5 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/21

 Kızıl Bayrak'tan
 Saldırıların karşısına birleşik militan
sınıf mücadelesiyle çıkalım!
Kapitalizmin krizine karşı sokağa, eyleme, mücadeleye!
Kürt halkını aldatarak teslim alma planları…
KESK’e yönelik saldırılar ülke çapında eylemlerle protesto edildi...
Eğitim emekçilerinin Ankara yürüyüşü..
İşçiler TİS dayatmalarına
karşı yürüdü!
Entes direnişi güncesinden…
İşçi ve emekçi hareketinden…
KESK’e yönelik devlet terörü militan bir mücadele
sürecinin örgütlenmesi ile püskürtülebilir!
Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı Hazırlık çalışmaları üzerine...
Direnen işçi kadınlar bizlere yol gösteriyor!
Üniversitelerden...
ÖSS çalışmalarından..
İstanbul’un eski Emniyet Müdürü Ulubatlı “Beton Hasan”...
Tersane patronlarının yeni kâr alanı yaratma girişimi...
Emperyalist güçler gerici Sri Lanka rejimini destekliyor...
Obama’dan “Müslüman” dünyasına sahte mesajlar…
14. Uluslararası Gençlik Buluşması!
“Kürdistan’da diller, dinler, etnik gruplar,
ulusal topluluklar sorunu”
M. Can Yüce
Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kürdistan’da diller, dinler, etnik gruplar, ulusal topluluklar sorunu”

M. Can Yüce

Bu başlığı “KUKM’yi Toparlama ve Yeniden İnşa BİLDİRGE’si” adlı kitaptan ödünç aldık. Bu başlıkta dile getirilen sorunların Kürdistan sorununun çok yakıcı sorunları olduğunu vurgulamak durumundayız.

Bu sorunların konuluşu ve ele alınış tarzı, Kürdistan’da demokrat olmanın çok temel ölçütlerinden biridir. “Bizdeki” egemen ve fiili resmi çizgiye ve anlayışa açık ve net tavır almadan demokrat, devrimci demokrat, bu sıfatlarlarla birlikte sosyalist olmak mümkün değildir.

O nedenle Kürdistan’da diller, dinler, etnik gruplar ve ulusal topluluklar sorununa bakış, daha genel bir ifadeyle halklar, diller ve her çeşit ve her düzeydeki farklılıklara yaklaşım, demokrat olmanın temel ölçütlerinden biridir.

Bu anlamda bu sorunlardaki tartışmaları sağlıklı yürütmek, Kürdistan demokrasisinin gelişmesinin önemli bir zemini olarak ele almak, üslupta ve tartışma sürecinde daha anlayışlı ve kavramaya, kendini eski anlayış ve şartlanmışlıkları aşmaya dönük bir duyarlılık içinde olmak kaçınılmaz olmaktadır.

Öteden beri “Zaza sorunu” tartışılmaktadır. Hemen vurgulamak gerekir ki bu tartışmaların ne kadar sorumlu, demokratik bir zemin ve üslupla yürütüldüğü çok tartışmalıdır. Bu konuda “aykırı” düşünceler de dile getirilebilir. Demokratik zemin, anlama ve anlaşılmaya açık, bütün bunlarla birlikte sorumluluk duygusuyla yürütülecek bir tartışmanın öğretici olacağı, farklılıklara saygı ve demokratik anlayışa katkı sunacağı, bu bağlamda eğitici bir rol oynayacağı çok açıktır.

Açık ki Zazalar ve diğer farklılıklar konusundaki tartışmalar, belli bir süreyi almış olsa da genel anlamda “yeni”dir. Bu konudaki bilimsel tartışmalar ve bilgiler de çok sınırlıdır, hemen hemen yok denecek düzeyde… Bu nedenle bu konuda hiç kimse kendisini bir otorite, son sözü söyleme konumunda görmesin! Buna resmi ideolojinin “Kürt” versiyonu, ya da yansımalarıyla yaklaşan çevre ve kişiler de dahildir…

Kuşkusuz “bizim” sorunlarımız, salt sömürgeci ve emperyalist sistemden ve onun doğrudan etki ve sonuçlarından kaynaklanmıyor. Bunlar temeldir ve diğer sorunları da etkilemekte, çözümü önünde temel bir engel oluşturmaktadır. Bununla birlikte güncelde derinleşerek devam eden toplumsal, tarihsel, kültürel sorunlarımız, farklılıklarımız, bu farklılıkların çeşitli düzeylerdeki yansımaları var. Halklar, diller, dinler, etnik veya ulusal topluluklar sorunları bunların başlıcalarıdır…

Halkların, grupların, çeşitli düzeyde ve nitelikteki kimliklerin sorunları sıradan, basit ve görmezden gelinecek sorunlar değildir. Tersine bu sorunlar anılan kimliklerin yaşamı, kaderi ve gelecek varlıklarıyla ilgili yaşamsal sorunlardır. Dolayısıyla devrimci, demokrat ve yurtsever politika yapma, geleceğe dönük proje ve hayalleri olanların bu konuyu ilke ve programatik konu olarak kavramaları, bu konudaki ideolojik bakışlarını, programatik çözümlerini ortaya koymaları ve bu bağlamda sağlıklı tartışmalar yürütmeleri kaçınılmazdır. Doğru ve sonuç alıcı tartışmaların önemini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Çünkü anılan konuların aynı zamanda öğrenilmeye, kavranmaya, var olan bilgi ve kavrayış düzeyinin derinleştirilmesine ihtiyacı var…

Bu yöntemsel ve esasa ilişkin vurgulardan sonra konuya genel bakışımızı geniş bir aktarmayla ortaya koymak ve tartışmaya sunmak istiyoruz:

“Devrimci hareketlerin en çok ihmal ettikleri konu budur. Diller, dinler, etnik gruplar ve ulusal topluluklar konusunda bırakalım bir çözüm üretmeleri, doğru dürüst sorunların adını koymaktan bile kaçınmışlardır. Bu, salt yetersizlikten kaynaklanan bir durum değildir. Esas olarak egemen anlayış ve kültürün bilinç ve bilinçaltlarına sinen tortularından kaynaklanmaktadır ve devrimciler için gerçekten önemli bir zaafa, ilkesel bir olumsuzluğa, daha doğru bir deyimle ilkesizliğe işaret etmektedir.

Kürdistan’da doğal ve tarihsel evrimini izleyerek uluslaşmadı, uluslaşma süreci sömürgecilik tarafından kesintiye uğradı. Uluslaşma süreci bir önceki alt-bölümde kısaca anlatıldı, tekrarlamak fazlalık olur. Uluslaşma süreci devam ediyor ve bunun ortaya çıkardığı ve bilinçlere çarptırdığı bazı gerçekler var. Bunların başında ise diller, lehçeler sorunu geliyor. Kürdistan’da yaygın olarak kullanılan dört lehçe veya dil kullanılmaktadır. Kurmanci, Kırmançki (Zaza), Sorani ve Gorani... Anılan bu lehçeler veya diller, Kürtçenin farklı lehçeleri midir, yoksa birbirine çok benzese de farklı diller midir sorusu tartışılmakta ve bu tartışma henüz sonuçlanmış değildir. Biz de henüz bu konudaki tartışmalarımızı sonuçlandırmış değiliz, bu nedenle ‘diller veya lehçeler’ kavramını kullanmayı yeğliyoruz, elbette şimdilik için...

Bu dillerin gelişimi, kaderi ve geleceği ile ilgili bizim bir görüşümüz ve politikamızın olması zorunludur. Eskiden bu durum daha çok belirsizliğe ve gelişmelerin genel akışına bırakılmıştı. Dolayısıyla çoğunluk dili veya lehçesi aynı zamanda fiili egemen konumundan da geliyordu. Kuzeyde Kürtçe dendi mi Kurmancinin anlaşılması, yazılı dil olarak ona ağırlık verilmesi, siyaset, sanat ve kültürde daha çok Kurmanciye ağırlık verilmesi, dahası bunun dokunulmaz ve doğal bir hak olarak algılanması, işin başında diller veya lehçeler arasında bir eşitsizliği, birinin lehine ayrıcalıklı bir durumu anlatıyordu. Bu anlayışın yanlışlığını ve yersizliğini uzun uzadıya anlatmak yerine, dillerin veya lehçelerin bizde bir vaka olduğu, bunların eşitliğini, gelişimi için hepsine aynı düzeyde destek sunulması gerektiği, bunun ulusal özgürlük ilkesinin bir gereği olduğu, diller veya lehçeler arasında ayrıcalık tanınmaması gerektiği, hepsine eşit mesafede durduğumuzu, siyasal ve örgütsel çalışmalarda eşitlik ilkesini gözetmenin kaçınılmazlığını vurgulamanın daha doğru ve gerekli olduğunu belirtmeyi daha anlamlı buluyoruz.

Dillerin veya lehçelerin eşitliği ve özgürlüğü bizim ilkesel duruşumuzun bir gereğidir. Diller veya lehçeler arasında mücadelenin eliyle bir hiyerarşi yaratmanın doğru olmadığını vurgulamayı gerekli görüyoruz. Kuşkusuz diller veya lehçeler arasında dinamik bir ilişkinin olacağı, belki de süreç içinde bunlardan birinin ve birkaçının öne geçebileceği olasılığı da bugünden reddedilemez. Ama öyle de olsa bugünden dillerden veya lehçelerden bazılarının şimdiden kurban edilmesine göz yumulamaz.

Güneyde Kurmanci ve Sorani yaygınca ve etkince birlikte kullanılıyor. Yayın, eğitim ve kültür dilleri veya lehçeleri olarak... Bu durumu olumlu bir örnek olarak değerlendiriyoruz.

Ancak Kuzeyde ağırlık ve destek Kurmanciye verilmekte, Kırmançki ise gerekli desteği görmemektedir. Bu, olanaksızlıklardan ve kadro yetersizliğinden kaynaklanan bir durum değildir. Yukarda da vurguladığımız gibi bu egemen anlayışın Kürt versiyonundan kaynağını almaktadır. “Evet, Kırmançki (Zazaca) vardır, ama bu süreç içinde ulusal potada, Kurmaci içinde erimelidir” anlayışının bilerek veya bilmeyerek uygulanmasından başka bir şey değildir. Öncelikle bilinç düzeyinde bu egemen anlayışı ve onun çok yönlü sonuçlarını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun yerine dillerin veya lehçelerin eşitliği ve özgürlüğü ilkesini ve anlayışını esas almak ve uygulamak gerekir.

Kürdistan’da bir de dinler sorunu vardır. Bu konu da devrimci hareketler tarafından ihmal edilmiş, ilgi alanlarına girmemiştir. Ancak ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişimi, Alevilerin de dinsel kimliklerini ifade etmelerinin önünü açmıştır. Aleviler dinsel kimlikleri ve inanç özgürlüklerini daha bilinçli ve örgütlü olarak talep etmeye başlamışlar ve böylece kendi sorunlarını gündeme oturtmuşlardır. Devrimci örgütlerin Alevilere nasıl yaklaştıkları ve bu konuda ortaya çıkan pratiğin eleştirisi ayrı bir değerlendirme konusudur. Burada kısaca Kürdistan’da Alevilik, Ezdilik, Süryani-Keldani-Asuri Hıristiyanlığı gibi farklı dinlerin var olduğunu ve bu gerçekliği doğru tanımlamak, yaşadıkları baskıları bütün netliği ile ortaya koymak ve dinlerin eşitliği ve özgürlüğü, azınlık dinlerin güvence altına alınması ilkeleri doğrultusunda çözümler üretmek gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Eşitlik ve özgürlükten anladığımız, kendini bütünlüklü olarak ifade etmek, her platformda kendi kimliği ile temsil edilmek, örgütlenme, ibadet ve inanç özgürlüğüdür.

Ayrıca ülkemizde Süryani-Asurî adlı bir etnik topluluk vardır. Bu grup, farklı bir dinsel grup olduğu gibi, aynı zamanda etnik bir gruptur. Süryani-Asurîler binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış ve kendi etnik, kültürel özelliklerini bugüne kadar yaşatabilmişlerdir. Tarih boyunca hem sömürgeci egemenliklerin, hem de Kürt egemen sınıflarının baskılarına maruz kalmışlardır. Topraklarımızın en eski kültürlerinden biri olan Süryani-Asurîler ülkemizin bir zenginliğidirler. Bu grubun özgürce kendisini ifade etme, kendi kimliği ile örgütlenme ve çeşitli platformlarda temsil etme hakları güvence altına alınmalıdır. Gerçek özgürlük, kendisi ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olmak, her açıdan örgütlenebilme hak ve olanaklarına sahip olmaktır. Sömürgeci, yerel ve geleneksel egemenlikler ve bunlardan kaynaklanan tortular ancak bu anlayışla aşılabilir.

Bu alt bölümde değinilmesi gereken diğer bir nokta da ulusal topluluklar sorunudur. Ulusal topluluk kavramı ile esas olarak bir ulusu olan, ama başka bir ülkede azınlık olarak yaşayan halk topluluklarını anlatmaya çalışıyoruz. Örneğin ülkemizde yaşayan bir Ermeni azınlığı var. Ama aynı zamanda Ermenistan’da bir Ermeni ulusu var. Kürdistan’da yerleşmiş ve bu yerleşimi istikrar kazanmış Türkler, Araplar, Farslar ülkemizdeki ulusal topluluklar niteliğindedir. Azınlık düzeyindeki bu toplulukların ulusal ve demokratik haklarının açıkça belirtilmesi ve güvence altına alındığının programlaştırılması bir zorunluluk ve ilkesel duruşumuzun bir gereğidir.

Ülkemizdeki diller, dinler, etnik gruplar ve ulusal topluluklar gerçeğini bir zaaf olarak değil, tersine bir zenginlik, demokratik gelişimin güçlü bir zemini olarak algılıyoruz. Kuşkusuz özgür ve bağımsız Kürdistan’ın siyasal yapılanması bu farklılıkları, farklı zenginlikleri hesaba katmak, bunun devrimci demokratik çözümünü ifade etmek zorundadır. Tekçi, merkezi, tek sesli, tek dilli, tek renkli bir Kürdistan’ın anılan bu gerçekliklerle çelişeceği çok açık ve tartışmaya yer bırakmayacak kadar nettir! Kendi içinde bölge temelli özerk-otonom bölgelerden oluşan federal veya konfederal bir Kürdistan anılan çeşitliği ve farklılıkları en iyi biçimde temsil edebilir, özgürce bir arada tutabilir.” (KUKM’ni Toparlama ve Yeniden İnşa Bildirgesi)

2 Haziran 2009