4 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/34

  Kızıl Bayrak'tan
  “Açılım”da son perde
  12 Eylül’ün hesabını işçi sınıfı ve
emekçiler soracak
  Türk egemen sınıfları NATO’da
daha etkin roller peşinde!
  “Kürt açılımı” aldatmacası
dökülüyor
1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde gazetemize yönelik alçakça saldırı
Güler Zere ve hasta tutsaklar
serbest bırakılsın!
“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin
sağlığını tehdit ediyor!
Toplu görüşme oyunundan sefalet ücreti ve işgüvencesinin gaspı
planı çıktı!.
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  Devletin devekuşu politikası ve
boşa çıkan İmralı çizgisi
  Kriz, direnişler ve
Metal İşçileri Kurultayı
  “Metal işçilerinin birliği
için kurultaya!
  KENT A.Ş. işçilerine açık mektup...
  Entes direnişi güncesinden.
  İşçi sınıfının devrimci sanatçısı
Yılmaz Güney kavgamızda yaşıyor!
  “Kadına yönelik
sıradanlaştırılan şiddet!
  Sermaye devleti suyu siyasi şantaj aracı olarak kullanıyor!
  Kıta halklarının örgütlü direnişi
süreci belirleyecektir!
  “Açılımın” açmazları
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden
mektup
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye devleti suyu
siyasi şantaj aracı olarak kullanıyor!

Ufku kapitalizmin ötesini göremeyen bazı “strateji analizcileri”, 21. yüzyılda “petrol uğruna savaşlar”ın yerini “su uğruna savaşlar”a bırakacağını savunuyorlar. Eğer insanlık kapitalizm belasından kurtulamazsa, yazık ki bu uğursuz öngörünün gerçekleşme olasılığı yüksek olacaktır.

Şimdiden tatlı su havzalarından yararlanma, sınır aşan akarsuların paylaşımı konusunda sorunlar olduğu gözönüne alındığında, insan türünün yanısıra yerküremizdeki bütün canlıların temel hayat kaynaklarından biri olan suyun adil paylaşımının taşıdığı önem daha iyi anlaşılır. Ancak kapitalist-emperyalist sistemin egemenliği devam ettiği sürece, ne doğal kaynakların ne de toplumsal zenginliklerin eşit paylaşılması söz konusu olabilir. Bu olgu, insan türünün kapitalist barbarlıktan kurtulmak için fazla zamanının kalmadığına işaret ediyor.

Barındırdığı zengin petrol yataklarını yağmalamak amacıyla emperyalist güçlerin savaş alanına çevirdiği Ortadoğu, su paylaşımından kaynaklı olası çatışma riskinin de yüksek olduğu bölgelerin başında yer alıyor. Filistin, Ürdün ve Suriye’nin su kaynaklarını gaspeden siyonist İsrail, halihazırda bu ülke halklarının susuzluk çekmelerine neden oluyor. Türk sermae devleti ise, çok sayıda baraj inşa ederek sınır aşan sular kapsamındaki Fırat ve Dicle nehirlerinden Irak ve Suriye’ye ulaşan su miktarını düşürüyor. Türkiye’nin anlaşmalara uymayan tutumu komşularıyla ilişkilerinin kimi zaman gerilmesine yol açıyor. Zira Fırat ve Dicle nehirlerinden akan su miktarı Suriye ve Irak açısından hayati bir önem taşımaktadır. Suyu kimi zaman bir siyasi şantaj aracı olarak kullanan Türk sermaye devleti, inşa ettiği barajlarla her iki nehrin sularını kirletmektedir. Suyun kirlenmesi her iki komşu ülkenin sulama ile yapılan tarımsal üretimini olumsuz etkilemektedir.

Komşu ülkelerle yapılan bazı anlaşmalara rağmen Türk sermaye devletinin yaklaşık 30 yıldan beri suyu siyasi baskı aracı olarak kullanması, zaman zaman gerginliklere yol açıyor. Bu durumu fırsat bilen emperyalist güçlerin oluşturduğu Davos Ekonomik Forumu, Ortadoğu’daki “su krizi”ni ele almak için harekete geçmiş bulunuyor. Emperyalist güçlerin el atacağı her sorunun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alacağı ise bilinen bir gerçek.

Komşu ülkelerle “sıfır sorun” politikası izlediğini öne süren sermaye iktidarının yürütme erki AKP hükümeti, suyu siyasi baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmiş değil. Tersine, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamındaki barajların yapımına hız vereceğini açıklayan hükümet, Kürt halkına karşı Irak ve Suriye ile işbirliği yapsa da, su sorunundan dolayı bu iki devletle ilişkilerini gerginleştirmeye aday görünüyor. Bu sorunların ileride derinleşerek çatışmalara yol açması da ihtimal dahilindedir.

Dünya genelindeki tatlı su kaynakları, eşit ve akılcı kullanılması koşuluyla insan türüne rahatlıkla yetebilir. Ancak işçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği değerlerin yanısıra doğal zenginlikleri de yağmalayan kapitalizm, milyarlarca insanı bir avuç suya muhtaç duruma düşürmek üzeredir. Şimdiden yüzmilyonlarca insan yeterli suya ulaşmaktan yoksun veya sağlığa zararlı su kullanmak zorunda kalıyor. Bu sorunun yakın gelecekte bir felakete dönüşmesi riski yüksektir. Zira tatlı su kaynaklarını besleyen ormanların yağmalanması, ayrıcalıklı kesimlerin aşırı su tüketimi, küresel ısınmadan dolayı deniz seviyesinin yükselerek tatlı su kaynaklarını tuzlandırma tehlikesi gibi etkenler, insan türünü ciddi bir su krizi ile karşı karşıya bırakabilir.

Durum bu kadar vahimken, kapitalist-emperyalist devletler soruna çözüm üretmek bir yana, suyu siyasi bir tehdit aracı kullanarak sorunu daha da derinleştiriyorlar. Kapitalizm belası, bölgesel savaşlar, etnik çatışmalar, yıkım, sömürü, kölelik, işsizlik, yoksulluk, sefillik, ekolojik dengenin bozulmasına şimdi de susuzluğu ekliyor. Bu ise, barbarlık içinde çöküşe sürüklenen insan türünü kurtarabilecek tek alternatif olan sosyalizmi yaşamsal bir ihtiyaç haline getirmiş bulunuyor.


 

 

Batılı emperyalistler
Afrika’nın güneşine de göz diktiler!

Batılı emperyalistler bugüne kadar Afrika kıtasının insanını, yeraltı zenginliklerini, denizlerini, ormanlarını yağmaladılar. Şimdi sıra güneşine geldi…

Deutsche Bank, Siemens, ABB, RWE, Abengoa Solar, MAN Solar Millennium, HSH Nordbank gibi büyük Avrupa tekellerinin başını çektiği “Desertec” adlı proje ile güneş enerjisinden elektrik üretileceği açıklandı. 400 milyar avroluk bütçe oluşturmaya hazırlanan büyük tekeller, “Desertec” adlı projeyle, Avrupa elektrik ihtiyacının yüzde 15’ini Afrika güneşinden sağlamayı planlıyor.

2050’de tamamlanabileceği belirtilen projeye göre, çöle ayna tarlaları kurulacak; sahra bölgesinin güneş ışınları çöle yerleştirilen aynalar vasıtasıyla suyun ısıtılmasına yarayacak; ısınan su tribünleri çalıştırarak elektrik enerjisi üretecek. Bu arada proje ile ilgili politik, sosyal, endüstriyel, hukuki bütün sorunlara karşı “The Desertec” isimli bir fonun da kurulduğu belirtildi.

Büyük tekellerin hazırladığı bu proje, batılı emperyalistlerin ne kadar ikiyüzlü, yağmacı, faydacı olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Zira sömürgecilik dönemi boyunca Afrika kıtasını yağmalayan emperyalist güçler, yağmalanacak bir şey kalmayınca, kara kıtayı tarihinin dışına itmekte tereddüt etmediler. Zenginlikleri yağmalandıktan sonra kuraklaşıp çölleşen kıtada açlık, salgın hastalık ve ölüm kol gezmeye başladı. Ancak bu durum yağmacı sömürgecileri zerre kadar etkilemedi.

Son yıllarda ise kıtada bazı yeraltı kaynaklarının keşfedilmesi, emperyalist güçlerin uğursuz ilgilerini yeniden kıtaya yöneltmelerine vesile oldu. Bu “ilgi”, kıta halklarına etnik çatışma ve iç savaşlardan başka bir şey sunabilmiş değil henüz. Soykırıma varan çatışmalarda taraf olan emperyalist güç odakları, yüzbinlerce sivilin katledilmesini kıllarını kıpırdatmadan izlediler. Yani kıtaya dönük ilgilerinde Afrika halklarını hiçe sayan emperyalist güç odakları, yağma ve egemenlik dışında hiçbir şeyle ilgilenmediler. “Afrikalıları kurtaran beyaz adamlar”a ise ancak Hollywood tepelerinde çekilen Amerikan savaş propaganda filmlerinde rastlandı.

Şu günlerde “Desertec” projesini hazırlayan AB şefleri, vahşi sömürgeci zihniyetin 21. yüzyıldaki “uygar” temsilcilerinden başka bir şey değiller. İnsan gücü dahil üretici güçleri tahrip edilen kıtada toplumsal gelişim uzun yıllar boyunca baltalanabildi. Bu dönemde kıta halkları, emperyalistlere karşı değil, birbirleriyle savaştılar. Zira emperyalist güç odakları devşirdikleri savaş ağalarına destek vererek, kirli emellerine iç çatışmalar üzerinden ulaşmaya çalıştılar. Kıta halklarını vahim bir açmaza sürükleyen bu politika, şu ana kadar emperyalist güç odaklarını halkların tepkisine maruz kalmaktan korumuş görünüyor.

Gelinen yerde koşulların aynı şekilde devam etmesi pek olası görünmüyor. Toplumsal uyanışta sağlanacak gelişim, kıta halklarının namluları yeniden emperyalist güç odaklarına çevirmesine zemin hazırlayacaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısında sömürgeci emperyalistlere karşı direnen halkların, içine yuvarlandıkları vahim durumdan kurtulabilmeleri için, emperyalistler ile işbirlikçilerine karşı yeni bir direnişi başlatmaları dışında bir çıkış yolları bulunmuyor.