15 Nisan 2011
Sayı: SİKB 2011/15

 Kızıl Bayrak'tan
Devrimci 1 Mayıs için engelleri aşalım!
Seçim oyunu başladı
Washington’daki efendinin emrinde
BAT işçilerine polis saldırısı ve
tutuklama terörü
MAS-DAF’ta iki koldan direniş
Arfesan işçileri grev nöbetinde
Direnişlerin sesi Taksim’de
Baskı ve terör devrimci sınıf çalışmamızı engelleyemeyecek!
İşçiler hakları ve gelecekleri için kurultaylarda buluştu
Tunus ve Mısır:
Devrim için dersler...
Mısır’da mücadele sürüyor
Suriye’de etnik-dini çatışma tehlikesi
Meksika’da elektrik işçilerinin mücadelesi sürüyor
“Mücadelemiz gelecek
mücadelesidir!”
Kampana’da direniş ve dayanışma
Şifre skandalı liseli gençliğin öfkesini açığa çıkardı
Binlerce öğrenci YGS
skandalını protesto etti... 
İÜ’de uzaklaştırma
cezasına karşı direniş
Hatice Yürekli yoldaşı ölümünün 10. yılında saygıyla anıyoruz
Gençlik içinde kitle
çalışması üzerine
Devrimci Karargah davası duruşması görüldü
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tunus ve Mısır:
Devrim için dersler... / 1

 

Dünya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni bir mücadele dönemine girdiklerinin, proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimdiden çok sayıda ­­somut göstergesi mevcuttur...”

(TKİP I. (Kuruluş) Kongresi Bildirisi, Kasım 1998)

 

İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek, yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de...”

(TKİP III. Kongresi Bildirisi, Kasım 2009)

 

“Büyük Ortadoğu”da büyük bir toplumsal sarsıntı yaşanıyor. Halklar çürümüş rejimlere ve onları simgeleyen diktatörlere karşı ayağa kalkıyorlar. Sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe, aşağılanmaya, köleliğe, hiçe sayılmışlığa, emperyalizme uşaklığa isyan ediyorlar. Tunus’ta ve Mısır’da diktatörler devrildi, tüm ötekilerse benzer bir akibetin korkusunu yaşıyorlar. Başta Yemen olmak üzere bir dizi ülkede sürmekte olan kaynaşmalar bu korkuları besliyor ve büyütüyor.

Emperyalist koalisyonun bu ülkede gerici bir iç savaş biçimini alan gelişmeleri bahane ederek Libya’ya yaptığı haydutça müdahale halen Ortadoğu’daki büyük toplumsal fırtınayı gölgelemiş, hızını kesmiş ve bir ölçüde de lekelemiş bulunmaktadır. Fakat bu hiçbir biçimde geniş kitlelerin muazzam inisiyatifi ile özellikle Tunus ve Mısır üzerinden kendini gösteren büyük toplumsal sarsıntıların önemini ve halen sürmekte olan etkisini azaltmamaktadır. Sarsınıtı halen de sürdürmekte, olup bitenlerin açıklık kazandırdığı dersler ise tüm yakıcılığını korumaktadır.

Haftalar boyunca tüm dünyada dikkatler, Tunus ve Mısır’da patlak veren ve sarsıntıları öteki Arap ülkelerinde yankılanan muazzam halk hareketleri üzerinden “Büyük Ortadoğu”ya odaklandı. Siyasal yaşamda etkin ve taraf olan hemen herkes, Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarını, bunlardan hareketle Ortadoğu’da başgösteren büyük toplumsal kaynaşmayı değerlendirdi, kendince anlamlandırmaya çalıştı. Bunu herkesten daha çok, daha büyük bir dikkatle ve özenle yapması gerekenlerse doğal olarak dünyanın devrimcileridir, özellikle de her ülkenin proleter sınıf devrimcileri olarak komünistleridir. Zira dünya genelinde olayların akışı devrimcilerin tarih sahnesinin önplanına yeniden geçecekleri bir dönemin yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. Geride kalan on-onbeş yıllık zaman dilimi içinde kendisini önceleyenlerle birlikte Tunus ve Mısır’daki son halk ayaklanmaları, onların sürmekte ve yayılmakta olan sarsıntısı, her şeyden çok bunun bir göstergesi ve yeni bir doğrulanması anlamına gelmektedir.

Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmaları üzerinden bu ülkelerde ve Ortadoğu’da olayların bugünkü ve yakın gelecekteki seyri üzerine özgün analizleri gönül rahatlığı içinde bu ülke ve bölge uzmanlarına bırakabiliriz. Biz komünistlerse kendi payımıza bu özgün deneyimlerden daha genel sonuçlar çıkarmaya, olayların marksist devrim teorisini doğrulayan, besleyen ve devrimci pratiğe ışık tutan yönleri üzerinden yoğunlaşmaya bakmalıyız. Bu sosyal sarsıntıların gerisindeki tarihi eğilimleri ve temel dinamikleri anlamalı, bu çerçevede dünyanın girmekte olduğu, tarihsel ölçülerle alındığında gerçekte girmiş de bulunduğu yeni dönemi kavramalı ve patlak vermekte olan her kitle hareketini, isyanı, ayaklanmayı ve devrimi de bu gözle değerlendirmeliyiz. Bu büyük kitle fırtınalarından, olayların onları izleyecek seyrinden, devrim ve devrimci sınıf mücadeleleri açısından öğrenilecek ne varsa özellikle onun üzerinde durmalıyız. Sözün kısası, siyasal gözlemciler olarak değil gerçek devrimciler olarak davranmalı; aslolanın, dünyayı anlamak ve yorumlamak değil, fakat tam da değiştirmek olduğunu, geleceğin büyük devrimci değişimlerinin ilk işaretleri niteliğindeki bu olayları ele alırken de önemle akılda tutmalıyız.

Devrimci olmayan, dahası her gerçek devrime tüm benliği ile karşı olan hemen herkesin neredeyse ortaklaştığı nitelemeden farklı olarak, biz komünistler, başından beri olup bitenleri siyasal sınırlarda bile bir “devrim” olarak nitelemedik. Üstelik bu, aynı zamanda Tunus ve Mısır’da ayağa kalkan kitlelerin ve onların ileri öncü kesimlerinin de paylaştığı bir niteleme olduğu halde. Ama bu, Tunus ve Mısır’daki büyük toplumsal sarsıntıların, milyonlarca insanı kapsayan bu halk ayaklanmalarının, devrim teorisi ve devrime hazırlık pratiği açısından taşıdığı büyük önemi hiçbir biçimde azaltmamaktadır.

Emperyalist medyanın başını çektiği her biçimiyle burjuva propagandası, tam da bu halk ayaklanmaları devrime büyüyemeden kontrol edilebildikleri içindir ki, onları “devrim” olarak niteleme ataklığı, rahatlığı ve cömertliği gösterdi. Bu bize, bu büyük kitle hareketliliklerini, olumlu yönden ortaya koyduklarının yanısıra, onları devrime büyümekten alıkoyan yapısal zayıflıkları, yetersizlikleri ve eksiklikleri üzerinden de ele almak, devrim mücadeleleri için anlamlı olabilecek sonuçları aynı zamanda buradan çıkarmak gibi bir görevi özellikle yüklemektedir. Bu, Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmaları şahsında, başarılarından çok yetersizlikleriyle aydınlatıcı ve öğretici olan toplumsal olaylarla yüzyüze olduğumuz anlamına gelmektedir.

-I-

Yeni tarihsel dönem

1- Kapitalist dünya sistemi bugün her zamankinden çok daha fazla organik bir bütün oluşturmaktadır. Üretici güçlerin üretim süreçlerinin uluslararasılaşması üzerinden kendini gösteren muazzam gelişme düzeyinden tutun da, tüm dünyada uygulanmakta olan temel ekonomik ve sosyal politikaların belirli merkezlerden hazırlanıp dayatılmasına kadar, bunu hemen her alanda ve her düzeyde görmek mümkündür. Bu böyleyse eğer ki uzun zamandan beridir böyledir, bu durumda sistemin şu veya bu parçasındaki sözü edilebilir önemde hiçbir önemli olay ya da gelişme, sistemin genelindeki işleyişten, etken ve eğilimlerden bağımsız değildir. Sözkonusu olan Tunus’tan başlayıp da tüm Ortadoğu’da sürmekte olan ve dünyanın geriye kalanı tarafından büyük bir ilgiyle izlenen büyük bir toplumsal sarsıntıysa eğer, bu söylenenler özellikle geçerlidir. Aynı geçerliliğe, Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarına yolaçan büyük toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke birikiminin, temelde, tam da emperyalist merkezlerden hazırlanıp tüm dünyaya dayatılan sosyal yıkım ve soygun politikalarının bir ürünü olduğu olgusu üzerinden de işaret etmek mümkündür.

Elbette bu türden büyük sosyo-politik olayları kendi özgünlüğü ve zenginliği içinde ele almak gerekir. Elbette her bir bölgenin ya da ülkenin kendine özgü koşullarını, dolayısıyla da buralarda patlak veren toplumsal olayların bu özgün koşullarla sıkı sıkıya bağını büyük bir dikkatle gözetmek gerekir. Ama bunu da, tam da sistemin toplamını kesen etkenler ve eğilimler üzerinden yapmak, dolayısıyla da olayların sistemin genelindeki akışı içinde ele almak ve anlamlandırmak gerekir. Zira tüm bu olayları temelde besleyen ve belirleyen, sistemin bütününe egemen olan genel etkenler ve eğilimlerdir. Sonuçta bunlar her bir ülkenin kendi özgün koşulları üzerinden yansıyor, dolayısıyla kendine özgü biçimler ve boyutlar kazanıyor olsalar da.


2- Bugünün dünyasına baktığımızda, etki ve sonuçları kendini tüm dünya üzerinden gösteren bir dizi temel önemde olguyla yüzyüze kalmaktayız. Bunlardan ilki, şu sıralar tüm kapitalist dünyayı pençesine almış bulunan ekonomik ve mali bunalımdır. İkincisi, ilkine de bağlı olarak, dünya ölçüsünde günden güne ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunlar yığınıdır. Üçüncüsü, ABD hegemonyasındaki çözülme, buna bağlı olarak da kızışan emperyalist rekabet, artan silahlanma, tırmanan militarizm, yaygınlaşan emperyalist müdahaleler ve çoğalan yerel emperyalist savaşlardır. Ve dördüncüsü de, tüm bu sorunların, özellikle de sosyal sorunların ağırlaşması ve sınıf çelişkilerin keskinleşmesine bağlı olarak, son örneklerini Tunus, Mısır ve öteki Ortadoğu ülkeleri üzerinden gördüğümüz gibi, tüm dünyada proleter kitle hareketleri ve halk isyanları dalgasının büyüyen bir güç kazanmasıdır.

Bunlardan sonuncusu hariç diğer üçü, 1970’li yılların ortasında itibaren kendini gösteren süreçlerin ürünü, ifadesi ve bugüne uzantısıdırlar.

Kapitalist dünya ekonomisinin tümünü etkisi altına alan ekonomik bunalım, 1970’lerin ortasında patlak verdi ve zaman zaman çöküş işaretleri vererek, genel bir durgunluk hali içinde bugüne kadar devam etti. 2008’den beridir de bizzat sistemin kalbi olan ABD üzerinden yeniden ağırlaşmış bulunmaktadır. Etki ve sonuçları ise kendini bağımlı ülkeler üzerinden daha da yıkıcı biçimde göstermektedir.

Dünya ölçüsünde ekonomik-sosyal sorunlardaki sonu gelmez ağırlaşma ve çalışan yığınların kazanımlarının sistemli biçimde gaspedilmesi, otuz yıldır sürmekte olan kapitalist ekonomik bunalımla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Ekonomik bunalım 1970’li yılların ortasında patlak verdi. Emperyalist metropoller de dahil tüm dünyayı kasıp kavuran neo-liberal saldırı ise kısa bir arayla 1980’lerin başında onu izledi. Tam da bunalımın faturasını çalışan yığınlara ödetmenin bir yolu olarak. Saldırı o zamandan bugüne kesintisiz biçimde devam etmekle kalmadı, ‘89 yıkılışının sağladığı yeni uygun koşullarda, yeni bir düzeye çıktı, yeni biçimler ve boyutlar kazandı. Emperyalist küreselleşme politikaları bunun ifadesi oldular. Böylece II. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde emperyalist metropollerde işçi sınıfını ve emekçileri dizginlemede önemli bir rol oynayan “sosyal devlet”in de sonu geldi. Kuşkusuz “sosyal barış”ın da.

ABD hegemonyasındaki sarsılmanın başlangıcı da aynı tarihi döneme denk gelmektedir. Vietnam yenilgisi, doların altına endeksli eşdeğer para birimi olmaktan çıkması, II. Dünya Savaşı’nın güçten düşürdüğü emperyalist güçlerin yeniden yükselişi, bunlara başkaları da eklenebilir, birarada bunun birer ifadesi ya da işareti oldular. Doğu Bloku’nun çökmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, başlangıçtaki aldatıcı görünüme rağmen, gerçekte bu süreci hızlandırdı. ABD’nin 11 Eylül olaylarını bahane ederek gündeme getirdiği emperyalist müdahale ve savaşlar dizisi, bunun önünü almaya yönelik son bir girişimdi. Oysa bu hedeflenenin tam tersi sonuçlar yarattı; ABD hegemonyasındaki gerileme geri dönülmez bir hal aldı. Emperyalist dünyada hegemonya bunalımı açık bir olgu haline geldi. Bu durum halen ABD saldırganlığını azdırmakta, yerel emperyalist savaş ve müdahaleleri çoğaltmakta, tüm dünyada silahlanma yarışını ve militarizmi kışkırtmaktadır.

Geride bıraktığımız yıl içinde Akdeniz’in kuzeyinde Yunanistan’dan başlayıp Portekiz’e dek yayılan proleter kitle hareketleri dalgası kadar, girmiş bulunduğumuz yıl içinde Akdeniz’in güneyinde Tunus’tan başlayıp Mısır üzerinden Yemen’e, Bahreyn’e, Suriye’ye ve Umman’a kadar yankılanan halk isyanlarını da besleyip mayalayan genel tarihsel zemin işte budur. Dünyanın hiçbir bölgesi ya da ülkesindeki hiçbir büyük toplumsal olayı bu uluslararası zeminin dışında kavramak olanağı yoktur. Tunus’ta yirmi küsür yıllık, Mısır’da ve Yemen’de otuz küsür yıllık diktatörlerden sözediliyor. Ama işte bu diktatörler tam da bu aynı otuz yıllık dönemin ürünüdürler. Onların kendi ülkelerinde izledikleri politikalar burada sıralanan etmenlerle sıkı sıkıya ilişkilidir, temelde bunlar tarafından belirlenmiştir. Bu konuda, Tunus ve Mısır’da son yirmi yıldır kesintisiz biçimde IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygulandığını, uygulayanınsa bugünkü öfke patlamasının hedefi olan diktatörler olduğunu söylemek bile yeterlidir.


3- Kapitalist dünya ekonomisinin bugünkü büyük bunalımının patlak vermesine, kapsamlı ve çok boyutlu bir neo-liberal saldırının bunu izlemesine ve emperyalist dünyadaki hegemonya krizinin ilk belirtilerine sahne olan o aynı 1970’li yıllar, dünya tarihi açısından temel önemde bir başka gelişmeye daha tanıklık etti: Dünya ölçüsünde devrim dalgasının hızla düşmesine, bu açıdan II. Dünya Savaşı’nı izleyen özel bir tarihi dönemin kapanmasına.

Vietnam ulusal kurtuluş savaşının 1970’li yılların ortasına denk gelen zaferi, II. Dünya Savaşı’nı izleyen büyük devrimci sarsıntının doruğu olmuştu. Bu tarihten sonra dünya genelinde devrim dalgası hızla düşmeye başladı. 1979’da kısa aralıklarla gerçekleşen İran ve Nikaragua devrimleri ile birlikte bu tarihi dönem fiilen geride kaldı.

1980’lere doğru devrim dalgasının hızla düşmesi, neo-liberal ekonomik-sosyal saldırıya dayanan büyük bir siyasal gericilik döneminin de başlangıcı oldu. ABD’de Reagan, Büyük Britanya’da Thatcher ve Almanya’da Kohl hükümetleri, bu siyasal gericiliğin emperyalist metropollerde sembolleşen temsilcileri oldular. Dünyanın geriye kalanına olduğu kadar kendi ülkelerinin emekçilerine de büyük ekonomik-sosyal faturalar ödettirdiler. Türkiye de içinde bir dizi ülkede faşist baskı rejimleri ile halk hareketleri ezildi ya da dizginlendi. Özellikle Latin Amerika’da, kitle hareketleri ile devrimci gerilla hareketlerini ezmek üzere, “düşük yoğunluklu savaş” adı altında her türden kirli ve kanlı operasyon sınırsızca uygulandı. ‘89 çöküşüyse bu gericilik dalgasına politik ve moral açıdan yeni bir güç ve ivme kazandırdı.

Fakat öte yandan, ekonomik bunalımın sonu gelmeyen faturasını işçi sınıfına ve halk hareketlerine ödetmek anlamına gelen bu kapsamlı neo-liberal saldırı, dünya ölçüsünde sosyal sorunları da görülmemiş ölçülerde ağırlaştırdı. Bu da zaman içinde ve dipten dibe emekçi kitlelerin büyük hoşnutsuzluğunu mayaladı. Sosyal kutuplaşmanın muazzam boyutlarda büyümesi ve sınıf çelişkilerinin sürekli biçimde keskinleşmesi anlamına gelen bu sürecin, emekçi kitlelerin ve ezilen halkların yeniden sahneye çıkışını hızlandırması kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Daha ‘80’li yılların sonunda, Türkiye de içinde bir dizi ülkede önemli işçi ve halk hareketleri kendini gösterdi. ‘89 çöküşünün özel bir güç kazandırdığı gericilik dalgası bunda geçici bir kırılma yaratsa da olaylar bunun çok sürmeyeceğini kısa zamanda gösterdi. Ve 1994’te girilirken Meksika’da gerçekleşen Chiapas köylü ayaklanması, adeta yeni bir dönemi müjdeledi. İzleyen yıl içinde Avrupa’da, özellikle de Fransa’da ciddi boyutlarda bir işçi hareketi dalgası yaşandı. Aynı yıllarda bu Latin Amerika’da adeta süreklileşmiş bir hal aldı ve daha sonra yer yer halk isyanlarına doğru büyüdü. Asya’da özellikle Güney Kore’de kitlesel ve militan bir işçi hareketi kendini gösterdi ve Nepal’de daha sonra devrime doğru büyüyecek bir devrimci gerilla hareketi ortaya çıktı.

Ve bu sürecin bir yerinde, Mart 1997’de, komünistler, “Proleter Hareketin ve Halk İsyanlarının Yeni Dönemi” başlığı altında, şu temel önemde değerlendirmeyi yaptılar: “Dünya ölçüsünde proleter kitle hareketinin büyüyeceği ve isyanlara varan halk hareketlerinin çoğalacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. ‘90’lı yıllara ‘tarihin sonu’ üzerine gürültülü bir emperyalist propaganda ile girmiştik. Oysa daha birkaç yıl sonra, 1994 yılının ilk günü Chiapas’ta patlak veren halk isyanı, tarihin yeni bir sayfasının açılmakta olduğunun ilk işaretlerini vermişti bize. Avrupa’nın dönek solcu aydınlarının ‘Elveda Proletarya’ dedikleri günlerde, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en kitlesel eylemlerini yaşamaktaydı. Arjantin’den Hindistan’a dünyanın birçok ülkesinde işçi sınıfının ardı arkası kesilmeyen eylem dalgaları vardı. Bunun geri ve bağımlı ülkelere özgü olduğu, emperyalist metropollerde sınıf hareketinin gerçekten bittiğinin sanılabileceği bir sırada ise, Almanya’da, İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da, Yunanistan’da yeni proleter kitle hareketinin, yaygın grev hareketlerinin önemli örnekleri peşpeşe ortaya çıkmaya başlamıştı...” (H. Fırat, Dünya Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yay., s. 409).

Bu değerlendirmenin hemen öncesinde, Arnavutluk’ta silahlı bir halk ayaklanması vardı. Bir yıl sonrasında ise, Endonezya’daki otuzüç yıllık diktatörün sonunu hazırlayan ve şu günlerde Mısır’da Mübarek’e karşı gerçekleşeni hiçbir biçimde aratmayan büyük bir halk isyanı fırtınası. Ve daha sonrasında, başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın dört bir yanında proleter kitle hareketleri ve halk isyanları serisi birbirini izledi.

Tunus’ta başlayan ve tüm Ortadoğu’yu saran yeni kitle hareketi fırtınası, işte dünya ölçüsündeki bu genel eğilimin bir parçası ve günümüz koşullarındaki devamıdır. 2008’de kapitalist dünya ekonomisinde kendini gösteren ani ağırlaşmanın ve bunun boyutlandırdığı sosyal yıkımın, bu tür çıkışlara daha güçlü bir zemin yarattığını biliyoruz. Nitekim 2010 yılı içinde Akdeniz’in kuzeyi işçi hareketleri ile sarsılırken, 2011 yılı başında bunun Akdeniz’in güneyinde kendini kitle hareketleri ve halk ayaklanmaları biçiminde göstermesi, anlamlı bir bütün oluşturmakta ve bir arada son derece önemli bir açıklık sunmaktadır.

Bütün bunlardan çıkan genel sonuçsa şudur: İnsanlık, proleter kitle hareketlerinin, isyanların, halk ayaklanmalarının giderek alışılmış olaylar halini aldığı ve bunların da birarada yeni bir devrimler döneminin yakınlaşmakta olduğunu duyurdukları bir yeni tarihi döneme girmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla biz komünistler, Tunus ve Mısır’da gerçekleşen büyük halk ayaklanmalarını, öncelikle dünyanın bu genel tablosu, insanlığın girmiş bulunduğu bu yeni tarihi evre içinde ele almalı, bu çerçevede anlamlandırmalıyız.

 

4- Ortadoğu gibi, resmen ya da fiilen babadan oğula geçen boğucu diktatörlük rejimleriyle yönetilen, emperyalist müdahalelere ve savaşlara sahne olan, siyonist İsrail’in Filistin halkına karşı sistemli zulmünü yaşayan bir bölgede, halen sürmekte olan toplumsal sarsıntıların elbette pek çok karmaşık nedeni vardır. Ama tümünün temelinde yatan ana neden tartışmasız biçimde sosyal sorunlardır, dolayısıyla emperyalizme göbekten bağlı sömürü ve soyguna dayalı düzenlerdir. Temel hak ve özgürlükleri boğan, emekçi yığınları demirden bir cendere içinde nefes alamaz duruma düşüren diktatörlük rejimleri bu zemin üzerinden yükselmektedir. Temel işlevleri bu zemini korumak ve süreklileştirmektir. Sistemin efendilerinin tam desteğine sahip olmaları da bundan dolayıdır.

Sistemin tüm propaganda aygıtı halk ayaklanmalarının sosyal niteliğini gizlemek, bu apaçık gerçeğin üzerini örtmek, hiç değilse onu geri plana itmek, daha tali bir neden olarak sunmak için çok özel, çok sistemli bir çaba harcamaktadır. Olup bitenleri baskıcı, keyfi, çürümüş diktatörlere karşı salt siyasal, salt “özgürlük” ve “insan onuru” adına girişilmiş başkaldırılar olarak sunmaktadır. Emperyalist propaganda aygıtı bunu çok bilinçli bir biçimde yapmaktadır. Zira böylece, isyana sürüklenen geniş emekçi kitlelerin yokluktan, sefaletten, işsizlikten, hastalıktan, kötü çalışma ve yaşam koşullarından çektiklerinin, dolayısıyla emperyalist dünya sisteminin bundaki dolaysız sorumluluğunun üstünü örtmek istemektedir. Bunda başarılı olunduğu ölçüde ise ayaklanmaları kontrol altına almak ve diktatörü harcayarak aldatıcı bazı siyasal düzenlemelerle diktatörlük rejimini ve dolayısıyla sömürü ve soygun düzenini sürdürmek doğal olarak kolaylaşmaktadır.

Ama gerçekleri gizlemek o denli kolay değildir. Tunus’ta ve Mısır’da geniş halk yığınlarını isyana sürükleyen, her iki ülkede de son yirmi yıldır kesintisiz biçimde uygulanan IMF ve Dünya Bankası reçeteleridir, dünya ölçüsünde yeni bir sosyal yıkım saldırısı­ demek olan “küreselleşme” politikalarıdır. Tüm somut veriler açıkça bunu göstermekte, tüm dürüst gözlemciler bunun altını özellikle çizmektedirler. Olayların patlak veriş biçimi bunu ayrıca tam bir açıklıkla doğrulamaktadır. Üstelik salt Tunus ve Mısır değil, fakat hareket halindeki tüm öteki Ortadoğu ülkeleri üzerinden de.

Tunus’ta halk ayaklanmasının fitilini ateşleyen olay, üniversite mezunu işsiz bir gencin evine ekmek götürmek için yapmakta olduğu tezgahtarlık işinden alıkonulmasına karşı sergilediği ölümüne isyandır. Bu olay kendi başına olup bitenlerin bütün bir sosyal özünü en veciz biçimde göstermektedir. Mısır’da ise hoşnutsuzluğu sokağa taşıran ve halk ayaklanmasına vardıran olay, 6 Nisan Hareketi olarak bilinen gençlik grubunun 25 Ocak için yaptığı eylem çağrısıdır. Peki nedir bu 6 Nisan Hareketi, kaynağını ve ismini nereden almaktadır? Sanayi bölgesi Mahalla’da 6 Nisan 2008’de patlak veren büyük işçi hareketinden. Sözkonusu grup bu büyük işçi eylemiyle dayanışmanın ürünü olarak doğmuştur; varlığı kadar ismini de ona borçludur. Yani bir büyük işçi eylemine, yani tümüyle bir sosyal mücadele olayına. Yani boğucu bir diktatörlük rejiminde bile emekçileri harekete geçiren, eyleme sürükleyen o devasa sosyal sorunlara.

Ürdün’de sokağa dökülen emekçiler “ekmeğimiz kırmızı çizgimizdir” diye haykırıyorlar. Bahreyn’de harekete geçen Şii kitleler, bu ülkenin her alanda ayrımcılığa tabi tutulan en yoksul kesimlerini oluşturuyorlar. Aynı şey Arap dünyasının en yoksul ülkelerinden biri olan Yemen için, yanısıra Suriye, Irak, Güney Kürdistan vb. için de geçerlidir. Libya’da ve Suudi Arabistan’da, topluma sus payı vermek için petrol rantının sağladığı özel imkanlar var kuşkusuz. Ama buna rağmen bu ülke yönetimleri de, çürümüş siyasal sistemleri kadar yaşanan sosyal sorunların biriktirdiği bir hoşnutsuzluk ve öfkenin hedefi olmaktan kurtulamıyorlar.

Bütün bunlar Ortadoğu çapında bir sosyal fırtına ile yüzyüze olduğumuzu gösteriyor. Ama sosyal patlama her zaman siyasal biçimler içinde ortaya çıkar ve kendini kendisine nefes aldırmayan diktatörlüklere yönelmiş halde bulur. Olayların halen çıplak gözle görülebilen tablosu üzerinden izlemekte olduğumuz gibi. Sistem propagandası işte bu görüntüyü kullanıyor, böylece hareketin gerçek kaynağını ve nedenlerini gizlemeye çalışıyor. Olup bitenleri salt yozlaşmış yöneticilere yönelmiş dar siyasal çıkışlar olarak sunuyor. Mısır halkı özgürlük istedi, onur istedi, bunun için ayaklandı diyor örneğin. Kuşkusuz Mısır halkı özgürlük istemi ve onur duygusuyla ayağa kalktı. Ama bunların ikisi de kendi başına %40’ı yoksulluk sınırı altında yaşayan bir toplumda karın doyurmaz. Özgürlük ve onurlu davranış Mısırlı emekçilere tam da sömürü ve soyguna karşı direnebilmek için gerekli. Bunun böyle olduğunu bize Mısır işçi sınıfı daha hareketin seyri içinde gösterdi ve genel eylem dalgasının dinmesine aldırmayarak bunu sürdürdü de. İşçiler çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesini, ücretlerinin artırılmasını, sosyal yıkım saldırılarının ve özelleştirmelerin son bulmasını, sendikal hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını istediler, istiyorlar. Ayaklanmayla elde edilen fiili özgürlüğün anlamı ve işlevi halihazırda bu onlar için.

Tunus’un ve Mısır’ın ayağa kalkmış ve diktatörleri kovmak başarısı göstermiş emekçileri kurulu düzendeki siyasal rötuşların karın doyurmayacağını, yaşamakta oldukları derin sosyal acıları bir nebze olsun hafifletmeyeceğini görmekte gecikmeyeceklerdir. Ortadoğu’da asıl büyük fırtına da işte o zaman kopacaktır.

(EKİM Başyazı Sayı: 272 / Nisan 2011)

(Devam edecek)