3 Nisan 2009
Sayı: SİKB 2009/13

  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve siyasal sonuçlar
  Yanıtımızı 1 Mayıs alanlarında vermeliyiz!
Seçim aldatmacası bitti, kapitalizmin krizi sürüyor…
Kayseri: Yoğun ve etkin bir devrimci seçim çalışması!..
Bursa: Devrimci seçim çalışmamızın kazanımlarıyla şimdi daha da güçlüyüz!..
  Manisa: Tempolu bir seçim çalışması...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tescilli faşist katil Muhsin Yazıcıoğlu “kahraman” ilan edildi!
  Saldırganlık ve savaş aygıtı 60. yılında...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden…
  Genç komünistlerin seçim faaliyetlerinden…
  Kızıldere şehitlerini anma eylem ve etkinliklerinden...
  Almanya’da kriz karşıtı gösteriler…
  G-20 Zirvesi Londra’da toplanıyor...
  Barack Obama’nın yeni Afganistan planı...
  Arjantin’de onbinler askeri faşist cuntadan hesap soruyor...
  Ekim Gençliği'nden...
  Seçim sonuçları hakkında birkaç söz
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saldırganlık ve savaş aygıtı 60. yılında...

NATO: Tekelci kapitalizmin dünya işçilerini, ilerici-devrimci güçlerini ve ezilen halklarını hedef alan vurucu gücü!

Kapitalist emperyalizmin savaş aygıtı NATO’nun 60. yılı üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, silah tekellerinin temsilcileri ile savaş lobisinin şeflerinden oluşan kalabalık bir topluluk tarafından kutlanıyor. Kutlama-zirve şeklinde planlanan altı günlük (31 Mart-5 Nisan) organizasyon, Fransa’nın Strasbourg kentinde gerçekleştiriliyor.

Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı zirve geniş çaplı eylemlerle protesto edilecek. Avrupa’nın birçok ülkesinde eylem hazırlığı yapan ilerici-devrimci güçler, hem militarizm ve zorbalığın sembolü olan NATO’ya hem emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı seslerini yükseltecekle

İç savaşlarla geçen kanlı bir tarih!

İkinci emperyalist paylaşım savaşından güçlenerek çıkan emperyalist ABD rejimi, içeride komünistlere karşı “cadı avı” başlatırken, dışarda faşizmi ezen Sovyetler Birliği önderliğindeki “sosyalist blok”a karşı da seferberlik ilan eder. ABD emperyalizmi, bu saldırgan politika ile hem savaşta zayıflayan diğer emperyalist güçleri denetim altında tutmak hem Sovyetler Birliği ile müttefiklerini tehdit ve şantajla taciz etmek için harekete geçer. Kuzey Atlantik Paktı’nın (NATO) kurulmasına önayak olan ABD, Ortadoğu ve Asya’da da benzer girişimlerde bulunur. Ancak NATO dışındaki girişimler fiyasko ile sonuçlanır.

Resmi söylemde savaş aygıtı, Sovyetler Birliği’nden geleceği var sayılan tehditlere karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Oysa NATO’nun 60 yıllık kanlı tarihi savunmayla değil, saldırganlıkla yazılmıştır.

“Resmi kuruluş gerekçesine ve taşıdığı isme göre NATO sözde ‘savunma amaçlı’ bir devletler ittifakıdır; ittifak kapsamındaki ülkeleri, Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin saldırısına karşı korumayı amaçlamaktadır. Oysa bütün bir tarihi, onun gerçekte bir saldırı ve savaş örgütü, bu çerçevede bir tehdit ve şantaj örgütü olduğunu ortaya koyar…” (NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü, Kızıl Bayrak, Sayı:14, 13 Nisan 2007)

Militarist niteliğine rağmen NATO, ne Sovyetler Birliği ne müttefikleriyle silahlı çatışma ya da savaşa girişmiştir. Tehdit ve şantajlarıyla silahlanmayı körüklemekle birlikte, çatışmalar silahlı bir boyuta taşınmamıştır.

Fakat bu durum NATO’nun saldırganlık ve savaş aygıtı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zira militarist aygıt, kuruluşundan 1990’lı yıllara kadar dış savaşlara değil, iç savaş veya çatışmalara odaklanmıştır. Üye ülkelerin ilerici-devrimci güçlerine, işçi sınıfı ve halk hareketlerine karşı yürütülen kirli savaşları doğrudan planlayan NATO’dur. Kirli icraatlar için ise daha çok  “yerli” tetikçileri kullanmıştır. 

 “Fakat NATO aynı zamanda dört dörtlük bir içsavaş örgütüdür de. Bu temel özelliği oldukça erken yıllardan beri dünya devrimcileri tarafından biliniyor ve teşhir ediliyordu (...) Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşünü izleyen dönemde açığa çıkan gerçekler, bu konuda hiçbir tartışma bırakmadı, örgütün her ülke bünyesindeki kirli iç savaş aygıtları bir bir açığa çıktı. Bir tek Türkiye ve elbette ABD dışında (…) İtalya’da (ünlü Gladio), Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Norveç’te, Danimarka’da, Yunanistan’da (ve hatta ittifakın askeri kanadından 1966’da çekilmiş Fransa’da ve tarafsızlığı ile ünlü İsviçre’de bile), bu kanlı ve kirli uluslararası örgütün ulusal uzantıları olduğu açığa çıktı.” (agy)

Komünizme ve tüm ilerici değerlere kin kusan kapitalist-emperyalist düzenin yaydığı kirli propagandanın tersine, egemenleri korkutan devrim tehlikesi, Sovyetler Birliği’nden gelmiyordu. Kapitalist üretim ilişkilerinin dolaysız sonucu olan sınıf çelişkilerinden güç olan komünist ve devrimci hareketler her zaman “yerli”dir. Komünist hareketlerin enternasyonal niteliği bu gerçeği değiştirmez. Ancak kokuşmuş kapitalist rejimleri korumak için kan deryaları biriktirmekten kaçınmayan savaş aygıtı NATO “yabancı” idi. Zira kuruluş aşamasından itibaren bu örgüt CİA-Pentagon güdümünde kanlı icraatlar yürütmüştür. Türk devleti başta olmak üzere NATO güdümüne giren tetikçi devletler, “dış mihraklar”dan aldıkları çok yönlü destekle işçi sınıfına, emekçilere ve onların siyasi temsilcileri olan devrimci harekete karşı iç savaşlar yürütmüştür. Türkiye’deki 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbeleri, bu kanlı işbirliğinin en iğrenç örneklerindedir.

Savaş aygıtı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana kapsam alanını genişletiyor

Resmi söyleme göre üyelerini, Sovyetler Birliği ile müttefiklerinden gelecek saldırılardan korumak için kurulan NATO’nun, buna göre 1991’de feshedilmesi gerekiyordu. Zira “tehdit” fiilen ortadan kalkmıştı. Oysa tam tersi oldu. Savaş aygıtı Doğu Avrupa’dan başlayarak kapsam alanını genişletmeye başladı. Yeni hedef alanları, yeni misyonlar tanımlayan NATO, küresel jandarmalığa doğru yol almayı sürdürüyor.

1999’da Bill Clinton döneminde “ABD-NATO Genişleme Komitesi” adıyla kurulan resmi devlet organı, Doğu Avrupa’dan başlayarak pek çok ülkenin üyeliğe alınmasına alan açtı. Sadece o yıl Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan üçlüsü savaş aygıtına üye olmuşlardı. Dikkate değer olan, adı geçen devlet organını kuran kişinin, Lockheed Silah Şirketi’nin Stratejik Planlama Bölüm Başkanı olmasıdır.

Doğu Avrupa’dan Baltık devletlerine uzanan, oradan da Ukrayna ve Gürcistan’a sarkmaya çalışan NATO, Rusya’nın kapılarına dayanmayı hedeflemektedir. Gürcistan’daki Amerikancı rejimin 2008’in yazında Rusya ile savaşı göze alması, NATO’nun fiilen savaşa gireceği hesabına dayanmıştı. Ancak ABD/NATO işbirliği ile Polonya ve Çek Cumhuriyetine füze kalkanı yerleştirme planına sert tepki gösteren Rusya, Gürcistan rejimine anında askeri saldırı ile yanıt vererek, NATO’nun olası bir girişimini önlemişti. Gürcistan-Ukrayna ikilisinin NATO üyeliği halen ABD ile Rusya arasındaki gerilimi artıran etkenler arasındadır.

Savaş aygıtının genişleme planı, gelinen yerde tüm gezegeni kapsam alanına dahil etmiştir. Uzak Asya, Pasifik, Afrika ve Akdeniz kıyısındaki Arap ülkeleri, NATO’nun uzanmak istediği yeni alanlar arasındadır. 2006’da İsrail’le de askeri anlaşma imzalayan NATO, Akdeniz’in doğusuna da sızmış bulunuyor. Emperyalistlerin özel koruması altında bulunan siyonist İsrail, elbette kuruluş yıllarından beri NATO’nun tetikçiliğini de yapmaktaydı. Fakat yine de resmi anlaşma, kirli işbirliğini daha da pekiştirmiş oldu.

NATO’nun, “terörle mücadele, sanal saldırıları önleme, doğal kaynakların korunması, nükleer silahların yayılmasının önlemesi” gibi sahalarda da roller üstlenmeye hazırlanması, yerkürenin tümünü bu savaş aygıtının tehditine açık hale getiriyor.

Riga Zirvesi’nde alınan bir karar üzerine harekete geçen aygıt, 30 bin kişiden oluşan Acil Müdahale Gücü (NRF) kurma hazırlığına başlamıştı. Son teknoloji ürünü silahlarla donatılan bu vurucu gücün, seri hareket ederek kısa sürede dünyanın en uzak bölgelerine ulaşabilecek nitelikte olacağı belirtilmişt

Genişlemenin sağladığı devasa kanlı rant!

NATO’nun genişlemesi, ABD emperyalizminin çıkarlarıyla pek çok noktada çakışmaktadır. Rusya, Çin, Hindistan gibi büyük güçlerin kuşatılması, zengin enerji kaynakları barındıran bölgelerin savaş baronlarının denetimi altına alınması, enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaşmasını sağlayacak güvenli koridorların oluşturulması, emperyalist güçler arasındaki çatışmaların NATO aracılığıyla denetim altında tutulması, dahası diğer güçlerin de saldırganlık ve savaş politikası güden ABD ile suç ortaklığına zorlanması, vb...

Emperyalist güçler arası çıkar çatışmaları bazı emellerine ulaşmasını engellese de, NATO’nun genişlemesi için en çok çaba harcayan ABD’dir. Zira genişlemenin silah tekellerine sağlayacağı muazzam rantlar da, savaş aygıtını genişletme çabalarını hızlandıran önemli etkenlerden biridir.  

Dünyanın en büyük silah imalatçısı şirketlerini bir araya getiren ABD Uzay-Havacılık Sanayicileri Birliği başkan yardımcısı Joel L. Johnson’a göre, NATO’nun bu genişlemesi, yalnızca savaş jetleri piyasasına 10 milyar dolar yeni kaynak girişi sağlayacaktır.

Söz konusu ülkelerin NATO’ya girişinin önümüzdeki 15 yıl içindeki toplam maliyeti ya da yapılmak zorunda olunan harcamalar toplamının ise 125 milyar doları bulacağı belirtiliyor. Diğer güçlerin de silahlanma yarışı kervanına katılması, savaşa ayrılan devasa kaynakların sürekli artmasına neden oluyor. Muazzam boyutlara ulaşan ve halkların kanıyla karılan bu pastanın, savaş baronlarının iştahını fazlasıyla kabartacağını tahmin etmek güç değil.

Yeni savaşlar, yeni bataklık alanları…

NATO devletlerarası savaşlara 1999’da eski Yugoslavya’yı bombalayarak başladı. Türk devleti dahil aygıta üye devletlerin katılımıyla gerçekleşen vahşi bombardıman, Avrupa’nın orta yerinde bulunan bu ülkeyi harabeye çevirdi. Böylece yeni dönemde emperyalist haydutlara kafa tutan devletlerin ne türden bir muameleye maruz kalacağı gösterilmiş oldu.

11 Eylül saldırılarının ardından ABD’ye tam destek veren NATO, 2001’in sonlarında gerçekleşen Afganistan’ın vahşi işgaline de katılmıştır.  2003’ten itibaren Afganistan’ı enkaza çeviren işgalin komutasını da ABD savaş makinesinden devralan NATO, halen Afganistan bataklığında çırpınmaktadır. İşgal karşıtı direnişi ezmeye çalışan savaş aygıtı, hava bombardımanlarıyla sivilleri toplu bir şekilde katletmekte, buna karşın kontrolü sağlama konusunda tam bir başarısızlığa saplanmış bulunmaktadır.

Son teknoloji ürünü silahlarla donanmış, yıkıcılıkta sınır tanımayan NATO güçlerinin Afganistan’da uğradıkları akıbet, yakıp yıkmanın zafer kazanmak anlamına gelmediğini göstermektedir. Gelinen yerde Afganistan fiyaskosu, hem Washington hem Brüksel’deki şefleri açmaza sürüklemiştir. Zira işgal 8. yılına girdiği halde, NATO güçleri ile kukla yönetime bağlı kolluk kuvvetleri başkent Kabil’i bile kontrol etmekte zorlanıyor. Hal böyle iken, NATO şeflerinin ısrarla ek kuvvet talebinde bulunmasına rağmen ABD dışında kayda değer bir destek bulamıyor. Bundan dolayı savaş aygıtının Afganistan’da yenilgiye uğrama ihtimali güçlenmektedir.

Afganistan tablosu, başta ABD olmak üzere emperyalist güçler adına dünya jandarmalığına hazırlanan NATO’yu yeni fiyaskoların da beklediğine işaret etmektedir.

Kapsam alanı genişletilen NATO’nun iç bütünlüğü sarsılıyor

ABD ile AB emperyalistleri arasındaki çatışmaların dolaysız yansıma alanlarından biri de NATO’dur. Aygıt üzerindeki ABD egemenliğinden rahatsız olan Avrupalı üyeler, Afganistan işgalinde ellerini taşın altına koymaktan özenle kaçınıyorlar. Bundan dolayı son yıllarındaki NATO toplantılarının gündeminde Afganistan’a ek kuvvet talebi ilk sıralarda yer alıyor. Hem Washington hem Brüksel’deki savaş baronlarının ısrarlı taleplerine rağmen Afganistan’a ek muharip kuvvet gönderilmemesi, NATO’nun içindeki parçalanmayı daha bariz hale getiriyor. 

Geçtiğimiz Şubat ayında gerçekleşen Münih “Güvenlik Konferansı”nda savaş aygıtındaki farklılıklar iyice açığa çıktı. 

Konferansta Pentagon’un sözcülüğünü üstlenen NATO şefi De Hoop Scheffer, NATO’nun öneminin kaybolmadığını ve gelecekte de süreceğini savunarak, Avrupa ülkelerinden NATO’ya daha fazla destek olmalarını istedi. NATO’daki transatlantik ortaklığın karşılıklı dayanışmaya dayandığını iddia eden De Hoop Scheffer, Avrupalı NATO müttefiklerinin ABD’nin Afganistan için daha fazla çaba gösterme hedefine destek olmadığına dikkat çekti. “Yeni Amerikan yönetimi sadece iyi önerileri değil adil bir yük dağılımını da bekliyor. NATO ve AB arasındaki ilişkiler istendiği gibi gitmiyor. NATO ve AB arasındaki işbirliği bazı üye ülkelerce önlenmemeli” diye konuşan aygıt şefi, emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin derinliğine işaret etti.

NATO Genel Sekreter Yardımcısı’nın “Amerika savaşıyor, Avrupa ödüyor. NATO’da ABD liderliğinde iki sınıf oluştu” şeklindeki sözleri de, ABD-AB çatışmasını anlatıyor.

 60. yıl zirvesi ve anti-emperyalist mücadelenin önemi!

Afganistan’a ek kuvvet gönderilmesi sorunu, 60. yıl vesilesiyle düzenlenen zirvenin de öncelikleri arasında yer alıyor. Zira ABD’nin toplam 21 bin askerden oluşan ek kuvveti Afganistan’a gönderme kararına rağmen, diğer üyeler bu konuda henüz somut bir adım atmadılar. Dolayısıyla NATO’yu Afganistan bataklığından çıkarmak, halen öncelikli sorunlar arasında.

60. yıl zirvesinde Afganistan meselesinin yanısıra savaş aygıtının yeni ilgi alanları, silah ve savaş stratejilerinin belirlenmesi, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar, Avrupa Güvenliği’nin geleceği, NATO’nun geleceği, NATO-Rusya ilişkileri gibi konuların da ele alınacağı belirtiliyor. Görüldüğü üzere, kendi içinde çatışan savaş aygıtının dünya işçileri ve ezilen halklarına karşı gündemi oldukça yoğundur.

Emperyalist güç odakları arasındaki çatışma ve bunun NATO’ya yansımaları, saldırganlık ve savaş politikasının niteliğini değiştirmemektedir. Ayrıca, kendi aralarında çatışsalar da, hakların direnişi veya emperyalist zorbalara kafa tutan bir yönetim söz konusu olduğunda, tekelci kapitalizmin efendileri ortak hareket etmekte güçlük çekmiyorlar. Özellikle ezilen halkların direnme kararlılığı karşısında alınan ortak tutumda, vahşette sınır tanınmıyor. Irkçı-siyonist İsrail’in 2006 Temmuzu’nda Lübnan’a, bu yılın ilk günlerinde ise Gazze’ye düzenlediği saldırılardaki sınırsız vahşet, diğerleriyle birlikte NATO üyesi devletlerin, sistem karşıtı halk direnişlerini ezme konusundaki pervasızlıklarını ortaya koymuştur. Devrimci kabarış veya toplumsal ayaklanmalar söz konusu olduğunda da, NATO ile tetikçilerinin vahşi bir saldırganlıkla karşılık vereceğinden kuşku duymamak gerek.

Dolayısıyla, savaş aygıtının 60. yıl kutlamasına/zirvesine karşı alanlara çıkan militarizm ve savaş karşıtlarının eylemleri elbette anlamlıdır. Ancak kapitalizmin iğrenç görünümlerinden biri olan militarizm, savaş ve her türden gerici şiddette karşı mücadele, zirvelere endekslenmeyecek kadar hayati bir önem taşımaktadır.

Zira tüm dünyada işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların kaderinin sımsıkı bağlı olduğu toplumsal devrimler, ancak NATO ve ona bağlı militarist örgütlenmelerle hesaplaşmayı başarabildiği ölçüde zafere ulaşacaktır. Bu ise, özelde NATO’ya genelde emperyalist saldırganlığa karşı mücadeleyi, anti-kapitalist mücadelenin ayrılmaz bir parçası olarak yürütmeyi zorunlu kılmaktadır.