25 Mayıs 2012
Sayı: SYKB 2012/21

 Kızıl Bayrak'tan
G-8 ve NATO zirveleri
Sermaye düzeni Roboski katliamını
açıkça sahiplendi!..
HDK Genel Kurulu’nun
gösterdikleri
42. TMMOB Genel Kurulu’na doğru
Metin Lokumcu’nun katillerinden hesap sormak için mücadeleye!.
BDSP’den TOGO işçilerine ziyaret
CEHA işçileri: Üretimden gelen gücümüzü kullanmalıyız!..
Avrupa Serbest Bölgesi’nde ilk grev, ilk kazanım
Soda Sanayi’de 530 işçi grevde
“Sokakları kazanmak lazım!”
Emekçiler grev alanlarında
birleşti!
Kamu emekçileri sefalet dayatmasına grevle yanıt verdi
“Mücadelemiz sürecek!”
Fransa’da “sosyalist” François Hollande dönemi
Uluslararası Otomobil İşçileri toplantısı Münih’te yapıldı
“Opel Bochum’dur, Bochum kapatılamaz!’
“21. yüzyılda devrimin güncelliği”
Öğrenciler Şili’yi salladı!
Yaz dönemi üzerine
ÇOMÜ’de muhbirlik dayatması
BDSP Mayıs şehitlerini andı
Mayıs şehitleri anmaları
Psem Yipe Nap
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

42. TMMOB Genel Kurulu’na doğru

TMMOB’de Genel Kurul yaklaşıyor. 31 Mayıs-3 Haziran 2012 tarihlerinde Ankara Kocatepe Kültür Merkezi`nde toplanacak olan TMMOB 42. Genel Kurulu, oldukça zorlu bir süreç öncesinde örgütün rotasını belirleyecek. Mevcut durum ve tecrübeler ne yazık ki bu rotanın geçmişin çok da ötesine geçemeyeceğini hatta geriye doğru bir gidişin ufukta olduğunu gösteriyor.

Örgütün ve toplumsal muhalefetin tablosu ortadayken halihazırda birkaç oda dışında aykırı bir sesin çıkmayacağı hâkim anlayışın sorunsuz bir genel kurul yaşayacağını önceden söyleyebiliriz. Zaten yaşanan “kurultaylar parodisi” ve büyük oda genel kurulları da genel kurulun oda beyleri ve onların asker delegelerinin “eş-dost” ziyareti tadında geçeceğini daha önceden kurgunun bu olduğunu göstermişti. TMMOB bürokrasisinin alınacak kararları, verilecek önergeleri, kürsü kullanımını hatta sonuç bildirgesi gibi genel kurulun tüm sonuçlarını çoktan ipotek altına aldığı delege listelerine bakılarak okunabilir. Ancak örgütün en yüksek organı konumunda olacak genel kurulu yok saymak ve toptan reddetmenin oda beylerine güç katmaktan öte bir anlamı olmayacaktır.

Defalarca yazıp çizdiğimiz ve TMMOB’yi politik planda uçurumun kenarına getiren olguları detaylandırmaya gerek olmasa da üzerinden bir kez daha geçmek faydalı olacaktır: “TMMOB her ne kadar muhalefetin önemli bir adresi konumunda olsa da bundan sonra sermaye karşısında kendi konumunu net bir şekilde savunmayan tüm örgütlenmeler gibi savrulmaya mahkûmdur. Hâlihazırdaki heterojen yapısıyla bir meslek örgütü olan TMMOB açısından durum daha hassas olarak tarif edilebilir. Dönem daha mücadeleci ve dirayetli olanın ayakta kalacağı çetin bir dönemdir. Ancak daha odaların seçim süreçlerinde ilkeleri koltuğa feda edenlerin oluşturacağı yönetimlerin gelecek için çok da iyi sinyaller verdiğini söylemek mümkün değildir. Birçok önemli şubede kıran kırana geçen liste pazarlıkları bize bürokratik zihniyetin devam edeceğini haber vermektedir. Odayı değiştirmek adına ince manevralarla yönetici adayı olanlar, odayı üyeyle birlikte değil üye adına yönetmek üzere yola çıktığını kabul etmektedir. Oysa asıl değişmesi gereken bu anlayıştır.

Açıktır ki TMMOB bir meslek örgütüdür. Buna uygun olarak farklı yaklaşımlar ve sınıfsal eğilimler yönetime talip olabilir. Bu çok da yadırganacak bir durum değildir ancak oda içerisindeki sol güçlerin hiçbir ilkeyi tartışmaya açmadan pazarlıklara girmesi kabul edilemez bir durumdur. Bunun somut kanıtı oda seçimlerinde listelerin çalışma programlarından önce belirlenmesidir. Liste pazarlıkları sırasında geçerli olan birçok değişken ve parametre içinde çalışma programı yoktur. Seçim çalışması da genel olarak siyasal yönelimlere değil isimlere oy verilmesi üzerinden biçimlenmektedir. Ancak bizim ve mücadelenin geleceği açısından ortaya çıkan adayların hangi temel ilkeler üzerinden yönetime talip olduğudur.” (Seçimlerde patronlara oy yok! - TMMŞP Ocak 2010)

Bizim bu satırları yazmamızın üzerinden 2 yıldan daha uzun bir zaman geçmiş olsa da yazılanların hepsi bu­gün de güncelliğini korumaktadır. Hatta sorun daha da büyümüştür. TMMOB iktidarın ve ona vokal yapan büyük bir koronun saldırısı altındayken örgütün bürokrasisi sorunları “uzlaşma” yoluyla çözmeye gitmekte, mücadelenin tüm yollarından kendi kaçtığı gibi başkasının da girmemesi için barikatlar kurmaktadır. Birliğe bağlı odaların ticari faaliyetleri büyük oda/küçük oda ayrımını mali temelde büyütmüş, bir dizi şubeyi kelimenin tam anlamıyla dükkâna dönüştürmüştür. Bu durum da beklendiği gibi paranın girdiği her yerde olduğu üzere oldukça kirli ve en net ifadeyle utanılacak durumlar ortaya çıkartmaktadır. Örgüt içindeki sol güçlerin büyük bir çoğunluğu açısından durum daha da vahim bir hal almıştır. Tek bir koltuk veya en azından bir delegelik diye bürokratların ağzının içine bakanlar bir yandan “oda beyliğinin” elini güçlendirirken, öte yandan kendi politik eksenlerine ve temsil ettiklerini iddia ettikleri geleneklerine büyük zararlar vermekte ve bu durum örgüt içindeki tüm samimi demokrat ve devrimcileri rahatsız etmektedir. Ancak yine de madalyonun öbür yüzünde ufku oda içine hapsolmuş bile olsa geniş ve büyük oranda bağımsız bir muhalefet oluşmaktadır. Ek olarak, belli bir çizgiyi ve solun temel değerlerini korumaya çalışan politik özneler açısından da bir dizi somut kazanım da sözkonusudur. Aykırı sesler yükseliyor olsa da bürokrasi makinesi tıkır tıkır çalışmaya yakıt olarak TMMOB’yi daha doğrusu onun birikimini kullanmaya devam etmektedir. Oda beyleri örgütü yönetirken; KHK’yı Anayasa Mahkemesi’ne, çevre mücadelesini ve kent sorunlarını Danıştay’a, politik gündemleri yazılı basın açıklamalarına, mesleki başlıkları yetkin mühendisliğe, oda içi demokrasiyi yalan, demagoji ve geçmişin güzel anılarına olmadı hotzot siyasetine, muhalifleri ve çalışanlarını çevik kuvvete ve örgütlenmeyi de SMS mesajlarına havale ederek örgütün tüm mücadele gücünü de felç etmektedir. Cansel Malatyalı olayında da görüldüğü üzere yıllarca kendini emek mücadelesi içinde tanımlanmış bir örgütün çalışanının işten atılması ayıbı bir kenara kapısında direniş çadırının kurulduğuna ve pankartlar asıldığına şahit oluyoruz. Çürümenin özü-özeti aslında. Bu durumdan zerre utanmayan ve sıkıntı duymayanların şahsında net bir şekilde gözükmektedir.

Tablo böyleyken ve genel kurul kurgulanmış (doğaçlama bile değil!) bir tiyatro sahnesine dönüşmüşken 31 Mayıs-3 Haziran günleri anlamsız gelebilir. Ancak bu kürsünün esas sahipleriyle buluşmasını sağlamak böylesi bir yaklaşımla olamaz. Genel kurula az bir zaman kalmış da olsa hala yapılabilecek şeyler bulunmaktadır. Oda beylerini kendi sahalarında teşhir etmek için tüm olanakları seferber etmek, örgüt içindeki tüm ilerici güçlerin boynunun borcudur. Çokça tekrar ettiğimiz gibi bu bir tercih değil zorunluluktur. Mücadele geçmişiyle dünya üzerindeki tek emekten yana “mühendis, mimar ve şehir plancı” örgütü konumundaki TMMOB’yi göz göre göre kaybetmek bu ülkenin devrimci, demokrat ve ilerici güçlerinin açıklayamayacağı bir yıkım olacaktır. TMMOB’nin geleneği onun fiziki varlığından öte anlamlar taşıdığı için bu kayıp “odaların elden gitmesinden” öte önemli bir mücadele dinamiğinin toparlanmasını imkânsız hale getirecek bir darbe alması olarak kabul etmek gerekiyor. Zira defalarca söylediğimiz gibi ücretli ve işsiz teknik elemanlar kategorik olarak işçi sınıfının bir bileşenidir.

Ara bir başlık olarak hâkim anlayışın hem muhaliflerine dönük düşmanca tutumunu hem de yaşanan saldırılar karşısında nasıl kendi kabuğuna doğru çekildiğini göstermek açısından önemli bir gösterge olarak tutuklu üye ve öğrenci üyelerine karşı tutumunu da değinmek gerekiyor.

Son olarak +İvme Dergisi yayın kurulu üyesi ve inşaat mühendisi Barış Önal, +İvme Dergisi Ankara Bürosu’nun bulunduğu sokaktan gözaltına alınarak tutuklanması karşısında en ufak bir tepki göstermemiştir. Daha önce de benzer şekilde tutuklanan üyelerini görmezden gelenler bir kez daha sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Mevcut durum iki yönlü olarak hâkim anlayışı ele vermektedir. Kendisine muhalif olanların üzerine polisi saldırtmakta dahi sakınca görmeyenler politik nedenlerle tutsak edilmiş bir üyesini de “muhaliflik” süzgecinden geçirmekte kendi konumunu buna göre almaktadır. Düşmanının -ki kendinden olmayanı düşman görmek TMMOB içinde çokça görülmektedir- düşmanını dost sayan bu anlayış, bu yolda polis şemsiyesi altına girmekte bile beis görmezken işin diğer ucunda siyasal kaçaklıkları durmaktadır. Sonuç bildirgelerinde esip gürleyenlerin iş ciddiye bindiğinde gösterdikleri kaypaklık onların koltuk sevdalarının bedeli olmasının yanısıra burjuvazinin en temel davranış biçiminin bünyeye ne denli sirayet ettiğini açıkça göstermektedir. Tüm devrimci güçlerin üzerine acımasızca saldıranlar herkesi pazarlık ettikleri, sindirdikleri TMMOB bürokratları sanmasınlar, onurlu teknik elemanlar bu saldırıları çok iyi bilmekte, tanımaktadır. Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları olarak da bizler de TMMOB’nin bu sessizliğini kabul edilemez bulduğumuzu ve Barış Önal şahsında tüm tutsakları bir kez daha selamladığımızı belirtmek isteriz.

TMMOB Genel Kurulu yaklaşırken tüm samimi ilerici delegelere çağrımız, işçi sınıfının yüzyılları aşan çağrısını yinelemek olacaktır. Ve bir kez daha söylemek ve uzunca bir alıntı yapmak pahasına geçtiğimiz seçimlerde paylaştığımız temel ilkeleri tekrar ediyoruz:

* Artan işsizlik ve çalışma yaşamındaki sorunlar ana sorundur. Yürütülen çalışmaların ana eksenini de bu gerçek oluşturmalıdır. Ücretli çalışan ve işsiz üyeler örgütümüzün tüm faaliyetlerinin odağı olmak zorundadır. Örgütümüzde son dönemde görülen, yüzünü sermayeye dönen anlayışla mücadele edilmelidir.

* Kapitalizmin azgın sömürüsüne karşı birleşik mücadele hattı hayati bir önemdedir.

* Türkiye’de artan baskı koşulları bugün tüm muhalefeti hedef almaktadır. TMMOB devletin açık hedefi konumuna gelirken ülke genelinde de devrimciler sokak ortasında infaz edilmekte, hak arayanlara azgınca saldırılmakta, çıkartılan yasalar ve yönetmeliklerle örgütlenmenin önüne türlü setler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bugün sınıflar mücadelesinin önüne örülen duvarları yıkmak muhalefetin önündeki en önemli görevdir. TMMOB’nin de bu görevde üzerine düşeni yapması onun muhalif kimliğini sürdürmesi açısından vazgeçilmezdir.

* Örgüt içi demokrasi TMMOB’nin geleneğine ve ülkemizde yaratılan devrimci değerlere yakışacak bir biçimde yeniden ele alınmalıdır. Örgütte oluşan merkeziyetçi bürokratik yapı yerine tabana inen, üyesine söz vermeyi bir lütuf değil bir hak olarak gören bir yapı oluşmalıdır.

* Anti-faşizm ve anti-emperyalizm TMMOB’nin bugüne kadar taşıdığı en temel gelenekleridir. Bunlara sahip çıkmak için artık söz yetmemektir. Bu yönde harekete geçilmelidir.

* Mesleğimizi kastlaşmaya götürecek, yetkin mühendislik, belgelendirme ve onun tüm neoliberal türevleri reddedilmelidir ve bunlara karşı etkin bir şekilde mücadele edilmelidir.

* TMMOB’nin siyasal konumunun ötesinde anayasa ile tarif edilmiş kamusal görevleri de bulunmaktadır. Zaten örgütümüzü devletin hedefi haline getiren de bu görevler olmaktadır. Bu noktada geri adımlar kabul edilemez. Tersine daha etkin bir şekilde mesleklerimizin temel kuralları etrafında tüm mücadele biçimlerini içeren bir şekilde sürdürülmelidir.

* “Gençlik gelecektir!” örgütümüzün temel şiarlarından biri olarak dillendirilse de bunun gerekleri yerine getirilmemektedir. Bu yaklaşım aşılarak öğrenci örgütlülüklerine bakış yeniden ele alınmalı, öğrenci örgütleri örgütümüzün bileşeni olarak kabul edilmelidir.

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları olarak, tüm emekçi mühendis, mimar ve şehir plancılarına ve ilerici güçlere çağrımızdır:

* Hiçbir patron yönetici adayına oy vermeyelim. TMMOB bir sınıf örgütü olmayabilir ancak bu bizim sınıfsal tutum almamıza engel değildir. Eğer ki bu örgütün ezici çoğunluğu bizsek yönetimlerden bizi sömüren sınıfın temsilcilerini kazımak zorundayız.

* “Gericiler gelecek” tehditleri ile korkutulan demokrat unsurlar tarafından çağımızın en gerici unsurunun burjuvazi ve onun kokuşmuş düzeni olduğu iyice anlaşılmalıdır. Yaşadığımız tüm sorunların arkasında yatan bu düzen ve onun temsilcileri vardır. Burada bir orta nokta yoktur her türlü liberal unsur bizim sınıfsal düşmanımızdır.

* TMMOB bünyesinde “yetkin mühendislik” konusunda net bir tutum bildirmemek artık bir alışkanlık haline gelmiş durumdadır. Yetkin mühendislik ve onun her türlü türevi kapitalizmin yeni bir sömürü kapısıdır. Bu sömürünün karşısında tutum almayan herkes sermayenin safında yer almaktadır. Bu anlayışa oy verilmemelidir.

* Kürt halkına ve onun mücadelesine kin kusan sol maskeli şovenistlere oy vermeyelim. Halkların kardeşliği mücadelesi için ellerimizi birleştirelim.” (Seçimlerde patronlara oy yok! -TMMŞP Ocak 2010)

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları


 

 

“Savunmaya özgürlük!”

16 Mayıs 2012 tarihinde “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” tamamı avukatlardan oluşan altı AKP’li milletvekili tarafından Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 188. maddesinin birinci fıkrasında değişiklik yapılmak üzere Adalet Komisyonuna sunulmuştur. Kanunun 5. maddesi şöyledir:

Ancak cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının zorunlu müdafinin de hazır bulunduğu duruşmada açıklanmış olması veya mütalaanın zorunlu müdafiye yazılı olarak tebliğ edilmiş olması durumlarında, çocuklar hakkında görevlendirilmiş olanlar hariç olmak üzere hukuken kabul edilebilir bir mazereti olmayan zorunlu müdafinin yokluğunda da karar verilebilir.

Bu kanun teklifiyle AKP’nin başat hedefi ceza yargılamasının kurucu ayağı olan “savunma”yı tamamen yargılamanın dışına itmek ve savunma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Ancak, savunma hakkını katletme operasyonu bu kanun teklifi ile başlamamıştır. Önce mesleki faaliyetleri ve müvekkilleri nedeniyle Kasım ayında 41 avukat tutuklanmış ve bu avukatların evleri, büroları gece yarısı basılarak dava dosyalarına, bilgisayarlarına el konulmuş ve “müvekkil” ve “iş” seçme özgürlüğümüzün olmadığı bu tutuklama terörüyle bizlere hatırlatılmıştı.

30 Aralık 2011 tarihinde kanunlaşan ve savunmaya yapılan bir diğer saldırı ise hükümlüler ile avukat görüşlerinin İnfaz Hâkimliğince altı aya kadar yasaklanabilmesi ve avukatın müvekkiline getirmiş olduğu -ve başkaları tarafından okunması kesinlikle yasak olan- belgelerin okunmasıydı. Bu kanunla birlikte, hapishane idareleri tamamen keyfi tutumlarla hükümlüleri ve avukatlarını bu kanunu kullanarak cezalandırmaya başlamış hatta avukat görüş odalarına kamera takacak kadar pervasızlaşmışlardır.

Kanun teklifi ile birlikte savunmaya yapılan bu üçüncü saldırı, bu hakkı yok etmekten başka bir şey değildir. AKP hükümeti evrensel hukukun temel prensiplerini ve Anayasanın 36 maddesiyle güvence altına alınan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarınca tanınması zorunlu olan bu hakkın katlinin vacip olduğuna karar vermiş ve düğmeye basmıştır.

Silahların eşitliği ilkesi gereğince iddianameyi hazırlayan, kişinin yargılanmasını sağlayan ve yargılama sonunda mütalaasıyla cezalandırılmasını isteyen “sav”a karşı, sanığa da “savunma hakkı” tanınmıştır. Bu aynı zamanda adil yargılanma ilkesinin bir gereğidir.

Bu teklif kanunlaştığında ceza yargılamasında savcı mütalaasını verir vermez mahkeme derhal ceza tesis etme yoluna giderek “son savunma” hakkını gasp edecektir. Böylece sanığın avukatla temsil edilmesi fiilen ortadan kalkacak ve faşist yargılama usulleri ceza yargılamasında bir virüs gibi yaygınlaşacak ve artık işlevini yitirmiş savunmaya ihtiyaç kalmayacaktır. Kısıtlılık kararlarıyla dava dosyalarında hükümranlıklarını ilan eden savcılardan sonra, bu tasarı kanunlaşırsa hâkimler de deyim yerindeyse kendileri çalıp kendileri söyleyecek ve halkın üzerine âdeta ceza yağdıracaklardır. Bugün çarptırılan delillerle, kolluk tarafından hazırlanan bilgi notlarıyla ceza verenler, yarın sanığın ifadesine dahi gerek duymadan, savunmasını almadan ve müdafinin savunma yapmasını beklemeden hüküm tesis edeceklerdir.

Unutulmamalıdır ki “savunma” insanın insan olmasından kaynaklanan ve insanlık tarihi kadar eski bir temel hakkıdır. Savunma hava gibi su gibidir. Varsa, varlığı hissedilmez ama eğer yoksa insanlık nefes alamaz, vücut bulamaz hale gelir. Bu nedenle sıranın bize geleceği günü beklemeden bu büyük saldırıyı bloke etmek ve tarihin çöplüğüne göndermek zorundayız.

Av. Zeycan Balcı Şimşek