel sekreterliği yapmış bir general de dahil eski generalleri, hala Yargıtay onursal başkanı sıfatını taşıyan bir eski yargıcı ve eski YÖK başkanı gibi bu düzen için büyük hizmetlerde bulunmuş şahısları gözaltına alabilmektedir. Dahası bu hamleye karşılık vermesi beklenen ordu sessiz kalabilmektedir.

Burjuva medyanın da büyük bir şaşkınlıkla yanıtını aradığı bu soru mevcut durumu aydınlatabilmek açısından kilit önemdedir. Evet hangi güç ve neden? Ordunun karşısında suspus olduğu bu güç elbette ki ABD’dir. Operasyonun gerisinde ABD olduğu içindir ki, büyük bir prestij ve güven kaybına neden oluştursa da, ordu bu operasyon karşısında sesini çıkaramamaktadır.

Peki ABD’nin parmağı olan bu operasyonla hedeflenen nedir? Hedeflenenin orduyu güçten düşürmek ya da kontrgerillayı tasfiye etmek olmadığı açıktır. Susurluk artığı bir eski özel harekatçı ve onun üzerinden gidilerek çıkarılan cephaneliğin kontrgerillanın kendisi olmadığı açıktır. Kontrgerillanın Genelkurmay merkezli bir derin örgütlenme olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla operasyonla açığa çıkarılan ve hedef haline getirilenler olsa olsa kontrgerillanın artıkları olabilir. Bununla ise kontrgerilla tasfiye edilmez, ancak tasfiye ediliyor görüntüsü yaratılabilir. Bugün yapılan da, hem bu görüntüyü yaratmak, hem denetim dışına çıkmış unsurları tasfiye etmek, böylece hem orduyu hem de kontrgerilla aygıtını yeniden yapılandırmaktır. Gözaltına alınanların önemli bölümü ABD güdümlü “derin devlet”te geçmişte önemli görevler üstlenmiş, fakat bir süredir “ulusalcı” çizgide anti-amerikancılık yapan, Kürt sorunu, Kıbrıs ve Irak gibi konularda Amerikan politikalarına karşı durmakta ısrar eden, bazıları Rusya ve Çin gibi ülkelerle yeni bir stratejik ittifak kurulması eğilimini zaman zaman dışa vuran kişilerdir.

Örneğin TRT-Şeş açılımının gerisinde ABD’nin Kürt politikası bulunmaktadır. Erdoğan’ın 5 Kasım 2007’de Bush’un huzuruna çıkarak kabul ettiği, Genelkurmay’ın da onayladığı bu politika, Kürt sorunu konusunda kırıntı düzeyde bir takım açılımların yapılmasıyla birlikte PKK’nin tasfiyesi, Güney Kürdistan yönetimiyle ilişkilerin geliştirilmesi ve Ortadoğu’da ABD stratejileri doğrultusunda aktif rol olarak özetlenebilir. Bugün atılmakta olan adımlar tümüyle bu çerçevededir. Ama bu sınırlardaki adımlar dahi, Kürt sorununda onlarca yıllık inkar ve imha sisteminin parçası olmuş ve bu sisteme hizmet etmiş devlet görevlileri tarafından ayak diremelerle karşılanmaktadır.

Bu aşamada Ergenekon operasyonlarının, ABD stratejilerinin merkezinde durduğu devleti yeniden yapılandırmak amacıyla yapılan sistemli bir müdahale olduğu çok daha açık biçimde görülmektedir. ABD emperyalizmi ülkedeki temel dayanakları yoluyla, eski alışkanlıklarında ayak direyen, bir yerden sonra da muhalefete soyunan eski uşaklarını cezalandırıyor. Bu cezalandırma işlemini de sembolik isimleri hedef alarak yapıyor. Bununla, eski yapılar ve ideolojik söylemde ısrar eden ve ABD stratejilerinin güncel gerekleri konusunda yalpalayan güçlerin direncini kırmaya çalışıyor. Böylece devlete yeni bir ideolojik-politik görünüm kazandırmaya, bu görünüme uygun kadroları iş başına getirmeye çalışıyor.

Kısacası, Ergenekon operasyonlarıyla yapılan, kontrgerillanın tasfiyesi ya da ordunun siyasal sistem üzerindeki ağırlığının azaltılarak demokratikleşmenin yolunun açılması değil, ABD’nin merkezinde durduğu kurulu devlet sistemini yeniden yapılandırmak, kadrolarını değiştirmek, eskilerini tasfiye edip yerine yenilerini koymaktır. Bu sürecin demokratikleşme ve kontrgerillanın tasfiyesi gibi gösterilmesi ise, bu operasyonun gerçek amaçlarını gizlemek ve istenilen doğrultuda ilerletilmesi için gerekli siyasal desteği sağlamak içindir.

Ergenekon’a karşı tutum bu temel gerçeği hesaba katarak belirlenmelidir. Böyle yapıldığında, kurulu düzen içerisinde taraf olarak çıkanlardan bağımsız bir tutum alınabilir. Bu tutum ise, hangi görünümle çıkarsa çıksın tüm düzen güçleri karşısında net bir devrimci konumda çıkmayı gerektirir. Anti-emperyalist tutum da ancak bu koşullarda gerçek anlamını bulur.