7 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/38

 Kızıl Bayrak'tan
Düzeni yere sermek için fiili-meşru mücadele!…
Tasfiye planını çöpe atmak için müzakere değil militan mücadele!
ABD yörüngesinde
saldırganlıkta tam yol ileri
Kirli savaşın ve düzenin aynası medya
Bataklığın ortasında çürüyecek “muhbir vatandaş” aranıyor - H. Eylül
Füze kalkanı ve mücadele üzerine görüşler
Binler füze kalkanına karşı yürüdü
Liman işçilerinden
dayanışma etkinliği
Hayatlarını ve direnişlerini
Tuzla’ya taşıdılar
Birleşik Metal’de protestolu kongre
Kartal’da kitlesel ve militan işçi eylemi
“Tek yol genel grev!”
Dünden bugüne kıdem
tazminatı hakkı
“Demokrasi” ve diktatörlük üzerine
V.İ.Lenin
Yunanistan'da işçi sınıfı kavgayı büyütüyor
Sosyal mücadele rüzgarı
Amerika’da da esiyor
Köln’de IG Metall Gençliği’nden
kitlesel eylem
6 Kasım’a devrimci hazırlık!.
AÜ’de direniş
Paralı eğitime karşı mücadele eden öğrenci velisi Arzu Yıldız Sancak ile konuştuk
Genç-Sen’e yargı darbesi protesto edildi!
Adaletin temeli nakittir
Yerel işçi bültenlerinde
birlik ve kardeşlik çağrısı!
Che kavgamızda yaşıyor!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Demokrasi” ve diktatörlük üzerine

V.İ.Lenin

Berlin’de yayınlanan Kızıl Bayrak (1) ile Viyana’da yayınlanan, Avusturya Komünist Partisi yayın organı Çağrı’nın (Weckruf), (2) Moskova’ya gelmiş bulunan bazı sayıları, bize açgözlü emperyalistlerin savaşını destekleyen sosyalizm döneklerinin, bütün o Scheidemann ve Ebert’lerin, Austerlitz ve Renner’lerin, Almanya ve Avusturya devrimci proletaryasının gerçek temsilcileri tarafından hakettikleri yanıtı aldıklarını gösteriyor. III. Enternasyonaldeki canlılık ve ilerlemelere tanıklık eden bu iki organı coşkunlukla selamlıyoruz.

Bugün, Avusturya’da olduğu gibi Almanya’da da devrimin ana sorunu, kuşkusuz şudur: Kurucu meclis mi yoksa sovyetler iktidarı mı? Batık II. Enternasyonalin bütün temsilcileri, Scheidemann’dan Kautsky’ye değin, birincinin yandaşlarıdırlar ve kendi görüşlerine, diktatörlüğe karşılık olarak, demokrasinin (hatta Kautsky “saf demokrasi”den sözetmeye değin gitmiştir) savunması adını verirler. Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky adlı, Moskova ve Petrograd’da şu son zamanlarda yayınlanmış bulunan broşürümde, Kautsky’nin görüşlerinin ayrıntılı bir tahlilini yapmıştım. Tartışılan sorunun, tüm ileri kapitalist ülkelerin gündeminde, pratik olarak daha şimdiden yeralan özünü kısaca açıklamaya çalışacağım.

Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, yığınları aldatmak ve güncel demokrasinin burjuva niteliğini onlardan gizlemek için, “saf demokrasi” ya da genel olarak “demokrasi”den sözediyorlar. Burjuvazi tüm devlet iktidar aygıtını elinde tutmaya devam etsin, bir avuç sömürücü, eski, burjuva devlet makinesini kullanmaya devam etsin! Bu koşullar içinde yapılan seçimleri, burjuvazinin, “özgür”, “eşit”, “demokratik”, “genel” olarak nitelemekten hoşlanacağı kendiliğinden anlaşılır; çünkü bu sözcükler gerçeği saklamaya, üretim araçları mülkiyeti ve siyasal iktidar sömürücülerin elinde olduğundan, sömürülenler için, yani nüfusun engin çoğunluğu için gerçek özgürlügün, gerçek eşitliğin sözkonusu edilemeyeceği olgusunu saklamaya yararlar. Güncel demokrasinin burjuva niteliğini halktan gizlemek, onu, genel olarak demokrasi ya da “saf demokrasi” olarak göstermek, burjuvazi için yararlı ve zorunludur ve, bunu yineleyerek, Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, gerçekte proletaryanın görüşünden ayrılıyor ve burjuvazi saflarına geçiyorlar.

Komünist Parti Manifestosu önsözünü son kez olarak birlikte yazdıkları zaman (1872’de), Marx ve Engels, proletaryanın, devlet makinesini (yani burjuva devlet makinesini), kendi öz erekleri yönünde kullanmak için, olduğu gibi almakla yetinemeyeceğini, ama onu kırması, parçalaması gerektiğini işçilere kesin olarak bildirmeyi gerekli görmüşlerdi. Dönek Kautsky, proletarya diktatörlüğü üzerine, işçilerden bu temel marksist doğruyu gizlediği, marksizmin özünün ta kendisini bozduğu koca bir broşür yazdı, ve Scheidemann ve hempaları tarafından bu broşürden esirgenmeyen methiyelerin, burjuvazi ajanlarından burjuvazi saflarında yeralan birine yapılmış methiyeler olarak tamamen yerinde oldukları anlaşılıyor.

İşçiler ve tüm emekçiler, yalnızca kapitalizmin ücretli köleliği yüzünden değil, ama dört yıllık bir yağma savaşı yüzünden de aç, çıplak, bitmiş tükenmiş bir durumda ve kapitalistler ile karaborsacılar da kendi çalınmış “mülkiyet”lerini ve devlet iktidarı “hazır” makinesini ellerinde tutmaya devam ederlerken saf demokrasiden, genel olarak demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten genellikten sözetmek, emekçiler ve sömürülenler ile alay etmek demektir. İşçilere; burjuva demokrasisinden, feodaliteye oranla çok büyük bir tarihsel gelişme olarak yararlanmalısınız, ama bu “demokrasi”nin burjuva niteliğini, tarihsel bakımdan göreli ve sınırlı niteliğini bir an bile unutmaktan sakının, “devlet”e karşı beslenen “boşinana dayalı güven”i paylaşmaktan, yalnızca bir krallıkta değil, ama cumhuriyetlerin en demokratik olanında bile, devletin, bir sınıfın bir başka sınıf tarafından baskı altına alınması makinesinden başka bir şey olmadığını unutmaktan sakının, diye öğreten marksizmin temel doğruları ile selamı sabahı kesmektir bu.

Burjuvazi ikiyüzlülük etmek ve gerçekte, burjuvazi diktatörlüğü, sömürücülerin emekçi yığınlar üzerinde diktatörlüğü olan (burjuva) demokratik cumhuriyete, “tüm halkın iktidarı” ya da genel olarak demokrasi, ya da saf demokrasi adını vermek zorundadır. Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, Austerlitz’ler ve Renner’ler (şimdi heyhat, Friedrich Adler tarafından yardım görüyorlar) bu yalan ve bu ikiyüzlülüğü destekliyorlar. Marksistler, komünistler ise, onları teşhir ediyor ve işçiler ile emekçi yığınlara düpedüz doğruyu söylüyorlar: Gerçekte, demokratik cumhuriyet, Kurucu meclis, genel oy, vb., burjuvazi diktatörlüğüdür, ve emeği kapitalist boyunduruktan kurtarmak için, bu diktatörlüğün yerine proletarya diktatörlüğünü geçirmekten başka hiçbir yol yoktur. İnsanlığı kapitalist boyunduruktan, burjuva demokrasisinin, zenginler için demokrasinin yalan, düzen ve ikiyüzlülüğünden kurtarmaya, ve yoksullar için demokrasiyi kurmaya, yani şimdi (en demokratik burjuva cumhuriyette bile) demokrasinin iyilikleri emekçilerin engin çoğunluğu için pratik olarak erişilmesi olanaksız şeyler olarak kaldıkları halde, bu iyilikleri pratik olarak işçi ve yoksul köylülerin yararına sunmaya yalnızca proletarya diktatörlüğü yeteneklidir.

Örneğin, toplanma ve basın özgürlüğünü alalım. Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, Austerlitz’ler ve Renner’ler, işçileri Almanya ve Avusturya’daki güncel Kurucu meclis seçimlerinin “demokratik olarak” yapıldıklarına inandırmaya çalışıyorlar. Bir yalandır bu: Kapitalistler, sömürücüler, büyük toprak sahipleri ve karaborsacılar, gerçekte, en iyi toplantı salonlarının 9/10’unu, ve kâğıt stoklarının, basımevlerinin vb. 9/10’unu ellerinde tutuyorlar. Kent işçisi, tarım ücretlisi ve kır gündelikçisi, (Friedrich Adler’in de ne yazık ki kendilerine katıldığı Kautsky’ler ve Renner’ler tarafından kurtarılmış bulunan) “çok kutsal mülkiyet hakkı” tarafından, burjuva devlet iktidar aygıtı, yani burjuva memurlar, burjuva yargıçlar vb. tarafından, gerçekte demokrasinin dışında tutulmaktadırlar. Alman “demokratik” (burjuva demokratik) cumhuriyetindeki güncel “toplanma ve basın özgürlüğü” bir yalan ve bir ikiyüzlülüktür, çünkü gerçekte zenginler için basını satınalma ve bozma özgürlüğü, zenginler için halkı burjuva gazetelerin yalanları ile zehirleme özgürlüğü, zenginler için özel köşklere, en iyi yapılara vb. “özel olarak” sahip olma özgürlüğüdür bu. Proletarya diktatörlüğü, özel köşkleri, en iyi yapıları, basımevlerini, kâğıt stoklarını, kapitalistlerin elinden, emekçiler yararına alacaktır.

Bu, “saf’, “evrensel” demokrasinin yerine, “bir tek sınıfın diktatörlüğü”nü geçirmek olacaktır, diye haykırır Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, Austerlitz’ler ve Renner’ler (yabancı meslektaşları, Gomper’ler, Henderson’lar, Renaudel’ler, Vandervelde’ler ve hempaları ile bir ağızdan).

Bu yalan, diye yanıtlayacağız biz de. Proletarya diktatörlüğünü, (burjuva demokratik cumhuriyet biçimleri altında ikiyüzlüce maskelenmiş) fiili burjuva diktatörlüğü yerine geçirmek olacaktır bu. Zenginler için demokrasi yerine, yoksullar için demokrasiyi geçirmek olacaktır bu. Azınlık için, sömürücüler için toplanma ve basın özgürlüğü yerine, nüfusun çoğunluğu için, emekçiler için toplanma ve basın özgürlüğünü geçirmek olacaktır bu. Yalan olmaktan çıkıp bir gerçek durumuna gelecek demokrasiyi, tarihsel bir ölçek üzerinde, olağanüstü bir biçimde genişletmek olacaktır, insanlığı, hatta en “demokratik” ve en cumhuriyetçi, her burjuva demokrasiyi bozan ve güdükleştiren sermaye zincirlerinden kurtarmak olacaktır bu. Burjuva devlet yerine, genel olarak devletin gitgide yokolmasına götüren tek yol olan proleter devletin geçmesi olacaktır bu.

Ama neden bu ereğe bir tek sınıfın diktatörlüğü olmadan erişilmesin? Neden “saf” demokrasiye doğrudan doğruya geçilmesin? diye soranlar, burjuvazinin ikiyüzlü dostları ya da burjuvazi tarafından aldatılmış saf küçük-burjuva ve hamkafalardır.

Yanıt veriyoruz: Çünkü her kapitalist toplumda, kesin rol ya burjuvaziye, ya da proletaryaya düşer, oysa küçük patronlar, “saf’, yani sınıfların üstünde ya da sınıfların dışındaki demokrasi biçimindeki alıkça düşleri ile, ister istemez duraksama ve güçsüzlük içinde kalakalırlar. Çünkü bir sınıfın bir başka sınıfı ezdiği bir toplumdan kurtulmayı, yalnızca ezilen sınıfın diktatörlüğü sağlar. Çünkü, kapitalizm tarafından biraraya getirilmiş ve “eğitilmiş”, ve küçük-burjuvalar olarak yaşayan kararsız emekçiler yığınını ardından sürüklemeye ya da hiç olmazsa “etkisizleştirme”ye yetenekli tek sınıf olduğuna göre, yalnızca proletarya burjuvaziyi yenmeye, devirmeye yeteneklidir. Çünkü sömürücülerin direncini bastırmak için uzun ve güç bir çaba göstermeksizin sermaye boyunduruğunu alaşağı etme düşünü, işçileri ve kendi kendilerini aldatarak, yalnızca iyilik taslayan küçük-burjuva ve hamkafalar görebilirler. Almanya ve Avusturya’da, sömürücülerin bu direnci henüz açık biçimler almadı, çünkü mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi bu ülkelerde henüz başlamadı. Ama başladığı zaman, zorlu, öfkeli bir direnç ile karşılaşacak. Bunu işçilerden ve kendilerinden saklamakla, Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, Austerlitz’ler ve Renner’ler, proletarya çıkarlarına ihanet ediyor, proletaryayı burjuvazi ile uzlaşma konumuna getirmek için, bir “toplumsal barış”, sömürülenlerin sömürücüler ile uzlaşması için, en kararlaştırıcı anda, sınıf savaşımı ve burjuva boyunduruğunu yıkma konumlarını yüzüstü bırakıyorlar.

“Devrimler, tarihin lokomotifleridir”, diyordu Marx. (3) Devrimler, çabuk öğretir. Almanya ve Avusturya’daki kent işçileri, tarımsal kır ücretlileri, sosyalizme karşı Scheidemann’lar ve Kautsky’ler, Austerlitz’ler ve Renner’ler tarafından yapılan ihaneti anlamakta gecikmeyecekler. Proletarya, Rusya’da aynı küçük-burjuva ve hamkafaları, menşevikleri ve sosyalist-devrimcileri içinden atmış bulunduğu gibi, bu, söze gelince sosyalist, gerçekte ise sosyalizm dönekleri “sosyal-hain”leri kendinden uzağa atacak. Proletarya, sosyalizm yolunu açmanın tek çaresinin isterse burjuva cumhuriyetlerin en demokratiği olsun, burjuva devlet yerine, (Marx’ın o kadar sözünü ettiği, Scheidemann’lar ve Kautsky’ler tarafından tahrif edilmiş ve ihanet edilmiş bulunan) Paris Komünü ya da Sovyetler tipinde bir devleti geçirmek olduğunu -sözü geçen “önderler”in egemenliği ne kadar tam olursa o kadar çabuk- görecek. İnsanlığı kapitalist boyunduruk ve savaşlardan, proletarya diktatörlüğü kurtaracak.

Moskova, 23 Aralık 1918
Pravda, n° 2, 3 Ocak 1919
İmza: N. Lenin


(1) Kızıl Bayrak (“Die Rote Fahne”), K. Liebknecht ve R. Luxemburg tarafından, “Spartacus” birliğinin merkez organı olarak kurulmuş bulunan günlük gazete; daha sonra, Alman Komünist Partisi merkez yayın organı. 9 Kasım 1918’den sonra, Berlin’de yayınlandı; Scheidemann-Noske hükümeti tarafından birçok kez kovuşturuldu ve yasaklandı. 1933’te Hitler tarafından yasaklandı, ama yasadışı olarak yayınlanmaya devam etti. 1935’te, yayınlanması Prag’a aktarıldı; 1936 Ekiminden 1939 güzüne değin, Die Rote Fahne, Brüksel’de yayınlandı.

(2) Çağrı (“Der Veckruf’), Avusturya Komünist Partisi merkez organı; 1918 Kasımı’ndan 11 Ocak 1919’a, değin Viyana’da yayınlandı

(3) Bkz: Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, Sol Yayınları, Ankara 1988, s. 142.

(Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sol Yayınları)

 

 

 

Faşist gösteriye tepki

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde artan ırkçı faşist gösteriler, Hollanda'da da kendini gösteriyor. Özellikle 2008'in son aylarında etkilerini gösteren krizle birlikte bu akımlar daha da yüksek sesle ırkçı söylemlerini dile getirmeye başladılar. Burjuvazinin yedek lastiği görevini gören bu güruhlar, krizin nedenini örtbas etmek için, yaşanan bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak yabancıları gösteriyorlar. Oysa ki; bu güruhların yaşam biçimlerinden tutun da kılık kıyafetine kadar ahlaki değerlerindeki çürüme kendini açıkça gösteriyor.

Günlük yaşamdaki her olumsuzluğun kaynağını kendisinden olmayan ötekilere yükleyip bunun üzerinden politika yapan gerici faşist partiler son yıllarda Avrupa'nın birçok ülkesinde ciddi oy desteği alarak ve bu desteğe dayanarak cesaretlenip sokak gösterilerine başvurabiliyorlar.

Truva atı değişti...

Hollanda'da özellikle son yıllarda ırkçı faşist partiler gittikçe güçlendiler. Faşist Pim Fortuyn'in bir Hollandalı tarafından 6 Mayıs 2002'de öldürülmesinin ardından, Hollanda burjuvazisi ölen ırkçı-faşist liderin ölüsünden de yararlanarak, ülkede can güvenliği sorununun endişe verici boyutlara ulaştığını propaganda etti. Gerici yasalar eşliğinde yeni aktörler sahneye sürdüler. Son birkaç yıldır da Geert Wilders, Pim Fortuyn'in yerini almaya başladı. İslam ve yabancı düşmanlığı üzerinden prim yapmaya çalışan bu nazi kafalı budala, son seçimlerde oylarını yükselterek belli bir güce ulaştı. Ülkenin iki büyük kentinde birinci parti ve birçok ilçe ve kasabada da ya birinci parti seçildi ya da oylarını arttırdı. Ülke politikasına müdahale edebilecek güce ulaştı. Mevcut azınlık hükümetine dışardan destek vererek politikalarını sürdüren bu faşist parti, başta işçi sınıfına olmak üzere kazanılmış birçok ekonomik, sosyal ve politik hakka saldırarak kısıtlamalar getiriyor. Yeni gerici yasalar yürülüğe konuluyor. Azınlık koalisyon hükümetine şantajlar yaparak Hollanda burjuvazisinin birçok politikasını hayata geçiriyor. Saldırı bütün toplumu ve özelde ise işçi sınıfının gücünü bölmek, ve kazanılmış haklarını elinden almaktır.

Sokak eylemlerine geçiş…

Geert Wilders seçimlerin hemen ardından başarı gösterdikleri il ve beldeleri bizzat gidip ziyaret ediyor. Ardından toplama dalzak kafalı güruhlarını sokağa salarak gösteri ve yürüyüşler planlanıyor. Ne var ki gösteri yaptığı bütün illerdeki tablo, şimdilik oy tabanını sokağa çıkaramadığını gösteriyor. Bir süre önce Hollanda'nın Helmond kentinde gösteri yapma izni alan ırkçı-faşist çete 1 Ekim günü saat 13.00 'te Helmond'in Brouwhuis semtinin tren istasyonunda yürüyüş yapmak için toplandı. Bu gösteriye karşı Savaş Karşıtı Komite ve AFA (Anti-faşist Actie ) “yürütmeyecegiz!” şiarı ile karşı çağrı yaparak bir eylem düzenledi. Yürüyüş anında eylem yerini dört koldan sardılar. Helmond bütün giriş ve çıkışları ile polis ablukasına alınmıştı. Havada helikopter ve karada zırhlı polis araçlarıyla yüzlerce polis seferber edilmişti.

Trenle Brouwhuis istasyonuna gelen ırkçı faşist güruh polis kontrolünde trenden indirildi. Ve izin aldıkları yürüyüş güzargahında yürüyüşe geçti. Yüzlerce polis, robokop, atlı, motorsikletli, zırhlı araçlar ve helikopter korumasında 23 kişilik dalzak gurubu yürüyüşe geçti. Başta semt sakinleri olmak üzere çeşitli yerlerden gelen ve sayısı binleri bulan kitle karşı protestoya geçti. Polis protestocu kitleyi yaklaştırmamasına rağmen, kitle faşist göstericilere saldırmak için polis kordonunu yarmaya çalıştı. Her defasında polisin acımasız saldırısına uğradı. Birçok kez arbede yaşandı. Faşist gösteriye tepki gösteren 9 kişi gözaltına alındı. Anti-faşistleri kontrol etmekte zonlanan polis, 5 saat gösteri yapma izni alan ırkçı faşist çeteyi daha süreleri dolmadan geri gönderdi.

Kapitalizmde yasalar, burjuvazi ve beslemeleri içindir…

Hollanda burjuvazisi, sözkonusu devrimciler, işçiler, emekçiler, sendikalar ve savaş karşıtları olduğunda eylem ve gösterileri engellemek için anayasanın bütün gerici maddelerini seferber eder. Irkçı-faşist çetelere ise polis koruması dahil sınırsız imkan sağlar.

1- Hollanda'da gösteri ve yürüyüş izni için başvuru yapıldığında megafon kullanmak için en az 50 kişi olunması gerek. Ne var ki, ırkçı-faşist çete 23 kişiydi. Eylem süresince megafonla konuşma ve propaganda olanağı sağlandı.

2- Birileri eylem ve gösteri yapıyorsa karşıt tarafın da gösteri yapma hakkı vardır. Ama bu engellenmiştir.

3- Hollanda'da bir başkasına karşı ırkçı ve ayrımcılığı ifade edecek eylem, davranış ve söz suçtur ve cezai yaptırım gerektirir. Irkçı-faşist çetenin www.youtube.com/watch linkinden de takip edebileceğiniz konuşmasına bakılırsa, baştan sona suç işlenmektedir.

4- Semt sakinlerinin kendi semtinde böyle bir ırkçı gösteriye tepki göstermesi üzerine polis tarafından aşırı güç kullanması da diğer örneklerle beraber, bu devletin söz konusu faşist beslemeleri olduğunda yasalarını nasıl da hiçe saydığını bir kez daha gösterdi.

Önemli dersler ve görevler...

Savaş karşıtı komite ve AFA, organize ettiği eylemde kitleyi başarılı bir biçimde organize edemedi. Kitle tepkisi gerçek anlamda ırkçılığı teşhir edecek politik bir tepki değildi. Genel anlamda binlerce kişinin dört koldan tren istasyonunu sarmaları ve semt sakinlerinin tepkisi olumlu ve başarılıydı. Ama politik içerik olarak zayıftı. Sol örgüt ve kurumların eylemde öne çıkmamaları ve önderlik boşluğunu doldurmamaları büyük bir zayıflıktır. Bu konuda BİR-KAR (İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu) olarak biz de bu başarısızlığın bir parçasıyız. Bu eylem bizim için çıkarılması gereken derslerle doludur.

Önümüzdeki süreçte başta ilerici ve devrimci kurumlar, anti-faşist parti, örgüt, kurum ve kişileri sınıfa ve emekçilere dönük bu türden saldırıları püskürtmede büyük sorumluluklar bekliyor.

BİR-KAR / Hollanda