16 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/28

 Kızıl Bayrak'tan
Anayasa değişikliği referandumu tartışmaları
Referandum oyununa karşı devrimci tutum!
Sendika ağalarının referanduma ilişkin tutumları ve devrimci sorumluluk!
Kürt halkına saldırganlık sermayenin ‘ortak aklı’
ABD-Türkiye ilişkilerinde son perde
Ankara'da iki BDSP'li serbest bırakıldı
DİSK’in sermaye ile
uzlaşma arayışı...
İşçiler, burjuvaziye mezar hazırlamaktadır!
Meslek örgütlerinden’iş cinayeti’ açıklamaları
Kontra sendikaların “başarı” kaynağı sınıf sendikacılığı çizgisinin silikleşmesidir!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Taleplerimiz, mücadele ve örgütlenme hattımız…
ÇEL-MER işçileri kazandı!
MİB’ten Yunus Dönmez’le dayanışma çağrısı!
Zafer direnen UPS işçisinin olacak!
ABD emperyalizmi her koşulda ırkçı-siyonist canilerin hamisidir!...
Katil İsrail kendi soruşturup kendi aklıyor!
Dünyada işçi ve emekçi hareketi...
İran’da kadınlar üzerindeki baskılar sürüyor…
Samandağ Geleneksel Evvel Temmuz Festivali gerçekleştirildi...
Topyekûn bastırma ve teslim alma kampanyası - M.Can Yüce.
İnternette sansür ve denetim yeni düzenlemeler ile tırmandırılıyor.
Direnişçi bir Çel-Mer işçisinden mektup…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İran’da kadınlar üzerindeki baskılar sürüyor…

İran’da kadınlar üzerinde baskıcı ve cinsiyetçi uygulamalar her geçen gün artırıyor. Kuşkusuz ki ayrımcılık ve baskılar bizzat yasalar tarafından güvence altına alınıyor.

Örneğin İran’da erkek çocukları 15 yaşında cezai ehliyete sahip olurken, kız çocukları cezai ehliyete dokuz yaşından itibaren başlıyor. Yani dokuz yaşındaki bir kız çocuğu “suç” işlediği takdirde yetişkinlerle aynı muameleye tabi tutulabiliyor. Mahkemelerde de ayrımcılık uygulanıyor. Mahkemelerde iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşdeğer görülüyor. Kadının iradesi de tümüyle eşe ya da babaya tabi kılınıyor. Bir kadın evlenirken babasından ya da baba tarafı büyükbabasından izin alarak evlenmek zorundadır. Aynı zamanda bir kadının boşanmak için de mantıklı nedenleri olması gerekiyor. Nedenlerin “mantıklı olup olmadığına” yargıç karar veriyor ve yasalara göre kadınların yargıç olmaları da yasak… (*)

Daha da sayılabilecek örneklerden de görülebileceği gibi İran’da kadınlar neredeyse yok sayılıyor.

Kuşkusuz ki kadınlara yönelik uygulamaların ağırlığı kendini verilen cezalarda gösteriyor. Kadınlara yönelik recm (taşlayarak öldürme) cezası halen varlığını sürdürüyor.

Geçtiğimiz günlerde İran Hükümeti, Sakine Mohammadi Aştiyani isimli kadına “zina” gerekçesiyle verdiği recm cezasını kaldırdı; ama ölüm cezası henüz kaldırılmış değil. Sakine Mohammedi Aştiyani “kanun dışı ilişkiye girdiği” gerekçesiyle 2006’dan beri Tebriz’de hapiste bulunuyor.

Çeşitli insan hakları örgütlerinin Sakine Aştiyani’nin idam cezasının kaldırılmasına ilişkin çalışmaları ise devam ediyor. Keza insan hakları örgütleri İran Dışişleri Bakanlığı’nın “recm cezasının uygulanmayacağı” duyurusunun İran hükümetinin eleştirileri savuşturmak için kullandığı bir taktik olabileceğini düşünüyor.

İran’daki tablo, emekçilerin kadınlar üzerindeki eşitsizliği yaratan sömürü düzenine olduğu kadar, baskı ve ayrımcılığı katmerleştiren islami gericiliğe karşı mücadele etmeyi zorunlu kılıyor.

(*) Kaynak: Petrol İş Kadın Dergisi, Sayı:35, Haziran 2010




Birleşmiş Milletler’den askerler için “cinsel taciz” kılavuzu…

Kuruluşu ve misyonu itibariyle kadın sorununa çözümler üretmekten uzak olan Birleşmiş Milletler, kadın sorunu konusunda çeşitli açıklama ve değerlendirmelerin altına imza atmakta. Geçtiğimiz günlerde ise “kadın haklarını güçlendirme” ve “cinsiyet eşitliğini sağlama” iddiasının bir parçası olarak “BM Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi Örgütü”nü kurdu. Birleşmiş Milletler, bu örgütün varlığı ile “üye ülkelerin standartlarını geliştirmek ve uygulamak için baskı kuracaklarını” ifade etti. Bu yeni yapı, BM Kadınlar için Kalkınma Fonu (UNIFEM), Kadınların İlerlemesi Bölümü (DAW), Cinsiyet Konularında Özel Danışmanın Ofisi ve BM Kadınların İlerlemesi İçin Uluslararası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü’nün (UN-INSTRAW) birleştirilmesiyle oluşturuldu. Bu örgütün çalışmalarına önümüzdeki Ocak ayından itibaren başlayacağı ifade ediliyor.

Birleşmiş Milletler, yine geçtiğimiz günlerde “tecavüzün bir savaş taktiği” olarak kullanılmasını engellemek ve potansiyel saldırganları caydırmak için önlemleri içeren bir kılavuz yayınladı. Margot Wallström tarafından hazırlanan kılavuz “Çatışma Eksenli Cinsel Şiddeti Göstermek - Barış Güçlerinin Pratiği Üzerine Bir Analiz” adını taşıyor.

Kılavuz’da Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde barış gücü askerlerinin yerel pazarlara giderken kadınlara eşlik etmesi, Kosova’da barış güçlerinin yaya devriyeleri ve arama noktalarında saldırganlara engel olması, Liberya’da kampların çevresinde gece devriyelerinin gezmesi vb. örnekler yer alıyor. Kitapçığın şimdilik bölgedeki barış güçlerine eğitim ve öğretim aracı olarak dağıtılması düşünülüyor.

Örneklerden de görüleceği üzere broşürün amacı, bölgelerde yerel grup ve kişilerin kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüzlerin engellenmesi konusunda BM askerlerinin bilgilendirilmesini ve onların yapması gerekenleri içeriyor. Yani kitapçık, tacizin ve tecavüzün engellenmesinde BM askerlerine bir misyon yüklüyor. Ancak bu broşüre öncelikli ihtiyacı olan BM barış gücü askerleridir. BM askerlerinin “barış gücü” adı altında bulunduğu ülkelerde gerçekleştirdiği saldırganlığın, kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüzlerin haddi hesabı yoktur. Keza fuhuş da bizzat askerler eliyle yaygınlaşmaktadır.

Dolayısıyla bizzat askerler tarafından gerçekleştirilen saldırıları engellemek için yapılması gereken, askerleri “eğitmek” değil, emperyalist güçlerin sözde çatışmaları engellemek amacıyla konumlandıkları ülkelerden çekilmeleridir.



 

Yetiştirme yurdunda skandallar zinciri

Antalya’da kaldığı yetiştirme yurdunda tecavüze uğrayan 16 yaşındaki engelli A.Y.’nin yaşadıkları, Kars’ta meydana gelen bir trafik kazasıyla ortaya çıktı. A. Y.’nin 3.5 aylık hamile olduğu ve Kars’a gelen Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın kendisini görmemesi için Siirt’e gönderildiği belirtildi. A.Y.’nin geçirdiği trafik kazasında kolu ve ayağı kırıldı.

Yozlaşma, ülkenin her yerinde hergün buna benzer olaylar üretiyor. Yozlaşma artık tekil, münferit olaylar olmanın çok ötesindedir. Uluslararası Göç Örgütü’nün yayınladığı bir rapor, “Türkiye’nin kadın ticareti ve fuhuşta merkez üs haline geldiği” rakamlarla ortaya koyuyor.

Tecavüzü meşrulaştıran, mazur gösteren, tecavüzcüyü kurban, tecavüze maruz kalanı ise suçlu olarak gören bir kültür, bu düzenin her kurumu tarafından bugüne kadar savunulup yaşatılmıştır. Erkek egemen bir kültürün hakim olduğu, feodalizmin en gerici yanlarının sistemli olarak korunup sürdürüldüğü bir düzende başka bir anlayışın gelişmesi de beklenemezdi. Bu ülkede fuhuşun alabildiğine yaygınlaştığı, cinsel suçların da arttığı bir gerçek.

Tecavüzün bu ülkede bu kadar sık görülür bir olgu haline gelmesinde emperyalizmin yoz kültürünün, feodalizmin baskıcı karakterinin, kapitalizmin körüklediği tüketim kültürünün ve düzenin her kanaldan cinselliği körüklemesinin çeşitli derecelerde payı vardır. Ve kuşku yok ki bunların hiçbiri, tecavüz suçunu ve tecavüzcüleri mazur görmeyi gerektirmez. Tecavüz suçunu, sistem içinde besleyen, kışkırtan etkenleri görmezden gelenler, bu konuda hiçbir şey söyleyemez. Söylediğinin de kıymeti yoktur.

Bu ülkenin yasalarında tecavüzcü, tecavüz ettiği kızla evlenirse, affedilebiliyor. Böyle bir yasal düzenleme ve meşru görülen böyle bir gelenek, tecavüze açıkça verilen bir onay değil de nedir?. Bu ülkenin yasalarında “ağır tahrik” gibi nedenlerle veya başka sudan “hafifletici” sebeplerle tecavüzcülerin en alt sınırdan cezalandırıldığı bilinen bir durumdur. Dahası yasalarda, “cinsel tacizde” çocuğun rızasının(!) olabileceği ve eğer rızası varsa da tacizcinin cezasının indirilmesi söz konusudur. Bu ülkenin yasalarında, evlilik içi tecavüz, suç bile sayılmaz.

Böyle bir düzenin taciz ve tecavüzü önlemeye çalıştığından söz edilebilir mi?