25 Mart 2011
Sayı: SİKB 2011/12

 Kızıl Bayrak'tan
Kurultaylar ve sınıfın
mücadele gündemleri
Erdoğan: “NATO’nun ne işi var Libya’da?”
Bir yağma savaşı, iki farklı dünya
Yüzbinler Newroz
alanlarında buluştu!...
Newroz ateşi alanlarda harlandı!..
Düzenin ve CHP’nin
sosyal demagoji ihtiyacı! ..
İlk adımı Süsler Doruk işçileri attı...
Yaşasın grev,
yaşasın dayanışma!
Konak’tan Ontex’e direniş köprüsü
ÇEL-MER Çelik’te kirli oyunlar/PTT iccilerinden zincirli eylem
İşçiler kurultaylara yürüyor...
Emperyalist saldırganlığa karşı Ortadoğu halklarıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltelim!
Kanlı ve kirli ellerinizi
Libya’dan çekin!
Arap dünyasında isyan
dalgası sürüyor
Bölgesel gericiliğin mızrak başı:
Suudi Arabistan.
Nükleer karşıtı protestolar
ve görevlerimiz
Nükleer protestoları sürüyor
Almanya’da onbinlerin
katıldığı coşkulu Newroz
Newroz ateşi kampüslerde
Haklarımıza göz koyanlara
İstanbul’u dar edelim!..
Şerzan Kurt davasında erteleme
T. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ile konuştuk...
3 Nisan eylemi ve sendikal
birlik üzerine..... 
Emek örgütleri: Susmayacağız!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bölgesel gericiliğin mızrak başı:
Suudi Arabistan

Halk isyanları, Arap dünyasına hükmeden despotların taçlarını sokaklarda yuvarlamaya başladığında en derin korkuyu duyanlar, kuşkusuz ki, Suudi Arabistan’ın ortaçağ zihniyetiyle malul kral ve emirleri olmuştur. İlk kovulan diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’ye kucak açan bu kokuşmuş Amerikancı rejim, Arap halklarının sömürü ve zorbalığa karşı başlattığı isyanın karşısında duranların başını çekmiştir. Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’e son ana kadar açıktan destek veren tek güç yine bu şeriatçı rejim oldu.

Bu korkular yersiz değil elbet. Çünkü “kılıç zoru” ile ayakta duran İbni Abdülaziz yönetimi, krallık ailesi ve yardakçıları dışında kimseye söz hakkı tanımayan, petrol gelirlerini pervasızca yağmalayan (krallık ailesinin emperyalist ülkelerdeki yatırımlarının 1 trilyon doları aştığı tahmin ediliyor), kadınları insan yerine koymayan (kadınların araba kullanması bile halen yasak), Şiiler’e baskı uygulayan, yolsuzluk ve rüşvete batmış çürümüş bir rejimdir. Petrol satışından elde edilen muazzam servete kral ve ailesi el koyarken, halkın önemli bir kesimi bu zenginlikten yoksun bırakılıyor.

Suudi Arabistan, gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biridir. Zenginliği yağmalayan despot kral ve avenesi, ülke dışından gelen işçilere kölelik koşulları dayatan, gençleri işsiz bırakan, Ortadoğu’daki emperyalist/siyonist saldırılara destek veren, aşırı Amerikancı bir çizginin temsilcileri konumundadır.

Halk isyanları dalgası şeriatçı rejimi de tehdit ediyor

Kokuşmuş zorba rejimin başı kral ve avenesinin bu durumu, Arap dünyasındaki halk isyanlarına düşmanca yaklaşmalarını zorunlu kılıyor. Zira bu isyan dalgasının, emperyalist/siyonist güçlerin temel dayanaklarından biri olan Suudi Arabistan’a sıçraması için bütün koşullar mevcut. Nitekim baskı altındaki Şiiler ve krallık rejimine muhalif diğer kesimler, geçen günlerde eylemlere başladılar.

Eylemler şimdilik belli kentlerden ibaret kaldı ve katılım nispeten sınırlı oldu. Ancak sözkonusu Suudi Arabistan olduğunda, bu kadarı da büyük bir önem taşıyor. Zira bu ülkede, son yıllara kadar “kitle eylemi” diye bir kavram bulunmuyordu. Polisin azgın terörüne rağmen sokağa çıkma iradesinin gösterilmiş olması, bu ülke özgülünde “buzun kırılması” anlamına geliyor.

Tacının sokaklarda yuvarlandığını görmekten ölümcül bir korku duyan Amerikancı kral, ekonomik, siyasi, sosyal reformlar vaat etmeye başladı. Öyle ki, kral Abdullah Bin Abdülaziz, basın önündeki son konuşmasında, artık kendisine “kral” diye hitap edilmemesini bile istedi.

Bu tavizler, isyan ateşinin Suudi Arabistan’ı tutuşturmasından duyulan korkunun tezahürlerindendir. Bu kısmi tavizlerin despotun derdine derman olması ise beklenmiyor. Dolayısıyla rejim, olası bir isyanı vahşi bir kıyımla bastırmak için hazırlığa başlamış bulunuyor. Bu arada Arap dünyasında gericiliğin mızrak başı olan bu rejimin, Pentagon’un savaş baronları tarafından sonuna kadar destekleneceği de kesindir. Zira zengin petrol kuyuları üzerinde oturan krallar, halen emperyalist/siyonist güçler için vazgeçilmezdir.

Silah, para, zorbalık, emperyalist/siyonist destek… Bunlar şeriatçı rejimin temel dayanaklarıdır.

Bir tarafta Bahreyn, öte tarafta Yemen halkları rejimleri sarsarken, Suudi Arabistan’da ilk kıvılcımları yakılan isyan ateşi ülke çapında bir yangına dönüşürse, rejimin silahları kaçınılmaz sonu önlemeye yetmeyebilir. Bundan dolayı da Suudi Arabistan Bahreyn’e doğrudan, Yemen’e ise dolayı yollardan müdahale ediyor.

Her ilerici gelişmeye düşmanlık…

Suudi Arabistan rejiminin karakteristik özelliklerinden biri, Arap dünyası ve Ortadoğu’daki her ilerici hareket ve gelişmeye karşı durmasıdır. Emperyalist güçlerin saldırılarına tam destek vermesi ise, bu özelliği tamamlıyor.

Bu koyu gericilik, aynı anlama gelmek üzere emekçilere ve ezilen halklara düşmanlık, rejimin geleceğini daima emperyalist güçlerin desteğine bağlı görmesinden kaynaklanıyor. Halkına güven duymak bir yana, “kullar sürüsü” muamelesi yapan şeriatçı despotizm, son yıllara kadar hiçbir siyasal, sosyal, demokratik veya insan hakkına filizlenme imkanı bile tanımıyordu.

1960’lı yıllara kadar İngiliz, sonrasında ise ABD emperyalizmi güdümünde yol alan Suudi Arabistan rejimi, 50-60’lı yıllarda Mısır, Lübnan, Yemen, Irak, Ürdün, İran ve Suriye’de yaşanan ilerici gelişmelere karşı da düşmanca yaklaşmış, bu hareketlerin ezilmesi veya yozlaştırılması için emperyalist efendileriyle suç ortaklığı yapmıştır.

İran’a düşmanlıkta siyonistlerle yarışan Suudi kralı ile rejimi, İsrail ordusunun 2006’daki vahşi Lübnan saldırısına destek verecek kadar Arap halklarına düşman ve gözü dönmüş haldedir.

Amerikancı şeriatçı rejimin devam eden halk isyanlarına karşı tutumu da, “halklara düşmanlık, emperyalist/siyonist güçlere hizmet” şeklinde özetlenebilir. Yani alçaltıcı geleneksel çizgi daha da katılaşarak devam ediyor. 

Bahreyn halkına karşı tetikçi

İsyan dalgasının körfez ülkesi Bahreyn’e sıçraması ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’da alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Zira petrol zengini Suudi Arabistan ve körfez ülkelerindeki rejimlerin, bazı reformlar yaparak ayakta tutulması, ABD politikasının, buna bağlı olarak da İsrail’in bölge politikasının temel direklerinden biridir.

Petrol üretimi ve taşınması açısından kritik yerde duran bu bölgede halkların iradesinin yönetimler üzerinde etkili olması bile Washington ve Tel Aviv’deki savaş kundakçılarını diken üstünde bırakmaya yeter. Bahreyn’deki genç kuşaklarla emekçilerin isyanı tam da bunun yolunu açmaya çalışıyor. Bundan dolayı, sivil halkı korumak gerekçesiyle Libya’ya saldıran emperyalist güçler, sivil halkı katletmesi için Suudi Arabistan ordusunu Bahreyn’e gönderdiler. Bu arada Suudi Arabistan da, emperyalist güçlerin Libya saldırısına tam destek vermektedir. 

Bahreyn halkına karşı sergilenen vahşetin bir nedeni de, ülke nüfusunun %70’inin Şii olması ve mezhepsel/sınıfsal baskı altındaki Şiiler’in isyanda belirgin bir yer tutmasıdır. Açık ki, Bahreyn’de halkın iradesi yönetime yansıdığında, bu ülkenin ABD-Suudi Arabistan adına İran’a karşı kalkan olması da mümkün olmayacaktır. Bu da Bahreyn’e saldırının önemli nedenlerinden biridir.

Vurgulamak gerekiyor ki, Bahreynli gençlerle emekçilerin öncelikli talepleri mezhepsel olmaktan çok siyasal, sosyal, ekonomik ve demokratik taleplerdir. Nitekim vahşi devlet terörü ve Suudi Arabistan ordusunun işgalinden önce, el Halife despotluğundan rahatsız olan Sünni emekçiler de İnci Meydanı’na çıkarak isyana destek vermişlerdir.

Bahreyn ordusu ve polisi ile birlikte sivil halkı katleden Suudi Arabistan, dört koldan mezhep çatışmalarını kışkırtmak için de kampanya başlattı. Halk isyanına “İran kaynaklı bir dış kışkırtma” damgası vurmaya çalışan şeriatçı rejim güdümündeki din adamlarını, despotluğun borazanlığını yapan medyayı, petro-dolarla satın aldığı “uzman” yaftalı yardakçılarını harekete geçirmiştir. Emperyalist orduların Libya topraklarını bombalamasına destek veren rejim, İran’ın Arap topraklarında gözü olduğu zırvasını yaymaya çalışıyor.

Bahreyn’de zorbalığa başkaldıran halkın katledilmesini “dinsel vacibe” olarak yutturmaya çalışan kral ve yardakçıları, “ulema” adı verilen dini kasta fetva üstüne fetva yazdırdılar. 

Ortaçağdan hortlamış dini kast rejimin sigortası

Ortaçağdan hortlayan bu dini kastın temel görevi, despot rejimin güncel veya dönemsel ihtiyaçlarına göre fetvalar yayınlamaktır. Bu fetvaların bir diğer özelliği, her zaman emperyalist/siyonist güçlerin çıkarlarına da hizmet eden bir içerik taşımalarıdır.

Fetva yayınlama merkezi olarak çalışan dini kast, rejimin tüm iğrenç icraatlarına “ilahi kılıf” uydurmakla mükelleftir. Fetvalarla kral ve avenesine “ilahi meşruluk” vehmeden dini kast, bu alçaltıcı hizmet karşılığında özel imtiyazlarla donatılmıştır. Krala hizmet ettiği sürece dokunulmazlık zırhına bürünebilen bu güruh, aynı zamanda petro-dolardan da nemalanmaktadır. Bu tiksinti verici karşılıklı çıkar ilişkisi, Amerikancı şeriatçı rejimin yozlaşma ve çürümede vardığı boyutun önemli göstergelerinden biridir. 

Belli ki, hamiliğini yapan emperyalist güçler de, despot rejimdeki kokuşmanın farkındalar. Ancak sefil çıkarlara endeksli bölgesel politikaları da, ancak bu tür rejimlerle en etkili şekilde hayata geçirilebilir. Zira hiçbir rejim, emperyalist siyonist güçlere bu kadar sadakatle hizmet edemez.

El altında bulundurduğu mali, askeri ve dini kozlar ne kadar etkili olursa olun, bu Ortaçağ kalıntısı rejimin uzun süre ayakta kalması olası görünmüyor.