25 Mart 2011
Sayı: SİKB 2011/12

 Kızıl Bayrak'tan
Kurultaylar ve sınıfın
mücadele gündemleri
Erdoğan: “NATO’nun ne işi var Libya’da?”
Bir yağma savaşı, iki farklı dünya
Yüzbinler Newroz
alanlarında buluştu!...
Newroz ateşi alanlarda harlandı!..
Düzenin ve CHP’nin
sosyal demagoji ihtiyacı! ..
İlk adımı Süsler Doruk işçileri attı...
Yaşasın grev,
yaşasın dayanışma!
Konak’tan Ontex’e direniş köprüsü
ÇEL-MER Çelik’te kirli oyunlar/PTT iccilerinden zincirli eylem
İşçiler kurultaylara yürüyor...
Emperyalist saldırganlığa karşı Ortadoğu halklarıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltelim!
Kanlı ve kirli ellerinizi
Libya’dan çekin!
Arap dünyasında isyan
dalgası sürüyor
Bölgesel gericiliğin mızrak başı:
Suudi Arabistan.
Nükleer karşıtı protestolar
ve görevlerimiz
Nükleer protestoları sürüyor
Almanya’da onbinlerin
katıldığı coşkulu Newroz
Newroz ateşi kampüslerde
Haklarımıza göz koyanlara
İstanbul’u dar edelim!..
Şerzan Kurt davasında erteleme
T. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ile konuştuk...
3 Nisan eylemi ve sendikal
birlik üzerine..... 
Emek örgütleri: Susmayacağız!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

T. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ile konuştuk...

“Söz, eylemle bütünleştirilmeli”

- Geçtiğimiz haftalarda Türk-İş’e bağlı sekiz sendika genel merkezi olarak bir deklarasyon yayınladınız. Sendikalar olarak bu deklarasyonla neyi hedefliyorsunuz? Bu sendikaları biraraya getiren şey nedir?

- Güncelden yola çıkarak baktığımızda AKP iktidarı işçi ve emekçilerin uzun mücadeleler sonucunda kazanmış olduğu hakları tek tek geri alıyor. Kendisi gibi düşünmeyen sendikalara da yaşam hakkı tanımıyor. “Ya benim gibi düşüneceksin ya da senin yaşam hakkın yok” diyor. Bu yüzden Türk-İş Genel Kurulu’na giderken kazanılmış hakları koruyabilmenin ve yeni haklar elde edebilmenin yolu da mutlaka ortak mücadeleden geçmektedir.

Bu anlamda ilk etapta belediyelerde Hizmet-İş Sendikası’na geçişler gündeme getirildi. O dönemde Belediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul “Kendi örgütlülüğümü koruyabilmem açısından mutlaka Mustafa Kumlu’nun yanında yer almam gerekir” demişti. Pratik süreç de gösterdi ki, Türk-İş yönetiminde onlarla beraber olmasına rağmen gelen saldırının önüne geçemedi. O zaman ne olması gerekiyor? Mevcut örgütlülüğümüzü koruyabilmenin, kuralsız çalışmanın olduğu işyerlerini örgütleyebilmenin yolu da gücümüzü birleştirme ve kendi gücümüze dayanmaktan geçer. Baskıları ancak bu şekilde püskürtebiliriz.

Yakın dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde anakentte örgütlü olan Belediye-İş’ten Hizmet-İş’e geçme yönünde yoğun bir baskı uygulandı. Biz emekten yana olan kesimlerin bu tür baskılara karşı sessiz kalmayacağını dile getirdik. Sekiz sendika olarak, Belediye-İş’e yönelik baskıları protesto ettiğimizi, Belediye-İş’in mücadelesinin yanında yer aldığımızı söyleyerek belediye önünde basın açıklaması yaptık.

Kuralsız, güvencesiz çalışma alabildiğine yaygın olduğu bir süreçte sendikaların görevi mutlaka tüm toplumun güvenceli çalışması temelinde çaba harcamaktır. Güvenceli çalışan işçilerin haklarını kaybetmemesinin yolu güvencesizlerin de örgütlenmesinden geçer diye düşünüyorum. Toplu sözleşmelerde geçmiş dönemlerde kriz arkasına sığındılar. Birtakım hakları toplu sözleşmelerde geri aldılar. Metal ve tekstil işkolunda bunlar yaşandı. Deri işkolunda yaptığımız sözleşmelerde de işverenler hep tekstil ve metal işkolundaki sözleşmeleri örnek gösterdiler. Buradaki mevcut ikramiyelerden geri adım atıldığı, esnek çalışmanın dayatıldığı söylendi. Biz mevcut haklarımızı uzun süre çadırlarda, direnişlerde elde ettik. Bunun geri verilmesi mümkün değil. Geçmiş toplu sözleşmelerde esnek çalışmayı koymadık. Bu dönemde de gerek ikramiyelerin gasp edilmesiyle ilgili gerekse de yeni işçi alımında patronların talepleri var. Bunu tekstilde hayata geçirdiler. Eski işçiler “bizim haklarımıza dokunmuyor” diye düşündüler ama bir süre sonra eski işçi kalmadı. 120 günlük ikramiye alan işçi çıkarıldı. 75 günlük ikramiyeyle yeni işçiler alındı. Mevcut hakları korumanın dışına çıkamıyorsak elimizdeki hakları da korumamız mümkün değil. Daha önce de, AKP iktidarının saldırılarına ve torba yasaya karşı sessiz kalınmaması gerektiğini, emek kesimleriyle birleşerek alanlara çıkılması gerektiğini ortaya koymuştuk. Ancak mevcut yönetim suskunluğu yeğledi. Korumacı bir mantıkla var olan üyelerini kaybetmeme adı altında AKP’nin yıpranmaması temelinde çaba harcadı. Bununla ilgili mutlaka birşeyler yapmamız gerektiğini söyledik.

Bu çerçevede ayrıca DİSK ve KESK’e bağlı sendikalarla beraber Ankara’da bir miting yapacağız. Sendikalaşma nedeniyle yoğun bir işten atma saldırısı yaşanıyor. Trakya’da, İstanbul’da ve değişik bölgelerde mevcut hakları koruyabilmenin ve insanca çalışabilecek bir ortamı yaratabilmenin yolu da mücadeleden geçiyor. Örneğin Deri-İş olarak, 2008 yılında Desa Deri’de kuralsız çalışmaya karşı başlattığımız bir mücadele var. İlk etapta yoğun saldırılarla karşı karşıya kalmıştık. Hatta sendikamızı “illegal örgüt” olarak lanse ettiler. Bu saldırıları geri püskürtebilmenin yolu da kararlı bir duruş sergilemekten geçmektedir. Sessiz kalınması halinde saldırılar daha da yoğun yaşanacaktır. Ulusal ve uluslararası düzeyde yürüttüğümüz kampanya sonucunda işveren bir protokol yapmak zorunda kaldı. Ancak bir süre sonra siparişlerinin geri gelmesiyle tekrar aynı davranışını sürdürdü. Şu aşamada ise iki arkadaşımız Düzce’de direnişteler. Yine Trakya’da Grup Suni Deri’de arkadaşlarımız direnişteler. Petrol-İş Sendikası’nın direnişleri var. Hedefimiz, bu direnişleri mümkün olduğu kadar bütünleştirmektir.

Bu yüzden bundan sonraki süreçte sadece mevcut hakları korumak yerine güvencesiz milyonları da örgütlemeyi önümüze koymamız gerekiyor. Bizim asıl hedefimiz sendikalı olan %5’lik kesimin dışında kalanlar olmalıdır. Geçmişte Türk-İş genel kurullarında da bunu söylemiştik. Kamudaki işyerlerinde sendikalı işçi sayısı geriye doğru gidecek. Tek çözüm özel sektördeki çalışanların örgütlenmesidir. Biz de örgütlenme komisyonundaydık. Pilot bölgelerin tespit edilmesi ve sendikaların ortak olarak büro açması ve sendika aidatının 1/4’ünün ise sendikaya üye olup işten atılan işçilere ödenmesi önerisi Türk-İş Genel Kurulu’nda karar altına alınmasına rağmen bu karar uygulanmadı. Biz 100 günü aşkın süredir direnişteyiz. Bir gün zahmet edip ne ziyaret etme olayı var ne de tüzük gereği bir dayanışma içerisinde bulunuyorlar. Onların mantığıyla hareket edersek bu saldırılara boyun eğmek gerekir, hükümetin yaptıklarını doğru kabul etmek gerekir. Türk-İş yönetimi böyle bir tavır içerisinde.

 

“Ontex işçilerinin mücadelesine destek verilmeli”

 

- Türk-İş’e bağlı sendikalar olarak “Nerede bir direniş, nerede bir mücadele varsa orada olacağız” diyorsunuz. Bu direnişlere nasıl sahip çıkacaksınız? Örneğin Ontex işçilerinin direnişine bu sendikalar sahip çıkacaklar mı?

- Şu anda farklı bölgelerde direnişler var. Küçük küçük direnişlerin merkezileştirilerek gündeme oturtulması gerekiyor. Her sendika kendi bazında hareket ediyor. Her sendikanın kendi başına hareket etmesiyle tek başına sonuç almak mümkün değil. Direnişleri bütünleştirmeye yönelik adımlar atmamız gerekiyor. Direnişte olan işyerlerini ziyaret edeceğiz. Somut olarak şu gün, şu tarihte, şu işyerini ziyaret etme durumu yok. Mutlaka biraraya geleceğiz.

Dileğimiz bu direnişleri bütünleştirmek ve sahiplenmektir. Ontex’teki işçilerin durumu biraz daha farklı. Oradaki arkadaşların yapılan toplu sözleşmeye tabanın da iradesini yansıttıklarını görüyoruz. Biz de, tabanın söz ve karar hakkı ilkelerini savunan sendikalardan bir tanesiyiz. Tabanın iradesini toplu sözleşmeye yansıtma konusunda mutlaka arkadaşların haklı mücadelesine destek vermemiz gerekir. Bunu sözle değil, eylemimizle bütünleştirmemiz gerekiyor.

 

“Sendikal bürokrasiyle mücadele edilmeli”

 

- Ontex örneğinde de görüldüğü gibi sendikal bürokrasi bugün şube yönetimlerine kadar inmiş bulunuyor. Tepesinden şubesine kadar bu anlayışın temelinde ne var?

- Bugünkü sendikal anlayış işçilerin taleplerine yanıt vermiyor. Bugün sorun mevcut statükoyu korumaya indirgenmiştir. Güvencesiz, kuralsız çalışan işçileri örgütleme yönünde önüne bir program koyamamaktır. Her işkolunda, her sendikada üyelerini koruma durumu var. Bu krizden çıkmanın yolu da yeni alanlar açmaktır. Örneğin geçmişte biz Düzce’de örgütlenmeye gittiğimizde diğer sendikalara da çağrı yapmıştık. Orada iş kollarını ayırmaksızın tüm sendikaların ortak mücadele etmesi gerekir. Ancak böyle sonuç alabiliriz demiştik. Geçmişte sendikalar çekimser davranmıştı. Eğer ortak hareket etmiş olsaydık farklı olurdu. Israrlı ve kararlı olunca bu saldırıların geri püskürtülebileceğini gördük. Bizim esas sorunumuz budur. Sendikaların işkolu ayırmaksızın ortak hareket ederek rahatlıkla kuralsız çalışmanın ortadan kaldırılması noktasında yol açılabileceğini düşünüyorum. Düzce’de tüm işverenler DESA işverenini ziyaret ettiler. Tüm gücümüzle yanınızdayız dediler. Küçük olsun benim olsun anlayışından vazgeçmediğimiz sürece bu saldırıları geri püskürtemeyiz. Bugün sendikal bürokrasi bu direnişleri büyütmeyi değil tam tersine bastırmayı hedefliyor. Emekten yana olan kesimlerin de sendikal bürokrasiye karşı mücadelelerini birleştirmeleri gerekiyor. 3 Nisan’da yapacağımız eylemde buna uygun davranış sergilememiz gerekiyor. Herkes samimi davranırsa buradaki bu mücadele de 1 Mayıs’a olumlu bir şekilde yansır.

Kızıl Bayrak / İstanbul