29 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/05

 Kızıl Bayrak'tan
Taban inisiyatifi zaferin
biricik güvencesidir!
TÜSİAD’ın “demokrasi” vaazları
F tiplerinde
direnen insan olma bilincidir!.
TEKEL direnişine destek eylemleri.
“Genel grev” çağrısı yayılıyor...
TEKEL işçileri panelde buluştu
İzmir’de Metal İşçileri Buluşması gerçekleşti.
Entes direnişçisiyle konuştuk.
Entes’te direniş güncesinden.
İşçi ve emekçi hareketinden...
Popülizm ve sosyalizm
Paralı eğitiminiz, eleme sınavlarınız, staj ve atölye sömürünüz sizin olsun!
Gelecek bizim!
DLB’lilerden eğitim
sistemine karne
Ahmet Öncü ve Ahmet Hasim Köse ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk
TEKEL işçileri ile
direniş süreci üzerine konuştuk.
Emperyalist işgale “sivil kılıf
Stuttgart’ta TEKEL işçileriyle
dayanışma etkinliği
İktidar kavgası derinleşiyor - M. Can Yüce
Direnişçi TEKEL işçisi
Aygün Taşkın’a mektup
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TÜSİAD’ın “demokrasi” vaazları…

Demokratik hak ve özgürlükler mücadele ile  kazanılacak!


Sermaye baronlarının örgütü TÜSİAD şefleri, belli dönemlerde demokratikleşmenin gerekliliğini vurgulayan açıklamalar yapmaya pek meraklılar. Kimi zaman siyasal gündemin seyrine kimi zaman ise rejimin kronik sorun veya açmazlarının iyice derinleştiği dönemlere denk düşen bu açıklamaların esas amacı, sömürü ve kölelik çarkının dişlilerini yağlamaktan ibarettir.

Bu minvaldeki son açıklamayı yapan TÜSİAD’ın yeni Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, sermaye baronları huzurunda yaptığı ilk konuşmada, “demokratlık”ta sınır tanımadı. İşsizlikten töre cinayetlerine, 12 Eylül anayasasından Kürt sorununa, seçim barajından iş/aş isteyen gençlere kadar pek çok toplumsal soruna değinen Ümit Boyner, büyük patronlar örgütü TÜSİAD’ın, kapitalizmin anbean yeniden ürettiği bu sorunların çözümü için çalışacağını iddia etti.

TÜSİAD-AKP yakınlaşması…

TÜSİAD’ın önceki başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, AKP hükümetinin “tek parti diktatörlüğü”ne doğru yol aldığını, ülkenin “korku ve sansür cumhuriyeti” haline geldiğini savunuyordu. İlk konuşmasının bir bölümünü demokrasi vaazına ayıran yeni başkan ise, eşi Cem Boyner gibi AKP’yi destekliyor. 

Daha önce, Temmuz 2007’de yapılan seçimlerde AKP’ye oy verdiğini açıklayan Cem Boyner, kısa süre önce Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında desteğinin devam ettiğini tekrarladı.

AKP’yi “gerçekten barış ve huzur getirmeye çalışan tek aktör… Bugün barışı isteyen tek parti” diye tanımlayan eski TÜSİAD şeflerinden Cem Boyner, Tayyip Erdoğan ve müritlerine tam destek verdiğini ilan etti.

Eşinin AKP’ye destek ilanından sonra Ümit Boyner’in başkanlığa seçilmesi, TÜSİAD örgütü üyesi sermaye baronlarının dinci-gericilikle flört etmeye başladığını gözler önüne serdi.

AKP yandaşı sermaye ile artıdeğer yağması ve iktidarın paylaşılması konusunda çatışma halinde olsa da, TÜSİAD, ilk günden beri AKP hükümetini destekliyordu. Zira AKP, “yandaş sermaye”ye ayrıcalıklar tanısa da, işçi sınıfı ve emekçilere karşı bütün kapitalistlerin çıkarlarını savunmaktadır. Bu partinin meclis çoğunluğunu ele geçirmiş olması, her zaman TÜSİAD baronlarını hoşnut etti. Zira faşist askeri cuntanın bile el atmaya cesaret edemediği işçi sınıfının bazı temel kazanımlarına AKP hükümeti pervasızca saldırmıştır. Bu da sermaye baronlarını fazlasıyla memnun etmiştir.

Buna rağmen TÜSİAD, düne kadar egemenler arası çatışmanın seyrine bağlı olarak AKP hükümetiyle bazen çatışıyordu. Oysa Ümit Boyner’i başkanlık koltuğuna oturtan büyük kapitalistler örgütü, belli ki, dinci gericilik odağı AKP hükümeti ile yeni bir süreç başlatmış. 

TÜSİAD demokratikleşmenin neresinde!

AKP’yi destekleyen Ümit Boyner’in TÜSİAD başkanlığına getirilmesi, bir kez daha sermaye baronlarının zihniyetini ele vermiştir. Dinci gericilikle flört, büyük patronların AKP çizgisiyle herhangi bir sorunlarının olmadığını, tam tersine, siyasal islamın işçi sınıfıyla emekçiler arasında yayılmasından hoşnut olduklarını ortaya koyuyor. Zira siyasal İslam, hak arama bilincini yozlaştırmakla kalmaz, işçi sınıfını etnik/dinsel temelde parçalamaya, sınıf dayanışmasını baltalamaya ve güçten düşürmeye de hizmet eder. Bu ise en çok asalak kapitalistlerin işine yarar.

İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlülüğünün zayıflatılması, hak arama mücadelesine yabancılaştırılması, sadakadan medet umar duruma düşürülmesi, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinden vazgeçirilmek istenmesi, demokratik Alevi hareketinin bazı soysuzlar eliyle yolundan saptırılmaya çalışılması… AKP eliyle yürütülen bu sistemli saldırılara boyun eğmeyip de mücadele yolunu seçen emekçilerin muhatabı ise, gözü dönmüşçesine saldıran kolluk kuvvetleri olmaktadır.

Tüm bunlar, AKP hükümetinin, demokratik hak ve özgürlükler alanını genişletebilecek gücü temsil eden toplumsal dinamikleri ezmek için uyguladığı politikalardır.

İşte TÜSİAD, AKP hükümetinin toplumsal dinamikleri ezmek amacıyla yürüttüğü bu pervasız saldırılara alkış tutuyor. Dahası, diğer patron örgütleriyle birlikte TÜSİAD da, toplumsal dinamikler üzerindeki baskıyı arttıran özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, toplu tensikat gibi saldırıları hararetle savunmuş, AKP hükümetinin bu konudaki pervasızlığını alkışlamıştır. 

Hal böyleyken bol keseden demokrasi nutukları atılması, en hafif deyimiyle riyakârlıktır. Eğer atılan nutuklara değil de pratik tutumlara bakılırsa, hem bir örgüt olarak TÜSİAD’ın hem bu örgütün şeflerinin “demokrat” maskesi takmış “diktatörler” oldukları kolaylıkla anlaşılacaktır. 

12 Eylül cuntasının iç dayanağı TÜSİAD kodamanları idi!

Demokrasi vaazında “12 Eylül rejiminin kurulmasından neredeyse 30 yıl sonra hala o dönemin ‘darbe Anayasasıyla’ yönetilmeyi içlerine sindiremediklerini” öne süren yeni TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, nedense başında bulunduğu örgütün 12 Eylül darbesindeki rolüne değinmekten kaçındı.

Oysa 12 Eylül faşist askeri darbesi, “24 Ocak Kararları”nın uygulanabilmesi için tezgâhlandı. Sözkonusu kararların uygulanmasını ısrarla isteyen ise, TÜSİAD kodamanlarıydı. Zira sınıfsal çıkarları böyle bir programı gerektiriyordu. Nitekim o zaman TÜSİAD’ın etkili isimlerinden biri olan Vehbi Koç, faşist cuntanın başı Kenan Evren’e mektup göndererek darbeden dolayı kutlamış, izlemeleri gereken politikalar konusunda ise nasihatlerde bulunmuştur.

12 Eylül darbesi, ABD emperyalizminin bölgesel politikalarıyla da yakından bağlantılıydı elbette. Fakat bu olgu, diğer patron örgütleriyle birlikte TÜSİAD’ın darbedeki belirleyici rolünü ortadan kaldırmaz. Sözkonusu olan, işbirlikçi burjuvazi ile dış dayanağı olan ABD emperyalizmiyle çıkarlarının, faşist bir darbe etrafında çakışmasıdır.

Faşist darbe için uygun koşulların yaratılması planını uygulayan, bu amaçla kontrgerilla ile “sivil” faşist çeteleri sokaklara salan, bu katil sürüleri eliyle 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Bahçelievler ve daha birçok katliam gerçekleştiren güçlerin, TÜSİAD tarafından desteklenip belli ölçülerde finanse edildiğinden kuşku duyulamaz. Zira onlar ve Washington’daki hamileri, işçi sınıfı hareketi ve toplumsal muhalefetin gücü kırılmadan 24 Ocak Kararları’nın uygulanamayacağını biliyor, bu uğurda oluk oluk kan akıtmaktan geri durmayacak kadar gözlerini kâr hırsı bürümüş bir sınıfı temsil ediyorlar.  

Başta TÜSİAD olmak üzere tüm sermaye kodamanları, 12 Eylül cuntası yüz binlerce insanı işkence tezgâhlarından geçirip zindanlara kapattığında, işçi sınıfının kafasına namlu dayayarak grevlere son verdiğinde, engelsiz sömürü koşullarını oluşturmak için fabrika ve işletmelerde askeri disiplin uygulandığında, işçi sınıfının haklarını savunan sendikacılar zindana atılıp idamla yargılanmaya başladığında patronlar bayram yapmıştı. Yüzsüzlükleri öyle bir noktaya vardı ki, cunta sayesinde “gülme sırasının kendileri”ne geldiğini ilan etmekte bir sakınca görmediler.

12 Eylül anayasasını içlerine sindiremediklerini iddia edenler, son yıllarda ulaştıkları devasa sermaye birikimini 12 Eylül’ün faşist rejimine borçludurlar. Bundan dolayı ne cuntanın vahşi işkence ve katliamlarının sözünü ederler ne de cunta şeflerine toz kondurulmasını isterler. Zira onlar, sermaye birikimlerinin devasa boyutlara varabilmesinde, 12 Eylül cuntasının sağladığı sınırsız sömürü koşullarının “tatlı hatırası”nı unutmuş değiller. Bu birikimin yüz binlerce insanın yıllar süren vahşi işkencelere maruz kalması, yüzlerce insanın ise katledilmesi pahasına sağlanmış olması, onları zerre kadar incitmiyor.

Demokratik hak ve özgürlükler mücadele ile kazanılır

‘90’lı yıllardan beri demokrasi üzerine vaazlar veren TÜSİAD kodamanları değişmiş olabilir mi?

Bu, boş bir beklentidir.

Onlar sınıfsal çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Verili koşullarda darbeye ihtiyaçları yok, ancak tarih karşısında gericileşmiş bir sınıfın temsilcisi olarak, işçi sınıfı, emekçiler ve toplumun ezilen diğer kesimlerinin kullanabileceği demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilmesini istemeleri sözkonusu bile olamaz.

Hal böyleyken mülk sahibi sınıflar veya onların siyasi temsilcilerinin demokratikleşmeden yana olduklarını iddia etmeleri, kaba demagojiden başka bir şey değildir. Çünkü emekçiler lehine olan her gelişme, tersinden kapitalistlerin aleyhinedir. Bundan dolayı hak ve özgürlükler alanının genişlemesine şiddetle karşı çıkarlar. 

Haklar, ancak mücadele ile kazanılır. Dolayısıyla direnen işçi sınıfıyla emekçilerin demokratik ve sosyal kazanımlarını genişletmesi, hem patronları hem rejimlerini zorlar. Zira işçi sınıfının her kazanımı, kapitalistlerin artıdeğer yağmasından aldığı payı azaltır. Terazinin işçi sınıfına ait kefesindeki payın artması, ancak sermayenin kefesindeki azalma ile mümkündür.

İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğü burjuva yasalarına göre bir hak olmasına rağmen, kapitalistlerin her örgütlenme eylemine kudurganca saldırmaları, artıdeğer yağmasından aldıkları payın azalmasını önleme girişimidir.

Unutulmamalıdır ki, kapitalisti “kişileşmiş sermaye” olarak tanımlayan Marx, “ölü emekten başka bir şey olmayan sermayeyi”, “canlı emeğin kanıyla beslenen bir vampir” şeklinde resmeder. Dolayısıyla kapitalistlerin esas derdi, kanıyla beslenecekleri uysal canlı emeğin her koşulda el altında bulundurulmasıdır.

Demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilmesine ihtiyacı olan mülk sahibi sömürücü sınıflar değil, işçi sınıfı, emekçiler ve toplumun ezilen diğer kesimleridir. Dolayısıyla hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi, ancak işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin, ezilen halkların burjuvaziye ve onun siyasal sınıf egemenliğinin simgesi olan gerici rejime karşı yükseltecekleri meşru/militan mücadele sayesinde mümkün olacaktır.

 

 

 

İşçi düşmanı hükümetin arsız bakanı

Safını uluslararası emperyalist sermayeden yana ve işçilere karşı belirleyen hükümet TEKEL işçilerinin direnişine saldırmaya devam ediyor. TEKEL işçilerine karşı yıpratma ve direnişi gözden düşürme kampanyası yürüten hükümetin Londra Borsası’ndan transfer ettiği Maliye Bakanı Mehmet Şimşek işi arsızlık düzeyine tırmandırdı.

“Hem kıdem ve ihbar tazminatlarını ödendi hem de kendilerine 4/C kapsamında istihdam imkanı, gelir imkanı sağlandı. Bunu bizim hükümetimiz getirdi. Bizim hükümetimizin varsa bir hatası özelleştirme sonrasında ortaya çıkan, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet göstermesi. Eğer bir hata varsa o da merhametli olunmasından kaynaklanıyor” diyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu kadar arsızca bir açıklamayı nasıl bu kadar rahat yapabiliyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “işçilere karşı merhamet”li davrandıklarını ve yaptıkları yegane hatanın da “merhamet” olduğunu söylüyor. Mehmet Şimşek türlerine bu memleket hiç de yabancı değil. 12 Mart darbesinden sonra Dünya Bankası’ndan gelen Atilla Karaosmanoğlu ilk aklımıza gelenidir. Tabii 12 Eylül darbesini yapan “bizim oğlanlar”ı da unutmuyoruz. Yakın zamanda paraşütle başbakan yardımcısı olarak Dünya Bankası’ndan Ankara’ya iniş yapanlardan biri de, “15 günde 15 yasa” diye bastıran Kemal Derviş’ti. Bu uşak döneminde “Tütün yasası” çıkarıldı. En milliyetçi MHP ve en sosyal demokrat DSP’nin ve ANAP hükümetine bunlar yaptırıldı. Sonuç, tütün üreticisi köylü sayısı 500 binden 100 binin altına düştü. Tütün ihracatcisi olan ülke ithalatçı oldu. 7,2 TL olan tütünün kilo fiyatı 30 TL’ye çıktı. Görevini ifa eden Kemal Derviş geldiği yere geri döndü. O şimdi Dünya Bankası’nın akbabası olarak yoksul halkların tepesinde leş kargası olarak çırpınıyor.

“Merhamet”li Mehmet Şimşek’in üyesi olduğu hükümet ise, sigara markaları hariç 3,5 milyar dolar biçilen değer yerine TEKEL’i sigara hakları dâhil, BAT’a (British American Tobacco) 1,2 milyar dolara sattı. Şimdi kalkmış bu sermaye uşağı “varsa hatamız o da işçilere karşı merhametli olmaktır” diyor. Bu sermaye uşağı ekonomi bilgisi değilse bile matematik bilgisi 3.5 milyarla 1.2 milyar arasındaki farkı görmeye yeter sanıyoruz. Ancak o, bu olguyu yok sayıyor ve işçilere kinini kusuyor.

Tarihin ironisi olarak Kemal Derviş gibi Mehmet Şimşek de partileri tarafından Gaziantep’ten 1. sıradan meclise taşınıyorlar. Bu sermaye uşağı partisi hükümet olma ayrıcalığını kaybedince muhakkak ki geldiği yere dönecektir. Halefi gibi yeni leşlerin pesine düşecektir. Halef-selef ilişkisi istisna tanımaz. Atilla Karaosmanoğlu da geldiği yere dönmüştü.

4/C ile TEKEL işçilerine köleliği dayatan, biber gazı ve soğuk su ile işçilere saldıran, “yetim hakkı yemek”le itham eden “merhametli hükümetin” merhametli bakanının ipleri kimin elindedir dersiniz…



“Açılım”da aynı fotoğraf!

İnkar ve imha üzerine kurduğu “Kürt Açılımı” projesi fiyaskoyla sonuçlanan sermaye devleti DTP’nin kapatılmasının ardından Barış ve Demokrasi Partisi’ne yönelik gözaltı ve tutuklama saldırısına devam ediyor.

KCK operasyonu kapsamında 2009 yılının Aralık ayında yapılan eşzamanlı baskınlarla aralarında BDP’li belediye başkanlarının da bulunduğu çok sayıda kişinin tutuklanmasının ardından BDP’li Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneş de tutuklandı. Güneş’in elleri kelepçeli biçimde tartaklanarak gözaltına alınış görüntüleri, geçtiğimiz aylarda tutuklanan BDP üyeleri ve belediye başkanlarının elleri kelepçeli biçimde arka arkaya dizildiği fotoğrafı hatırlattı.

Diyarbakır’daki fotoğraf, devletin “Kürt Açılımı”nda geldiği noktayı özetler nitelikteydi.

Güneş ile BDP’li 11 kişi 21 Ocak günü Iğdır’da düzenlenen operasyonda elleri kelepçelenerek ve tartaklanarak gözaltına alınmıştı. İl Jandarma Komutanlığı’nda gözaltı süresi tamamlanan Güneş’in de aralarında bulunduğu 12 kişi dün saat 15.00 sıralarında mahkemeye çıkarıldı.

Yaklaşık 13 saat süren mahkeme sonrasında 4 kişi serbest bırakıldı. Aralarında Iğdır Belediye Başkanı Güneş’in de olduğu BDP İl Başkanı Şebbap Çelik, eski Hoşhaber belediye başkanı Nusret Aras, Mehmet Güven, Aziz Çam, Mehmet Haşimoğlu, Mecit Baştaş ve Abdülbahri Tendik sabah saat 04.00 sıralarında “PKK üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Duruşmaları Adliye binası önünde takip eden BDP Milletvekili Pervin Buldan, kararın siyasi olduğunu belirtti.

24 Aralık sabahı Diyarbakır merkezli olarak 11 ilde gerçekleştirilen operasyonlar sonucu, ağırlığını belediye çalışanlarının oluşturduğu birçok BDP’li ve eski DTP’li gözaltına alınmıştı. 26 Aralık günü Diyarbakır’da savcılığa çıkarılan 36 kişiden 28’i mahkemeye sevkedilmiş, aralarında Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve eski DEP milletvekili Hatip Dicle’nin de bulunduğu 23 kişi tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.

Sermaye devletinin “Kürt açılımı” projesinin iflasını en veciz bir biçimde özetleyen, BDP’lilerin elleri kelepçeli biçimde arka arkaya sıralandıkları fotoğraf da Diyarbakır’daki tutuklamalar sırasında basına servis edilerek gündeme oturtulmuştu.