13 Mart 2009
Sayı: SİKB 2009/10

  Kızıl Bayrak'tan
  2009 Newrozu’na giderken...
  İMF-TÜSİAD yıkım programlarına karşı mücadeleyi yükseltelim!
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyareti…
BDSP’nin seçim çalışmalarından…
BDSP bürolarının açılışlarından…
  Direnişlerden...
  Hüseyin Temiz yoldaşı kaybettik...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü alanlarda kutlandı...
  8 Mart etkinliklerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yurtdışında 8 Mart kutlamalarından....
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm ve su sorunu
  Dünyadan
  Neler oluyor? -
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyareti…

Emperyalist-siyonist güçlerle suç ortaklığı pekiştiriliyor!

Ankara-Washington hattındaki uğursuz trafik, ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ortadoğu ve Avrupa turunun ardından Ankara’ya gelmesi ile yeniden hareketlendi. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın yanı sıra Tayyip Erdoğan’la da uzun bir görüşme yapan ABD’li bakan, cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da kabul edildi. Ankara’daki her renkten Amerikancıyı pek sevindiren ziyaretin, ABD-Türkiye ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağı belirtiliyor.  

Barack Obama’nın başa geçmesinden sonra Ankara’daki işbirlikçilerini pohpohlayan açıklamalar yapan ABD’li görevliler, Türkiye’nin bölgenin sorunlarının çözümünde oynayacağı “önder rol”e işaret etmeye özen gösterdiler. Dinci gericiler, muhafazakârlar, liberaller, sağcılar, laikler, kısacası Amerikancı rejimin tüm savunucuları, alçalmış ruhlarını okşayan efendilerinin açıklamalarıyla heyecana kapılmış görünüyorlar. Coşkuda ilk sırayı işgal eden dinci gericiler öyle bir havaya kapıldılar ki, şefleri Tayyip’i “son Osmanlı padişahı” ilan edecek kadar zıvanadan çıkabildiler.

Hükümetin borazanlığını yapan dinci gerici medyanın kalemşör takımı, ABD’nin Türkiye’ye “önem vermesi”ni AKP ile şefi Tayyip’in “başarılar” hanesine kaydetti. AKP hükümeti ile çatışan Doğan medya tekeli de, Washington’dan gelen “teveccüh”ü kutsayarak, Amerikancılık’ta dinci gerici medya ile yarışa girişti.

“Bölge liderliği”mi, aktif taşeronluk mu?

Barack Obama dahil, önde gelen Beyaz Saray görevlilerinin, Türk sermaye devletinin bölgede “liderlik misyonu” oynaması gerektiğini söylemeleri, “liderlik” rolünün bağımsız bir tercih olmadığının, tersine bu rolün bizzat Washington’daki haydut takımı tarafından biçildiğinin kanıtıdır. Zira bölgesinde “liderlik” yapma güç ve iradesine sahip olanların, birileri tarafından bu misyona atanması sözkonusu olamaz. Bilindiği üzere rolü biçen, aynı zamanda senaryoyu da yazar. Başkasının yazdığı senaryoya göre rol oynayanların liderliğinden değil, taşeronluğundan söz edilebilir ancak.

Görünen o ki, Clinton’ın Ankara ziyareti, “liderlik” diye yutturulmak istenen taşeronluğun daha da pekiştirilmesini amaçlamaktadır.

Nitekim Tayyip-Clinton görüşmesinin ardından başbakanlığın internet sitesinden yapılan yazılı açıklamada, “Dost ve müttefik iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin yanısıra başta Filistin sorunu, Irak, Afganistan ve terörle mücadele konuları olmak üzere önemli bölgesel ve küresel sorunların ayrıntılı olarak ele alındığı” bildirildi.

ABD’li meslektaşıyla görüştükten sonra basına demeç veren dışişleri bakanı Ali Babacan ise şunları söyledi: “Türk-Amerikan ilişkileri yeni döneme girdi. Yeni yönetimle birlikte yeni döneme girdi. Bunun sinyallerini alıyoruz. Kısa süre içinde üst düzey birçok ABD’li yönetici ile görüştük…”

Bu gelişmeden pek memnun görünen bakan, geniş kapsamlı işbirliğinin önemine dikkat çekerek şunları söyledi: “Kapsam olarak bizim dış politikamızda temel önceliklerimiz tamamen örtüşüyor. İstişare ve işbirliği odaklı döneme geriyoruz. Bütün nokta işbirliğinde… Onlar da ‘Afganistan’da Irak’ta Balkanlar’da Ortadoğu’da birlikte neler yapabiliriz?’ diyorlar. Tüm bu konularda birlikte çalışmak istediklerini söylediler.”

Görüşmelerin ardından yapılan ortak açıklamadaki, “Türkiye ve ABD dışişleri bakanları, transatlantik ilişkilere bağlı ve güçlü bir NATO bünyesinde müttefik ülkeler olarak, Türkiye’nin Afganistan’a katkılarının sürdürülmesi de dahil, Afganistan’da işbirliğinin devamını taahhüt etmişlerdi” vurgusu ise, Ankara’daki işbirlikçilere biçilen “liderlik misyonu”nun niteliğini ortaya koymaktadır.

İki bakanın ilan ettikleri “Genç Türkiye/Genç Amerika: Yeni Bir Çağ İçin Yeni Bir İlişki” adlı girişim ise, Ankara’daki gerici rejimin, ABD emperyalizminin halklara karşı işlediği ağır suçlara daha etkin bir şekilde katılma yönelimine işaret etmektedir.

Nisan ayının ilk yarısında Türkiye’ye gelmesi beklenen Barack Obama’nın da gündeminde Afganistan, İsrail-Filistin, İsrail-Suriye sorunları ile Irak ve İran konularının olacağının şimdiden açıklanması, emperyalist Amerikan rejiminin, Türk sermaye devletine hangi alanlarda taşeronluk yaptıracağı konusunda tartışmaya yer bırakmamaktadır.

Peki, ABD emperyalizmi, acımasız savaş makinesi aracılığıyla Afganistan’da, Irak’ta neler yapmaktadır? Her iki ülkeyi ağır bombardımanlarla harabeye çevirdikten sonra işgal eden ABD, yıllardır her iki ülkenin halklarını kitlesel bir şekilde ve en vahşi yöntemlerle toplu kıyımdan geçirmektedir. Öte yandan ABD desteği ve himayesindeki ırkçı-siyonist İsrail rejiminin Filistin’deki icraatları da gözler önündedir. İsrail savaş makinesinin Gazze’yi hedef alan son vahşi saldırısı da, ABD emperyalizmi ile diğer gerici güç odaklarının suç ortaklığı sayesinde mümkün olmuştur. 

Ezilen halkların cellatlarıyla aleni suç ortaklığı!

Gazze’nin yıkımı ve Filistinliler’in kitlesel kıyımından dolayı siyonist dostlarını rahatsız eden eleştirilerde bulunan Tayyip Erdoğan, dinci gericiliğin organize ettiği bir gösteri eşliğinde “Davos fatihi” ilan edildi. Amerikancı hükümetin başı, o günden sonra her fırsatta “mazlumlardan yana” olduklarını iddia etti, yerel seçim kampanyasının bir ayağını bu sahte söylem üzerine kurguladı. Ancak, ABD’li bakanın Türkiye ziyareti, “mazlumlardan yanayız” söyleminin iğrenç bir uydurma olduğunu gözler önüne serilmesine yetti. 

Mazlumlardan yana olduğunu iddia eden dinci gericiliğin şefi, ABD emperyalizminin Irak, Afganistan, Ortadoğu, Balkanlar politikası konusunda hemfikir olduğunu da ilan ediyor. Bu kuşkusuz Türk burjuvazisi ve onun devletinin resmi politikasıdır. Ancak, halihazırda icranın başında bulunan AKP hükümeti ile şefi Tayyip Erdoğan da, emperyalizme uşaklığın itirafı olan bu politikanın aktif savunucularıdır.

Gazze’nin yakılıp yıkılması, Filistin halkının soykırımcı bir zihniyetle katledilmesi; Irak’ta 1.5 milyon insanın katledilmesi, 4 milyon insanın yerinden yurdundan edilmesi, ülkenin dört bir yanının harabeye çevrilmesi; Afganistan’ın ağır bombardıman uçaklarıyla cehenneme çevrildikten sonra işgal edilmesi, sekizinci yılına giren işgal boyunca toplu katliamların devam etmesi… Tüm bunlar Türk sermaye devleti ve AKP hükümetinin hemfikir oldukları ABD politikalarının uygulanmasından başka bir şey değildir. Bölge halkları şahsında insanlığa karşı işlenen bu ağır suçlara ortak olanların “mazlumlardan yanayız” söylemi, kaba riyakârlığın da ötesindedir.

Sermayenin hem “dinci” hem “laik” kesimlerini kullanma politikası!

Ziyaret sırasında AKP övgüsünde Bush’u sollayan Amerikalı bakan, “ılımlı İslam” söyleminden rahatsız olan kesimlerin gönlünü hoş etmeyi de ihmal etmedi. Türkiye için “laik, demokratik hukuk devleti” klişesini kullanacaklarını hissettiren Clinton, böylece Türk burjuvazisinin tüm kesimlerini bölge politikaları doğrultusunda seferber etme niyetlerini ortaya koymuş oldu.  

Obama yönetiminin bu yeni taktiği, işbirlikçiler safında hemen karşılık buldu. Dinci gerici cenah zafer kazanmış havasına bürünürken, laik cenahın medyadaki bazı sözcüleri, Bush yönetiminin öne çıkardığı “ılımlı İslam” söyleminin terkedilmesinin büyük bir önem taşıdığını saptamış bulunuyor.

Barack Obama’nın ziyareti ile daha bariz bir hal alması kaçınılmaz olan bu Amerikancı cereyana kapılanlar, ABD emperyalizminin sarsılan imajını düzletme gayretine şimdiden giriştiler. Egemen sınıfların farklı kanatları ile bunların medyadaki sözcüleri,  “birlik ruhu” içinde emperyalist zorbaları “dostumuz” gösterme seferberliğini, önümüzdeki günlerde daha pervasızca sürdüreceklerdir. 

Türk egemen sınıflarının Washington’daki efendileriyle suç ortaklığını pekiştirme çabası, anti-emperyalist mücadelenin önemini arttırıyor. Mücadele, soyut anti-emperyalist söylemin yanıltıcılığını teşhir eden, ancak anti-kapitalistlerin tutarlı anti-emperyalistler olabileceğini vurgulayan bir bütünlük içinde örülmelidir.