20 Mayıs 2011
Sayı: SİKB 2011/19

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt halkına karşı kirli ittifak!
Düzen partilerinin ortak ekseni emperyalizme uşaklıktır!.
CHP sosyal demogojiyle yelkenlerini şişirmeye çalışıyor
Kürt halkı gerillalar için ayakta!
Kürt halkı hayatı durdurdu 
Kürt halkına dönük baskı ve terör dinmiyor
Kürt halkıyla dayanışmaya!
Yiğit devrimci İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür! 
Devrimci seçim kampanyası çalışmalarından
Birleşik Metal Kocaeli Şube Sekreteri Telat Çelik ile konuştuk
MİB MYK Mayıs ayı toplantısı gerçekleştirildi
Ontex/Canbebe ve PTT işçileri
direniş süreçlerini anlatıyor
Ontex ve PTT işçilerinden
Boğaz Köprüsü eylemi
Kubatoğlu’nda direniş ateşi
İşçi sınıfının düşmanlarına
oy yok! / TMMŞP
Binlerce emekçi hakları ve gelecekleri için Ankara’da buluştu
Kirli ellerinizi üniversitelerimizden çekin! / Ekim Gençliği
Ekim Gençliği seçimleri tartıştı.
Yemen’de isyan sürüyor
Bahreyn despotundan Siyonist yöntemler
Nakba sürüyor,
direniş de!.. - E. Bahri
Nakba gününde öfke sokaklara taştı
Eğtim Sen’de eylem ve etkinlikler
Paşalı’nın katiline ceza vermekle düzeninizi aklayamazsınız!
Geç olmadan dünyayı kapitalislerin elinden kurtaralım!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi sınıfının düşmanlarına oy yok!

 Seçimler yaklaşırken vaat yarışları, çılgın projeler, kasetler, hakaretler, suçlamalar birbirini izliyor. Burjuva siyasetinin yüksek tansiyonu içinde düzey gittikçe düşmeye devam ediyor. Seçim sonuçlarının oluşturacağı tablonun ötesinde, bu parlamenter tiyatroda oynanan oyun gereği eskiyen ya da yıpranan sistem politik olarak güç tazelemek, kendi meşruiyetini yeniden üretmek zorunda.

Seçimlere doğru giderken meydanlarda atılan nutuklarıyla, yalanları ve düzeysiz kavgalarıyla karşımıza çıkanlar on yıllardır bu ülkeyi yöneten ve yaşadığımız sefaleti yaratanlardan başkası değildir. Yüzler değişse bile burjuva siyaseti bir bütündür. Yaratılan suni taraflaşma ile toplumun tüm beklentileri seçimlere endekslenirken sandık ve parlamento bir umut kapısı olarak gösterilmektedir.

Oysa ki seçimler, aşınan sistemin yenilenmesi demektir. Ortaya konulan her sandık “millet iradesi” safsatasına alet edilerek kitlelerin “demokratik” bir şekilde yönetime katıldığını salık verir. Ancak sandık dışında söz hakkı tanınmayan, örgütlenme hakkı elinden alınan, bırakın fikir açıklamayı düşünmesi bile suç sayılan yığınlar sandıkta bir mühür, bir oy pusulası ile avutulmaktadır. Kaldı ki toplumun muhalif kesimlerine bu bile fazla görülmektedir. Bağımsız adaylardan haraç keser gibi alınan fahiş ücret ve Kürt siyasetçilerine koyulan ambargo bunun en açık kanıtıdır. Tersinden Kürt hareketinin bu ambargoyu tam da sokakta yırtıp atması çözümün sandıkta değil mücadelede, sokakta olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymuştur.

Açıktır ki AKP bugün cumhuriyet tarihinin en pervasız hükümeti olarak yarattığı seraplarla emekçileri kandırırken, tetikçiliğini yaptığı sermaye sınıfı da en kapsamlı saldırı programının uygulamaya koyulması için beklemektedir. Torba yasa ile temelleri atılan esnek ve güvencesiz çalışma uygulamaları ile iş güvencesinin tamamen ortadan kaldırıldığı, taşeron sisteminin ve özel istihdam bürolarının yaygınlaştığı bir dünya, işçi sınıfını beklemektedir. Esnek çalışma hiçbir dönem bu kadar açıktan dillendirilmemişken AKP’nin buna koyduğu isim “güvenceli esneklik” olmaktadır. 4/C, 4/B gibi düzenlemelerin mucidi olarak AKP sermayeye yaptığı hizmetin karşılığını da fazlasıyla almaktadır. Ancak AKP’nin en büyük rakibi CHP’nin konuyla ilgili tutumu hiç de farklı değildir. Bizzat seçim bildirgesinde bu ifade edilmektedir. Seçimin ve büyük ihtimalle önümüzdeki dönemde meclisin ilk iki partisinin ayrıştığı konular ne kadar fuzuliyse aynılaştığı konular işçi sınıfı için o kadar hayatidir. Üzerine pazarlık edilen bizim geleceğimizdir.

AKP iktidarı seçime doğru bir dizi “çılgın proje” ile kafa bulandırmaya çalışıyor. Kentlerin yağmalanması konusunda özellikle İstanbul’a biçilen kefen tüm kamuoyuna utanmadan “hayırlı bir işmiş” gibi sunularak türlü demagojilerle sermayeye yeni rant alanları açılıyor. Nükleer santraller ve HES’lerle somutlaşan doğa katliamı da görülmemiş bir pervasızlıkla yapılmaya devam ediyor. Tüm enerji politikalarını ranta göre planlayan AKP iktidarının gelecek kuşakların hayatlarını şimdiden karartmak konusundaki ısrarına hepimiz şahit oluyoruz. CHP ve MHP açısından da durum farklı değildir. Konuyla ilgili net bir ifade kullanmaktan kaçınan bu partiler meseleyi popülist söylemlerle geçiştirmeyi tercih etmektedir. Bu ortaklaşma da göstermektedir ki yapacağımız seçimin yarınlarımız için hiçbir karşılığı olmayacaktır.

Kapitalizmin yaşadığı dönüşümün bize yansıması hızlanırken düzen partilerinin tümünün de bu saldırının parçası olmak için can attığını bilmemiz gerekiyor. Mesleki dönüşüm konusunda mühendis, mimar ve şehir plancılarının geçtiğimiz döneme damgasını vuran tartışması durumundaki “yetkin mühendislik” genel başlığı altında toplanan tüm neo-liberal düzenleme ve çalışmaların patenti bu iktidara aittir. Yabancı mühendis yasası, TMMOB yasası gibi bizi doğrudan ilgilendiren bir dizi başlık kısmen gündeme gelse de seçim sonrasında bu alana dair de kapsamlı bir saldırı olacağı bilinmektedir. CHP’nin “yaşam boyu eğitimi” bildirgesine alması ise yine bu gidişatın da bir sermaye politikası olduğunu ve parlamenter bir koro eşliğinde hayatımıza girmek üzere olduğunu göstermektedir.

Siyasal planda ise süren bir anayasa tartışması ve bunun ekseninde gelişen bir demokratikleşme münazarası sürerken, dış politikada da emperyalizme hizmet konusunda düzen partileri birbirleriyle yarışmakta, deyim yerindeyse kıran kırana bir mücadele sürdürmektedir. Daha birkaç ay önce Libya’nın işgaline elbirliği ile parlamentodan “evet” diyenler, bu tezkereyi bile beklemeden, hem de öncesinde aslan kesilip kabadayı edasıyla meydan okumasına rağmen, Libya’ya asker gönderen hükümet, AB diye yanıp tutuşanlar yine karşımıza geçip bizden oy istiyorlar. Üzerine söz bile söylemeye gerek olmayan bu yüzsüzlük, demokratikleşme masalıyla farklı bir boyuta taşınıyor. Her geçen gün azalan özgürlükler, kolluk gücünün artan yetkisi ve pervasızlığı, hukuk adına en ufak bir kırıntının kalmaması, toplam muhalefete dönük kaba baskı her geçen gün yeni bir boyut kazanırken “demokratikleşiyoruz, özgürlükler genişliyor” yalanının hala söylenebiliyor olması siyaset tarihine geçecek bir riyakarlık ve yalancılık örneğidir. Kürt halkına ve onun mücadelesine dönük saldırı hemen her cepheden sürerken “Kürt sorunu yoktur” diyebilmek, yine aynı şekilde Alevi ve Romanlara her fırsatta engel çıkarmak ve buna rağmen açılımlar yapmakla övünmek insanı dehşete düşürdüğü gibi bunu güzelleyebilme becerisi de, bilgi deformasyonu ve çarpıtma konusunda yeni bir çığır açan Nazileri bile hayrete düşürecek cinstendir. Kadın sorunu konusunda da durum farklı değildir. Meclise  fazla sayıda kadın aday sokmakla övünen partiler her geçen gün artan kadın cinayetlerine sessiz kalmaya devam etmektedir. Siyasete hâkim erkek egemen dil, küfürler hakaretlere ek olarak emekçi kadınlara dönük toplumsal baskı da gerici siyasal iklimden beslenerek artmaktadır. Bizzat bakan eliyle dillendirilmeye başlanan kadının eve hapsolması gerektiği söylencesi, kadının sadece başörtüsü çekişmesiyle hatırlanması ve tartışmaya meze edilmesi kadına dönük politikaların özetidir.

Gittikçe muhafazakârlaşan ve sağa yatan bir toplumda çocuk istismarı, taciz, tecavüz, nefret suçları gibi toplumsal çürümenin en net ifadesi olan suçların artışı da kapitalizmin yarattığı kaosu ortaya koymaktadır. Tüm suçlar toplumsaldır ve çok derin kökleri vardır. Söylenenin aksine yaşanan ahlaki bir çöküş değildir yaşanan kapitalizmin yükselişidir. Gerici uygulamalarla veya adli/polisiye tedbirlerle sorun çözülemez. Çözülebileceğini söylemek pisliği halının altına süpürmekten başka bir şey değildir. Burjuva siyasetin de yaptığı tam da budur.

Seçim tüm bu gerçeklerin karartılması anlamına gelmektedir. Seçim ile umut pompalanan kitleler bir sonraki seçime kadar gazları alınmış bir şekilde itinayla kapitalizmin döngüsü içine yerleştirilebilir hale getirilirler. Seçim, kitlelerin enerjisini emen onları terbiye ederek edilgen kılan birer araç olarak tariflenmiş bir illüzyondur. İşçi sınıfı cephesinde bu yanılgıyı derinleştirecek her türden eylem de en az seçim aldatmacası kadar tehlikelidir. Sol ve emek adına seçimlere giren ve çözüm için parlamentoyu adres gösterenler işçi sınıfını ve onun önderliğinde hareket eden kitleleri/katmanları düzene yedeklemek gibi uğursuz bir rol oynamaktadır. Şekli ve biçimi değişik olsa bile seçimlere bu perspektifle hazırlanmak ortak paydasında buluşan ve hiç de azımsanmayacak bir yekûn tutan bu sol ekip işçi sınıfının düşlerini karartmakta, hedef şaşırtmaktadır. Benzer bir misyonla seçime girmese bile hedefe sadece AKP iktidarını çakan anlayışlar da aynı rolü başka bir cepheden oynamaktadırlar. Oysa ki sorun dönemsel değildir, yapısaldır. Yapısal bir sorunu da ancak o yapıyı yıkarak çözebilirsiniz.

Özetle mevcut tablo böyleyken 12 Haziran’da seçim sandığı bir kez daha önümüze konacak. Aslında tüm bu tablo kapitalizmin değişmeyen içsel krizlerini örneklemek dışında yeni bir anlam etmiyor. Kapitalizmin eşitsizlik üreten çalışma sisteminin önemli bir parçası olan seçimlerin kitleler üzerindeki dağıtıcı etkisine karşı işçi sınıfının bayrağının altında toplanmak bir tercih değil zorunluluktur. Teknik elemanların da bu saflaşma içinde düzen içinde mevzi tutması savunulamaz. Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları olarak bizler, çözümün ne sandıkta ne parlamentoda olduğunu söylüyor tüm teknik elemanları sandığa oy pusulası değil işçi sınıfının devrimci şiarlarını atmaya çağırıyoruz. Çözüm seçimde değil bu düzeni baştan aşağıya değiştirmekte, sosyalist bir dünya inşa etmektedir.

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları (TMMŞP)
13.05.11