27 Mayıs 2011
Sayı: SİKB 2011/20

 Kızıl Bayrak'tan
Karşı koymak için safları sıklaştıralım!
Kürt halkının mücadele kararlılığı ve düzenin açmazları
Kılıçdaroğlu Dersim’de
Kürt sorununu hatırladı
Ankara’da seçimler ve devrimci tutum paneli
İstanbul’da seçim çalışmaları
İzmir’de seçim çalışması
İllerde seçim çalışması
Telat Çelik ile Düzce’deki
sınıf hareketi üzerine
Balcalı ve Akdeniz’de
grev kazanımları
Direnişçi işçilerin boykot çağrısına
polis saldırısı..
Fabrika çalışmalarımızın mevcut durumu üzerine
Tahrir’den Puerto de Sol’a isyan büyüyor!
Arap halklarının direnişi karşı-devrim planlarını bozacaktır!
Avrupa işçi sınıfı ve Yunanistan’da
kitle grevleri - Volkan Yaraşır
Suriye’de siyasi gelişmeler ve olasılıklar
Salih ve diktatörlüğü yıkılana kadar direniş!
Schengen tartışmaları ve
emperyalist ikiyüzlülük
25. Geleneksel İTÜ Öğrenci Şenliği üzerine
Devrime koşmak veya onun suretiyle yetinmek - S. Kurtuluş
Simav depremi ve yeniden kanıtlanan gerçekler
ÜMMP ve İşsizlik İstanbul Yerel Kurultayı yapıldı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Schengen tartışmaları
ve emperyalist ikiyüzlülük

Tunus’la başlayan ve tüm bir Ortadoğu’ya yayılan halk isyanları ve emperyalist haydutların Libya işgali, diğer şeylerin yanısıra, Kuzey Afrika ülkelerinden İtalya’ya ve ardından da Avrupa’nın diğer ülkelerine doğru bir mülteci göçüne yol açtı. Nitekim, tüm Avrupa ülkeleri günlerdir bu sorunu ve alınacak önlemleri tarışıyor.

Şüphesiz ki, insani yardım yalanı ile Afganistan ve Irak’ı, şimdi de Libya’yı işgal edenlerin, bu ülkeleri yakıp-yıkanların, bu ülke halklarına büyük acılar yaşatanların, bizzat kendilerinin neden olduğu bu soruna insani bir çözüm bulacakları beklenemezdi. Nitekim de öyle oldu. Mülteci akının ilk durağı olan İtalya başta gelmek üzere tek bir Avrupa devleti bile, bu soruna karşı insani bir yaklaşım içinde olmadılar. Afrika ülkelerinden kopup gelen bu yoksul mültecilere ne ekonomik ve ne de politik iltica hakkı tanımaya yanaştılar. Tam tersine, ya bu yoksul mültecileri suçlama yoluna başvurdular ya da onların trajik durumunu istismar edip, kendi kirli çıkarlarına dayanak yaptılar. Ve dahası, hızlarını alamayıp, bu göçü, o çok övündükleri Avrupa Birliği denen emperyalist sömürü ve soygun düzeninin sembolü saydıkları serbest dolaşım hakkının sınırlandırılmasının, bu çerçevede, ünlü Schengen anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesinin vesilesi yaptılar.

Sözkonusu mülteci akınını ilk önce İtalya karşıladı. Mültecilerin İtalya’ya girişlerine izin verilmedi. Tam tamına bir mafya lideri olan Silvio Berlusconi, Avrupa Fonu’ndan bu iş için belli bir ödeme yapılmazsa eğer, mültecileri kabul etmeyeceğini, başta Almanya, Avusturya ve Fransa olmak üzere Avrupa’ya geçişlerini önlemeyeceğini ve hatta geçici Schengen vizesi dahi verebileceği tehditinde bulundu. Yani, bu gerçekten trajik durumu tümüyle sefil ve kirli çıkarları için istismar etti. Berlusconi ile diğerleri arasındaki kirli pazarlıklar sürerken, Avrupa’ya doğru yola çıkan mültecilerden yüzlercesi okyanus sularında boğularak yaşamını yitirdi.

Bu arada, Almanya ve Fransa da açık bir dille kapılarını hiçbir biçimde Afrikalı mültecilere açmayacaklarını bildirdiler. Ardından, koro halinde mülteci akınını önlemek amacıyla Schengen anlaşmasının esnetilmesi tartışması başlatıldı. Konunun Avrupa Birliği platformuna taşınmasından sözedildi. Daha bu tartışma yeni başlatılmışken, Danimarka hızını alamayıp, Schengen anlaşmasını bir yana itti ve sınırlarında kontrollere başladı.

Bu sorun üzerine yapılan tarışmalar, kirli pazarlıklar ve emperyalistlere özgü ikiyüzlülük örneği tutumlar her gün daha iğrenç boyutlar kazanarak devam ediyor.

Emperyalist yalanlar ve gerçekler

Emperyalist haydutlar ve katiller topluluğuna inanacak olursak, bu yoksul insanlar doğup büyüdükleri, çok uzun yıllardır yaşamlarını sürdürdükleri toprakları, hem de bir anlık macera uğruna terk ediyorlar. En ilkel koşullarda ve büyük tehlikelerle dolu yolculuklara çıkıyorlar. Dolayısıyla, serüven olsun diye yola çıkan ve binlercesi yollarda telef olan bu insanların gelip Avrupa’nın “huzur ortamı”nı bozmalarına izin verilemezmiş. Bu göçü önlemek için sınırlardaki kontrollerin sıkılaştırılmasından başka bir seçenek kalmamıştır. Dolayısıyla, Schengen anlaşmasına yeni bir biçim ve içerik kazandırmak kaçınılmaz olmuştur.

Kuşkusuz ki, tüm bunlar yalandır ve aşağılık bir demagojiden başka bir şey değildir.

Avrupalı emperyalist haydutlar, büyük müttefikleri ABD ile birlikte “insani yardım” adı altında Libya halkının üzerine bombalar yağdırırken Libya’dan kaçan mültecilerle dolu geminin batmasına seyirci kaldılar. “Geçtiğimiz günlerde ise, Libya’dan kaçmaya çalışan Afrikalı mülteciler ile dolu bir geminin yardım çağrılarının, İtalyan sahil güvenlik ekipleri ile bir NATO helikopteri ve bir savaş gemisi tarafından görmezden gelinmesi sonucu ölüme terk edildiği, 71 kişiden 61’i öldükten sonra, sadece on kişinin Misrata’ya ulaşmayı başardığı haberi geldi. Bu arada, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, bir hafta önce de, Avrupa’ya kaçmaya çalışan 600 mültecinin bulunduğu geminin de Libya açıklarında battığını açıkladı.” (15 Mayıs N. Mert Milliyet) Tek başına bu gerçek bile bu katiller topluluğunun aşağılık yalanlarını sergilemek için yeterlidir.

Her şey bir yana, emperyalist burjuvazinin, suçlarını meşrulaştırmak ve ona toplumsal destek yaratmaktan bir başka amacı olmayan BM ve ona bağlı çalışan, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) yayınladığı bilgiler bile, bu aşağılık leş kargalarının igrenç yüzünü açığa çıkartmaya yetmektedir. UNHCR, yayınladığı bir raporda, önce, “Son beş yılda sanayileşmiş ülkelerden sığınma talebinde bulunanların sayısı yarı yarıya düştü” şeklinde bir tespitte bulunuyor. Bunun nedeni olarak ise, “Sığınma başvurularının azalması, 1990’larda Yugoslavya’da yaşanan Bosna ve Kosova savaşlarının sona ermesi’’ olarak açıklanıyor. Böylece, kitlesel düzeyde göçlerin en fazla emperyalist savaş ve işgallerin yaşandığı ülkelerde gerçekleştiğini itiraf etmiş oluyor.

Alman gazetesi Schsische Zeitung, Schengen tartışmalarını konu ettiği bir haber yorumunda,  “ulusal bencillik”in giderek yükseldiğine dikkat çekiyor ve şu tespitlerde bulunuyordu: Sınır kontrolleri konusunda yapılan bütün tartışmalar, Avrupa fikrinin giderek güç kaybettiğinin belirtisi. Ekonomik olarak zor zamanların yaşandığı şu günlerde ulusal bencillik, dayanışma düşüncesini bastırıyor. Schengen tartışması, Euro krizi, mali yardımlar konusundaki çekişme... AB içinde ortak paydalar azalıyor. Bu, AB’nin geleceği için hiç de iyi bir anlama gelmiyor.

Eski yapılar ve argümanlar artık, günümüzde, Avrupa’nın büyük emperyalist burjuvazisinin ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuştur. Kendi iç çatışmaları giderek şiddetleniyor. AB kabuğu gelinen yerde parçalanmaya başlamıştır. Her devletin burjuvazisi bu parçalanmayı, bir yandan kendi milliyetçiliğini yükselterek karşılıyor, olası parçalanmanın suçlusu olarak da rakibini gösteriyor. Schengen tartışmasının bu kadar günceleştirilmesinin arkasında da bu emperyalist çıkar çatışması yatmaktadır. Avrupa burjuvazisi sefil çıkarlarını Afrikalı yoksul göçmenler üzerinden yaptığı demagojiyle örtmeye çalışıyor. Gerçek tam olarak budur.

Ortadoğu’daki halk hareketlerinin Avrupa’da yarattığı korku, bu tartışmaların bir diğer nedenini oluşturuyor. Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının, devrimci bir önderlikten yoksunluğundan yararlanarak kolay bir şekilde dizginledikleri bir veridir. Nedir ki, tehlikeyi tez elden önlemek konusunda gösterdikleri başarıya karşın, ABD gibi Avrupa’nın emperyalist devletleri de hala rahat değiller. Atina’da “Avrupa halkları ayaklanın” diye bayrak açan Yunanistan işçilerinin çağrısını, kimlerin takip edeceği şimdiden bilinemese bile, bu çağrının gelecekte, hem de daha güçlü bir şekilde tekrarlanacağını söylemek kehanet olmayacaktır. Burjuvazi de bunu biliyor ve bu çağrının bir gerçekliğe dönüşmesini engellemek için önlemler alıyor. Sınırlarda yeniden kontrolleri sıklaştırmak için hazırlık yapıyor. Ya da yüklü miktarda euro harcayarak, Yunanistan’a yaptırdıkları gibi, mülteci akınını durdurmak üzere utanç duvarları yükseltiyorlar. Kısacası, ‘89 yılında duvarları yıkmakla övünenler şimdi bizzat kendileri utanç duvarları örmektedirler. Avrupa Birliği de, Avrupa halklarını kucaklaştıran bir büyük demokrasi kalesi olmak yerine, bir büyük polis devleti olmaya doğru evriliyor.

Sonuç yerine

Emperyalist burjuvazi işçi sınıfına ve ezilen halklara dönük saldırılarına gerekçeler bulmuştur. Kimi zaman insani yardım yalanıyla ülkeleri işgal etmiş, kimi zaman ‘teröre karşı mücadele yalanı’ ile demokratik hak ve özgürlükleri budamış, şimdi ise, üstelik de bizzat kendilerinin nedeni oldukları bir mülteci akınını önlemek üzere, gayri insani polisiye önlemlere başvuruyor. Serbest dolaşım hakkının sınırlandırılması ve bu çerçevede yeniden sınır kontrollerinin başlatılması da bunun ifadesidir.

Hiç kuşku yok ki sorun, göç sorunu ve bu sınırlarda kalan birkaç önlem olmaktan çıkacak, işçi ve emekçilerin iyiden iyiye tehdit altında olan demokratik hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasının da bahanesi yapılacaktır. Sadece göç sorunu değil, Avrupa’nın önümüzdeki dönemde muhtemelen yeni ve daha büyük proleter kitle hareketlerine sahne olacağını düşünerek de bu önleme başvurulacaktır. Hitler döneminde elde edilen deneyimlerden hareketle, sosyal sorunların istismarı eşliğinde faşizan uygulamalar tırmandırılacaktır. Bununla da kalınmayacak, en iğrencinden bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kışkırtılacaktır.

Tam da bu nedenle, yerli devrimci parti ve örgütleri yaşamsal mahiyette görev ve sorumluluklar beklemektedir. Yerli devrimci güçler, sorunlar ve saldırılar konusunda tam bir açıklık içinde olmalı, şu ya da bu bahane ile sosyal haklarına ve demokratik hak ve özgürlüklerine dönük saldırılara, göçmen işçi ve emekçilerle tam bir kardeşlik ruhu içinde karşı koymalıdır. Öte yandan, burjuvazinin, yerlisi ve göçmeni ile tek bir bütün olan işçi sınıfının mücadele birliğini baltalamaya, milliyetçi önyargıları kışkırtarak yapay duvarlar örmeye dönük entrikalarını boşa çıkaran politikalar geliştirmelidirler. Yani, burjuvazinin gerici kara bayrağının karşısına proletaryanın kızıl bayrağı ile çıkmalıdırlar.

Buna paralel olarak, göçmen işçi ve emekçiler ve doğal olarak da göçmen devrimci parti ve örgütler de, sahip oldukları önyargıları bir yana bırakmalı, yerli işçi ve emekçiler ve devrimci güçlerle eşit ve kardeşçe ilişkiler içine girmelidirler. Sermayenin tek merkezli ve gerçekten birleşik sınıf mücadelesine karşı, yerli-göçmen, doğulu-batılı tüm uluslardan işçi ve emekçilerin enternasyonal düzeyde birleşik devrimci sınıf mücadelesi her zamankinden de yaşamsaldır. Dolayısıyla, tüm güç ve imkanlar bunun için seferber edilmelidir. Sınıf devrimcileri ise, bu konuda çok daha özel bir sorumluluk taşımaktadırlar.

Enternasyonal İnfo



Nükleere karşı kitlesel eylem

İsviçre’de, içerisinde sol akımların da yer aldığı onlarca kurum nükleer santrallere karşı kitlesel bir gösteri düzenledi. 22 Mayıs günü “Atoma karşı insan akımı” şiarıyla Aargau merkezli örgütlenen yürüyüş ve mitinge onbinlerce kişi katıldı. Biri Würilingen’de 10 kilometrelik, diğeri de Dötingen’de üç kilometrelik aile yürüyüşü olmak üzere iki ayrı koldan yürüyüş düzenlendi. Son 25 yılın en büyük atom karşıtı gösterisi olduğu iddia edilen eyleme gençliğin ve ailelerinin kitlesel katılımı dikkat çekti. Yabancıların son derece zayıf katıldığı eyleme İsviçreli devrimci gruplardan “Sosyalizm için Hareket”in politik müdahalesi göze çarpan bir başka olguydu.

Atom santralinin kurulduğu yere yakın bir bölgede toplanmasıyla başlayan eyleme BİR-KAR çalışanları da katılım sağladı. Eylemi örgütleyenlerin miting alanında yaptığı duyurularda yürüyüş kolların henüz alana varamadığı, yakın bölgedeki yürüyüşle birikte yüz bin kişiye ulaşacakları duyurusu yoğun bir alkışla karşılandı. Bu açıklamanın yapıldığı an alana onbinlerce insan ulaşmış bulunuyordu. Katılım örgütleyicilerin beklediği düzeyde olmasa da İsviçre gibi bir ülke için onbinlerin bir araya gelmesi önemli bir başarıdır ve büyük bir duyarlılığın göstergesidir.

Mitingden notlar...

Miting alanında, Almanya’nın Köln şehrinden gelen kitle beklenirken bir süre müzik yayını yapıldı. Selamlama konuşmasının ardından, Kölnlü genç bir çocuk doktoru konuşma yaptı. Nükleer enerjinin insana ve çevreye ve özellikle de çocuklara verdiği zararı tıbbi bakımdan ayrıntılarıyla anlatan doktor, sözlerini, “Kavga edin, izin vermeyin!” çağrısıyla bitirdi.

Bu konuşmayı, Hiroşima’nın da acısını yaşamış Japonya’da, depremde hayatını kaybeden on binlerce insanın anılarına saygıya ve acılarını paylaşmaya davet eden bir konuşma ve ardından da yapılan saygı duruşu izledi.

DGB, kiliseler, Yeşiller 90 adına konuşmaların da yapıldığı mitingde, sola ve devrimcilere sahnede bir kez daha yer verilmedi. Konuşmalarda atom santrallerinin ve silahlarının zararları çeşitli yönlerden sayıp dökülürken, bu sorunun sermaye iktidarı ve kapitalist düzenden kaynaklanan yönüne hemen hemen hiç değinilmedi. Bu konuda özellikle Yeşiller 90 ise tam bir ikiyüzlülük sergilemekte, yaptığı demagojik propagandayla, oluşan toplumsal tepkiyi seçimlerde oya dönüştürmeye çalışmaktadır.

Yeşillerin ikiyüzlülüğü, sadece, atom santrallerinin de bulunduğu bazı eyaletlerde hala hükümet ortağı olmalarından, ya da bundan önceki hükümetin koalisyon ortağı olmalarından ileri gelmiyor. Bunların riyakarlığına en iyi örnek, bir dönem dışişleri bakanlığı da yapan, 68 kuşağından olmakla övünen, bir zamanların hızlı Yeşiller’den Joschka Fischer’in şimdi RWE adlı enerji tekelinde atom enerjisi alanında danışmanlık yapmasıdır. Miting alanında verilen bu bilgi de kitleden alkış aldı.

Yerli sol parti ve gruplardan MLPD, DKP, Sol Parti belli bir ilgi gösterip, pankart ve flamalarıyla eyleme katılarak bildiri dağıtımı gerçekleştirdiler. Türkiyeli sol örgütlerin ise eyleme ilgisi ve katılımı zayıftı.

Kızıl Bayrak / İsviçre


 

 

Bretagne’da yaz etkinliği

Fransa’nın Bretagne bölgesinin Lanester kentinde Fransa Komünist Partisi’nin her yıl düzenlediği ‘Fête du Bol d’Air’ adlı bir açık hava etkinliği gerçekleştirildi. TKİP taraftarları her yıl olduğu gibi bu yıl da etkinliğe katıldı.

Etkinlikte bilgilendirme standı açarak partinin tanıtımını yapan TKİP taraftarları yiyecek ve içecek sattılar. Havanın da güzel olmasının etkisiyle katılım oldukça iyi oldu. Standı kızıl bayraklar, Che Guevara ve parti afişleriyle süsleyen TKİP taraftarları ilgi odağı oldular.

Fransa’da yeni kurulan Front de Gauche partisi de etkinlikte parti tanıtım standı açtı. Bu arada, anti-kapitalistler de TKİP’nin Fransızca bildirilerini çok beğendiklerini ve birlikte hareket etmek gerektiğini söylediler.

Michel Tonnerre adlı eski bir şarkıcı da etkinlikte sahne aldı ve kitlenin ayakta alkışladığı bir müzik ziyafeti sundu. Fransız Komünist Partisi’nin Lanester sorumlusu, kapitalizmin krizi ve yıkıcı sonuçları konusunda bir konuşma yaptı ve katılımcıları kriz ve sonuçlarına karşı mücadeleye çağırdı. 28 Mayıs günü bir basın açıklaması yapılacak ve en son zamlar protesto edilecek.

Kızıl Bayrak / Fransa-Bretagne




Gerilla katliamı protesto edildi

Almanya’nın Stuttgart kentinde 18 Mayıs günü gerçekleştirilen eylemde, Şırnak’ta HPG gerillalarının katledilmesi protesto edildi.

Mezapotamya Kültür Merkezi’nin düzenlediği basın açıklamasına BİR-KAR, AGİF ve Alınteri de destek verdi. Gerillalar için yapılan saygı duruşuyla başlayan eylemde okunan açıklamada Türk devletinin yapmış olduğu bu saldırının yaklaşan seçimlerle bağı kuruldu. Erdoğan hükümetinin son anketlere göre Doğu ve Güneydoğu’da oy kaybetmesini böyle alçakça bir saldırıyla karşıladığı, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun bağımsız adaylarının parlamentoya girmesinden korkulduğu söylendi.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR) çalışanları ise, “Kürt halkıyla dayanışmaya!” başlıklı bildirinin dağıtımını gerçekleştirdiler.

Eylemde BİR-KAR adına yapılan konuşmada yerli-göçmen, doğulu-batılı tüm uluslardan işçi, emekçi, ilerici ve devrimci güçleri, sömürgeci Türk devletinin saldırı ve katliamlarını protesto etme ve Kürt halkıyla dayanışma çağrısı yapıldı. Sık sık “Şehit Namırın!”, “Katil Türk devleti!”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma!” sloganlarının atıldığı eyleme yaklaşık 200 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Stuttgart