3 Nisan 2009
Sayı: SİKB 2009/13

  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve siyasal sonuçlar
  Yanıtımızı 1 Mayıs alanlarında vermeliyiz!
Seçim aldatmacası bitti, kapitalizmin krizi sürüyor…
Kayseri: Yoğun ve etkin bir devrimci seçim çalışması!..
Bursa: Devrimci seçim çalışmamızın kazanımlarıyla şimdi daha da güçlüyüz!..
  Manisa: Tempolu bir seçim çalışması...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tescilli faşist katil Muhsin Yazıcıoğlu “kahraman” ilan edildi!
  Saldırganlık ve savaş aygıtı 60. yılında...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden…
  Genç komünistlerin seçim faaliyetlerinden…
  Kızıldere şehitlerini anma eylem ve etkinliklerinden...
  Almanya’da kriz karşıtı gösteriler…
  G-20 Zirvesi Londra’da toplanıyor...
  Barack Obama’nın yeni Afganistan planı...
  Arjantin’de onbinler askeri faşist cuntadan hesap soruyor...
  Ekim Gençliği'nden...
  Seçim sonuçları hakkında birkaç söz
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yerel seçimler ve siyasal sonuçlar

Geride kalan yerel seçimlerin kendi sınırlarının ötesinde bir siyasal anlam ve işlev taşıdığı daha baştan belli idi ve nitekim sonuçları da bunun böyle olduğunu daha ilk andan itibaren gösterdi.

Yerel seçimlerin ortaya çıkardığı yeni seçmen desteği tablosunun en dolaysız sonucu, AKP dışı çevrelerde yarattığı genel psikolojik rahatlama olmuştur. Buna en sağdan en sola kadar tüm kesimler dahildir. AKP’nin son 20 yılın Türkiye’sinde alışık olunmayan güçlü seçmen desteği ve özellikle 22 Temmuz seçimlerinin ardından buna eşlik eden hükmedici pervasızlığı, AKP dışı siyasal çevrelerin, bundan da öte toplumun üzerine adate bir ağırlık olarak çökmüştü. 29 Mart seçimleri bu açıdan durumu belirgin biçimde değiştirmiştir. Burada önemli olan AKP’nin kaybettiği oyun oranı değil, fakat kendisine ve kendi dışındaki çevrelere egemen yaygın beklentinin aksine oy kaybetmiş olmasıdır. Hala da belirgin bir seçmen desteğine sahip olduğu halde, bu destek hala da kendisini izleyen iki burjuva muhalefet partisinin toplamına eşit olduğu halde, belediyelerin büyük bir bölümünü hala da elinde tutmayı başardığı halde, seçim sonuçları karşısında aldığı büyük moral darbe bunun ifadesidir.

AKP yerel seçimlerde elde edeceği yeni bir başarı ile siyaseten sahip olduğu üstünlüğü pekiştirmeyi umuyordu. Umduğu gerçekleşmedi ve seçime ilişkin değerlendirmelerde şu sıra sıkça vurgulandığı gibi, kendisi için kaçınılmaz bir başaşağı gidiş süreci nihayet başladı. Bu düşüş kaçınılmazdır; zira günümüzün dünya konjonktürü ile Türkiye’nin gündemindeki yakıcı sorunlar, AKP için bir yeniden toparlanma şansı bırakmamaktadır.

Dinci kimliği ve siyasetinin modern burjuva yaşam biçimine yönelik olarak yarattığı tehdit ve kaygılar, onu modern burjuva yaşama bağlı burjuva katmanların desteğinden daha şimdiden yoksun bırakmıştır. Büyük kentlerdeki oy dağılımının somut tablosu bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu çevreler dinci gericilik karşısında adeta can havli ile CHP’ye ve kısmen de MHP’ye sarılmışlardır. Bu iki partinin büyük ölçüde kendiliğinden artan seçmen desteğinin gerisinde önemli ölçüde bu vardır.

Öte yandan gündemde ekonomik kriz ve bunun acil hale getirdiği yeni sosyal saldırı paketleri var. Bunlar ise onun hala da korumayı başardığı büyük kentlerin işçi ve emekçi desteğini günden güne zayıflatacaktır. Bu zayıflamanın hızı ve kapsamı kadar yaratacağı yeni siyasal etki ve sonuçları da sosyal mücadelenin gücü, genişliği ve temposuna sıkı sıkıya bağlı olacaktır. Devrimcilerin bunu önemle gözönünde bulundurması gerekir. Kitle hareketi güç kazanırsa AKP’nin yitireceği emekçi desteğinin devrimci siyasal mücadele kanalına akması kolaylaşacaktır. Zayıf kalırsa, burjuva muhalefetine, özellikle de tazelenmiş gücüyle pusuda bekleyen Saadet Partisi’ne yönelecek, yani bir kez daha düzenin kendi çarkları içinde heba olacaktır.

AKP’nin Kürtlerden yana ise denebilir ki hiç şansı kalmamıştır. Zira o, düzenin iç dengeleri bakımından kendisine oy oranı ile kıyaslanamaz bir büyük siyasal güç kazandıran Kürt seçmen desteğini, Kürt sorunundaki politik icraatı ile değil fakat yalnızca yarattığı aldatıcı beklentilerle elde etmişti. Fakat Kürt halkını beklentilerle oyalama dönemi hiç değilse AKP payına artık geride kalmıştır. Kürt sorunu gelinen yerde çözümünü, dolayısıyla somut icraatı dayatmaktadır. Bu icraat kırıntı düzeyinde kalırsa, AKP için yaratacağı sonuç şu son seçimlerde olduğu gibi olabilir ancak. Kürt hareketini muhatap alma ve dikkate değer tavizler verme düzeyinde olursa, bunun da hiç değilse kısa dönemli etkisi yalnızca Kürt hareketinin daha da güçlenmesi olacaktır.

Geriye bir de dış politika alanı, Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve Afganistan’da ABD emperyalizmi hesabına ve hizmetinde üstlenilecek yeni roller kalıyor. Yeni dışişleri bakanı bayan Clinton’un hemen ardından yeni başkan Barack Obama’ya da ayağının tozuyla Türkiye ziyareti yaptıracak kadar acil ve yakıcı hale gelmiş bu yeni rollerin iç siyasete etkisi ise yalnızca kitleler nezdinde güç ve itibar kaybı olabilir. Bu yeni süreç, seçmen desteğine etkisi hesabıyla Filistin halkının acıları üzerine iki yüzlü manevralar ve “one minute” şovları yapanların gerçek yüzlerini daha çok açığa çıkaracaktır.

Bütün bunlar bir arada, bir yeniden toparlanma bir yana, mevcut gücünü koruyabilmek için bile AKP’nin pek bir şansı kalmadığını göstermektedir. Kaldı ki her düzen partisi gibi AKP de bir burjuva çıkar grupları koalisyonudur. Siyasal güç ve sürekli güçlenme eğilimi bu koalisyonu genişletip güçlendirirken, tersinden bir eğilim, hele de beklenmedik biçimde gelen dikkate değer bir düşüş, onda çatlamalar ve giderek çözülmeler yaratır. AKP’yi bekleyen akibet de budur ve konjonktür bunu hızlandıracak özelliklere sahiptir.

29 Mart seçimlerinin ikinci önemli sonucu, düzenin iç siyasal dengelerinde yeni bir durum yaratmış olmasıdır. AKP 22 Temmuz ile 29 Mart arası süreçte ve ABD’nin tam desteği altında bu dengeyi belirgin biçimde kendi lehine çevirmişti. Devleti başlıca kurumlar üzerinden ele geçirme girişimlerindeki pervasızlık, Ergenekon operasyonunun üst düzey generallere kadar uzanması ve bunun hükümetle ilişkilerinde sözde “laiklik bekçisi” ordunun havasını belirgin biçimde kırması, düne kadar muktedir gibi görünen ve öyle de olan bazı sermaye gruplarına yönelik yıldırıcı girişimler, tüm bunlar güç dengelerinde AKP’nin elde ettiği üstünlüklerin somut ifadesi idi. 29 Mart’tla birlikte bu denge bozulmuştur ve yeni bir biçimde kurulmayı beklemektedir. Bunun düzen içi dalaşmayı yeniden alevlendirip alevlendirmeyeceği AKP’nin alacağı tavra ve göstereceği dirence bağlıdır. Gücünün yeni sınırlarını kendisi görür ve bunu gözeten bir geri çekilme yaşarsa, yeni denge nispeten yumuşak biçimde kurulur. Tersi durumda çatışmanın sertleşmesi kaçınılmazdır. 29 Mart tablosu ona diş bileyenlere önemli avantajlar sağlamıştır.

Buradan bakıldığında Kürdistan’da alınan sonuçların siyasal anlamı ve etkisi göründüğünden de büyüktür. Seçimin hemen öncesine kadar Kürt sorununun bloke edilmesinde vazgeçilmez bir konuma ve bu sayede orduyla ilişkilerinde de önemli bir avantaja sahip olan AKP, seçimlerin hemen ardından bu üstünlüğünü önemli ölçüde yitirmiştir. Bu, hala da Kürdistan’daki tek düzen partisi olması gerçeğine rağmen böyledir. Ondan beklenen DTP’nin gücünü kırmak ve “kale”lerini düşürmekti. Seçimlerde bunun tam tersi gerçekleşti. AKP, DTP karşısında ve özellikle de düşürülmesi hedeflenen kentler üzerinden ezici bir yenilgiye uğradı.

Kürt sorununda vazgeçilmezliği büyük bir darbe almış olsa da ekonomik krizin faturasının halk kitlelerine kesilmesi AKP büyük burjuvazinin tüm kesimleri için hala da vazgeçilmezliğini koruyor. Bu onunla en sorunlu büyük sermaye grupları için bile böyledir. Gerçekte kendilerinde büyük bir rahatlama yaratan seçim sonuçlarını AKP’ye karşı kullanmakta son derece ölçülü davranmalarının gerisinde de bu vardır. Bu kendileri payına son derece akıllıca ve hesaplıca da bir davranıştır. Ağırlaşan krizin faturası tek başına hükümet partisi eliyle kitlelere nispeten daha kolay bir biçimde fatura edilecek, bunun siyasal faturası ise kendilerini hırpalayan bu aynı partiye gerisin geri çıkacaktır. Bu da onlar için haliyle çifte bir kazanım olacaktır.

Sermaye hesabına uygulanan program ve politikalarla bir sorunu olmadığı için yıllardır bir kısırlık içinde kıvranıp duran ve yeniden güç olabilmek için hükümet partisinin kendiliğinden yıpranmasını bekleyen gerici burjuva muhalefeti yerel seçim sonuçlarıyla birlikte artık nihayet sıranın kendisine gelmekte olduğunu düşünerek umutlanmış görünüyor. Ama süreci hızlandırmak için yapabileceği pek bir şey yok, kendiliğinden yıpranmanın sürmesini sabırla beklemek dışında.

CHP, seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi, modern yaşam biçimi konusunda hassas tüm burjuva kesimlerin bir bakıma çaresizlik içinde sarıldıkları bir parti durumunda. Yine çaresizlik içinde kendisini bir bakıma ehveni şer olarak destekleyen sınırlı bir ilerici kesim dışında işçiler ve emekçiler için bir şey ifade etmiyor. Özgürlük ve eşitlik mücadelesi ekseninde politize olmuş Kürt kitleler içinse hiçbir şey ifade etmiyor.

MHP ise her zaman olduğu şovenizmin meyvelerini devşiriyor. Seçimlerdeki nispi başarısını bir kez daha buna borçlu. Bunun ise belli sınırları var ve Kürt sorunundaki muhtemel bir yumuşama bu etkiyi daha da sınırlayacaktır.

Burjuva muhalefet partileri içinde sınıf ve emekçi hareketi için en tehlikeli parti halihazırda Saadet Partisi’dir. Bu tehlike AKP’den kopacak işçi ve emekçileri sosyal ve siyasal demagojiyle yeniden dinsel gericiliğin etki sahasında tutma olanaklarından geliyor. Bunu ne denli başarıyla kullanabileceğini ise önce Gazze saldırısı sırasındaki Filistin kampanyasında ve ardından seçimlerdeki söylemiyle bir kez daha gösterdi. Bunun ilk sonuçlarını da büyüyen seçmen desteği ile devşirmiş görünüyor. Krizin AKP’den kopuşlarını kaçınılmaz olarak hızlandıracağı emekçi kitleleri kendine çekecek dinamik bir kitle hareketinin geliştirilemediği koşullarda Saadet Partisi’nin bu başarısı büyüyerek sürecektir.

Yerel seçimlerin temel önemde bir üçüncü siyasal sonucu, AKP’nin Kürt hareketinin etkin olduğu illerde uğradığı büyük hezimetin siyasal anlamıdır. Birçok yorumcu haklı olarak bunu AKP’nin Kürt politikasının çöküşü olarak değerlendirmektedir. Fakat bu aynı zamanda ve işin aslında, AKP’den öteye devletin Kürt politikasının da çöküşüdür. AKP özel konumuyla devlet politikasının uygun bir taşıyıcısı idi yalnızca. Onun muhtemel bir seçim başarısı Kürt hareketinin halk desteğini yitirmekte olduğuna kanıt olarak gösterilecek ve örneğin önümüzdeki günlerde Erbil’de toplanacak Kürt konferansında PKK’nin koşulsuz olarak silahsızlandırılmasının dayanağı olarak kullanılacaktı. Bu hesap, seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo ile boşa çıkmış bulunmaktadır. Bu çerçevede, oransal artışlarla değil de dolaysız siyasal sonuçlarıyla değerlendirildiğinde, 29 Mart seçimlerinin tartışmasız biçimde kazançlı tek gerçek partisi DTP ve onun üzerinden Kürt hareketi olmuştur.

Bizzat başbakanın referandum söylemli meydan okumaları karşısında Kürt kitlelerini siyasal temsil yeteneği bir kez daha kanıtlanmış olan Kürt hareketinin pazarlık yeteneği ve gücü de böylece artmıştır. Burada sorun, bu pazarlıklardan ne çıkacağı, ya da Kürt sorunu gibi derin tarihsel ve sosyal köklere sahip karmaşık bir sorunun kurulu düzenle pazarlık masalarında azçok tatmin edici bir çözüme kavuşup kavuşmayacağı değildir. Sorun, ABD’nin şu sıra uygulamaya çalıştığı Kürt planı çerçevesinde Kürt hareketinin bugüne kadarki birikiminin az-çok bir kolaylıkla tasfiye edilebileceğine ilişkin ham hayallerin çökertilmiş olmasıdır. Denebilir ki bu, 29 Mart yerel seçimlerinin en önemli siyasal sonucu olmuştur ve AKP’nin havasının kırılmasında başlı başına önemli bir rol oynamıştır.

Seçim sonuçlarının sol hareket açısından anlamı üzerinde şimdilik durmayacağız. Şu kadarını söylemekle yetinelim: Parlamenter ölçülerle değerlendirildiğinde, solun seçimlerdeki varlığı bir hiçtir ve bu da bugünün Türkiye’sinde, bu yoğun gericilik ortamında son derece anlaşılır bir durumdur. Devrimci ölçülerle değerlendirildiğinde ise sorun devrim ve sosyalizm eksenine oturan etkin bir devrimci çalışmanın seçimler vesilesi ile kitlelere ne ölçüde götürülebildiğidir. Bunu ise, yazık ki bugünün Türkiye’sinde bir tek komünistler dışında hiçbir sol siyasal parti, grup ya da çevre yapmamıştır. Bunu yapamayan sol, yapması gereken şeyin bu olduğunun da hiçbir biçimde farkında değildir. Seçim sonuçlarını aldıkları oy sayısı üzerinden değerlendirmeye yönelik girişimler de bunun göstergesidir.

Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan 2009 1 Mayısı açıklaması...

“Birleşik, kitlesel, devrimci
bir 1 Mayıs için ileri!”

5 senedir birleşik, kitlesel devrimci bir 1 Mayıs’ın örgütlenmesi için çalışmalarını sürdüren Devrimci 1 Mayıs Platformu, 2009 1 Mayısı’na ilişkin çağrısını 1 Nisan 2009 günü Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla yaptı.

“Emperyalist saldırganlığa, işsizliğe, açlığa, yoksulluğa, baskılara karşı 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz!” başlıklı açıklamada devrimci 1 Mayıs’ı birlikte örgütleme çağrısı yükseltilirken 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında ısrar edilmesi gerektiği vurgulandı.

Platform adına yapılan konuşmayla başlayan açıklamada önemli olanın özüne uygun bir 1 Mayıs’ı örgütlemek olduğu belirtilirken, kapitalist kriz sürecine de vurgu yapıldı. Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun devrimci bir 1 Mayıs’ın örgütlenmesine yönelik çalışmaları hakkında bilgilendirmede bulunuldu.

Devrimci 1 Mayıs Platformu adına yapılan açıklamada emperyalist-kapitalist sistemin içine girdiği kriz ve bunun yarattığı sonuçlara değinildi. İşçi ve emekçilerin 2009 1 Mayısı’nı işyerlerinde yaşanan grev ve direnişlerle karşıladıkları ifade edildi.

Eğitim ve sağlıkla beraber suyun piyasalaştırılması girişimlerinin yaşandığı, devlet terörünün yaygılaştırıldığı bir dönemde devrimci 1 Mayıs’ın örgütlenmesinin önemi hatırlatıldı.

Açıklamanın devamında 2007 ve 2008 Taksim 1 Mayısları’nda işçi ve emekçilerin gösterdiği kararlılık ve tüm engellemelere rağmen sergilediği direniş de yer aldı. Son iki yıldır atılan adımların güçlendirilmesi gerektiği belirtildi.

“Sorun 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanıp kutlanmama sorunu değildir artık. Yer tartışması yoktur. Sorun, emekten ve halktan yana tüm devrimci, ilerici güçlerin bir araya gelip Taksim 2009 1 Mayısı’nı birlikte örgütlemesi sorunudur. Bu sorumluluk hepimizindir. Sendikalar, meslek odaları, DKÖ’ler, siyasi partiler, devrimci güçler, kısacası tüm emek güçleri bu sorumluluğun altına girip 2009 Taksim 1 Mayısı’nı bir an önce örgütleme çabasına başlamalıdır.” ifadelerine yer verilen platform açıklamasında, Taksim ısrarında “pazarlık payı” bırakılmaması özellikle vurgulandı.

Basın açıklamasının son bölümünde başta DİSK ve KESK olmak üzere ilerici, devrimci güçlerin 2009 Taksim 1 Mayısı’nı örgütlemek için adımlarını sıklaştırması, ortak bir mücadele komitesi kurulması çağrısında bulunuldu. Kürt halkına yönelik saldırılara karşı da halkların kardeşliğinin savunulması gerektiği belirtildi.

- Taksim’de 1 Mayıs yasağına son verilmesi,

- 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi,

- ‘77 katliamcılarının yargılanması ve

- Krizin bedelini ödememek için

1 Mayıs 2009 günü Taksim’de olma çağrısıyla basın açıklaması son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul


NATO Karşıtı Birlik’ten miting çağrısı...

“60 yıllık suç örgütü NATO dağıtılsın!”

NATO Karşıtı Birlik, Galatasaray Lisesi önünde 31 Mart günü saat 19.00’da biraraya gelerek, NATO’nun 60. kuruluş yıldönümünü protesto etti.

“NATO’ya hayır! 60 yıllık suç örgütü NATO dağıtılsın!” pankartı ile “Türkiye NATO’dan çıksın!”, “Obama ükemizden defol!”, “Üsler kapatılsın!”, “Afganistan’a asker gönderme!”, “NATO’ya hayır!” dövizlerinin taşındığı eylem, Galatasaray Lisesi önünde yapılan kısa bir konuşma ile başladı. Ardından basın açıklamasını KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Nebat Bükrek gerçekleştirdi.

Bükret yaptığı açıklamada, 60 yıl önce kurulan NATO’ya Türkiye’nin 1952 yılında Kore’ye asker göndererek girdiğini, emperyalist çıkarlar için binlerce insanın canını kaybetmesi pahasına NATO üyesi olduğunu belirtti. NATO’nun 4 Nisan günü 60 yıllık işgal, savaş ve katliam dolu tarihini kutlayacaklarını, NATO’yu kanlı bir suç örgütü olarak gördüklerini belirterek derhal dağıtılmasını istedi. NATO’nun karanlık bir tarihe de sahip olduğunu, birçok ülkede gladyo, kontrgerilla gibi örgütler kurup halklara karşı sayısız provokasyon ve katliam düzenlediğini belirterek şunları söyledi:

 “NATO emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bağımsızlık ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi verenlere saldıran, bu ülkelerde darbeler hazırlayan bir örgüttür. Bu yüzden NATO bizler için ırkçı, etnik kışkırtıcı ve darbecidir, cuntacıdır.”

Türkiye’nin Afganistan’da bulunan işgal güçlerinin komutanlığını yaptığını söyleyen Bükrek, Türkiye’nin ABD işgalinin bir parçası olmaktan vazgeçmesi gerektiğini, ABD Başkanı Obama’nın Afganistan’a daha çok asker istemek için Türkiye’ye geleceğini belirtti. NATO’nun dünya halklarına karşı işlediği birçok suça Türkiye’deki siyasi iktidarların da ortak olduklarını söyleyerek, “Türkiye NATO’dan çekilmelidir” dedi.

Bükrek açıklamanın sonunda, NATO’nun 60. yılını kutlayacağı 4 Nisan günü Kadıköy’de gerçekleştirilecek mitinge çağrı yaptı.

Basın açıklamasının ardından, “Bıji bratiya gelan!”, “Emperyalistler, işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın!”, “ABD askeri olmayacağız!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Katil ABD, işbirlikçi AKP!”, “Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!”, “NATO’ya hayır!” sloganları ile Taksim Tramvay Durağı’na yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüş sırasında mitinge çağrı yapan bildirilerin dağıtımı yapıldı.

Miting tarihi: 4 Nisan Cumartesi

Toplanma yeri: Tepe Natilius

Saat: 13.00

Kızıl Bayrak / İstanbul