8 Mart 2013
Sayı: KB 2013/10

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı tutanaklarının yankıları üzerine
Suriye’de yıkıcı savaş tırmandırılıyor!
Gazi ve Ümraniye katliamı!
Polis yeni terör araçlarıyla donatılıyor
Karadağ cinayet davası çürümüş burjuva hukukun aynasıdır!
Türkiye’nin ilk 100 zengin patronu açıklandı
SGBP mücadele için neyi bekliyor!
4+4+4 saldırısı AKP’yi kesmedi
Ağzınızın tadını bozmaya, huzurunuzu kaçırmaya kararlıyız!
MİB MYK Mart Ayı Toplantısı

Kürt Sorunu Üzerine
Konferanslar... / 1
Devletin Kürt açılımı - H. Fırat

Güç Birliği Platformu
Alman emperyalizminden özgürlük ve demokrasi dileniyor! - K. Ali
İşçi bir kadının “Merkel’e açık mektup”a itirazı var - Z. Rençber
Hugo Chavez deneyimi
Hugo Chavez: Sosyalizm kavgasında yaşamaya devam edecek!
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri... / 4 Kadınların örgütlenme ve
mücadele sorunu!
Emeğin ve emekçinin dostu, sınıf mücadelesinde ortaya çıkar!
“Beyazıt Meydanı’ndaki ölü”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İmralı tutanaklarının yankıları üzerine...

AKP’nin tasfiyeci oyununu
işçi ve emekçiler ile Kürt halkı bozabilir!

 

Tutanaklarının sızdırılması, “İmralı görüşmeleri” sürecinin gerçekte ne olup olmadığına yeni bir ayna tuttu. Toplumun farklı kesimleri esasta tutanakların içeriği ile ilgiliyken, AKP ile BDP daha çok “sızdırma” sorunu etrafında dönüp durdular. İşin ilginç tarafı sürecin şeffaf olmasını bir zorunluluk, hatta ciddiyet ve samimiyetin bir göstergesi sayan Kürt hareketinin “gizlilik” hassasiyetinde AKP ile yarışır konumda olmasıydı. Daha baştan bir kez daha soralım, madem ciddi ve tarihsel bir süreç işliyor, bu sürecin en temel muhatabının görüşlerinin işçi ve emekçiler tarafından öğrenilmesinden neden bu kadar huzursuzluk çıkıyor? Diğer yandan acaba “mektuplar”daki görüşler ne zamana kadar gizlenecek veya işçiler, emekçiler, Kürt halkı ne alınıp verildiğini yine “sızdırmalar” sonucu mu öğrenecek soruları da yanıt bekliyor. Hem şeffaflık, hem de halkın sürece dahil edilmesi konusundaki söylemin gerçekliği ya da sahteliği bir de buradan sınanacaktır.

Tutanaklardan yansıyanlar

Aslında tutanakların yarattığı yankılar bile her bakımdan çok şey anlatıyor. Tutanakların yayınlanmasının başlangıcında karşılıklı suçlama yoluna gidenler, günler geçtikçe “sabotajlara” rağmen yol yürüme kararlılığında ortaklaştılar. Böylece kimlerin, hangi niyetle sızdırdıkları, gölgeye çekilen tali bir soruna dönüştü. Yine başlangıçta tutanakların gerçeği yansıtmadığı açıklamaları yapılmıştı iki taraftan. Fakat hemen ertesi günlerde tutanakları görmüş olan milletvekillerinin açıklamaları bu konudaki ihtiyati kayıtları da gereksizleştirdi. Ayrıca Oslo dönemindeki sızdırmanın deneyimi de orta yerde durmaktaydı. Neticede her şeyden daha önemli olanı, bu sızdırmanın ne tür sonuçlar yarattığıydı.

Sonuçlar üzerinden bakıldığında, bunun kamuoyunu hazırlamayı hedefleyen bilinçli bir olay olduğu, hatta toplumsal rıza imalatının bizzat bu tür yöntemlerle yapıldığı iddiaları destekleniyor. Zira tutanaklar AKP’nin toplumun önemli bir kesiminde sürece dair yarattığı ciddiyet yanılsamasına yeni dayanaklar sunuyor. Zaten AKP de bunun farkında olduğunu açıkça gösterdi. Yetkili isimler aracılığıyla tutanakları “yok hükmünde” sayacağını ilan etti. Dahası Kürt hareketine yönelik dokundurmalarını sürdürse de esasta tasfiyeci sürece dair beklentileri pekiştirecek “sabotaj” argümanı üzerinde durdu. Devamı da buna göre şekillendi. AKP şefi, olayı basına verip veriştirmenin ve “çözüm sürecine” dair kararlığını tekrar tekrar vurgulu cümlelerle beyan etmenin imkanına dönüştürdü. Böylece, atılan taşla yine birkaç kuş vurulmuş oldu. Tutanaklar sayesinde hem sürece dair potansiyel tepkileri ehlileştirecek bir zemin yaratıldı, hem inisiyatifin kimde olduğu gösterildi, hem de “çözüm sürecine” dair beklentileri ve samimiyet-ciddiyet algısını pekiştirme fırsatı bulundu.

Gerçi Öcalan’ın tutanaklara yansıyan kimi sözlerinden, örneğin inisiyatif konusunda farklı sonuçlar çıkaranlar da var, en başta da Kürt hareketi çevresinden. Fakat Öcalan’ın gerek MİT ve başkanı konusunda söyledikleri, gerek vatandaşlık tanımı, gerek dinle-dincilikle kurulan ilişki, gerek “Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını destekleyebiliriz” açıklaması, gerekse de Avrupa yerel yönetimler şartı konusunda Sırrı Süreyya Önder’le yaptığı konuşma, söz konusu türden çıkarsamaları anlamsızlaştırıyor. Klasik mücadele yöntemlerine yaptığı tersten vurgu ve silahların susması süreciyle ilgili verdiği ipuçları da cabası...

AKP’nin yolunu düzleyenler

Aslına bakılırsa AKP iktidarını, hatta Öcalan’ın açıklamalarında vurgulu bir şekilde MİT ve AKP’nin rakibi olarak yansıtılan ve tekrar tekrar aşağılanan cemaati mutedil olmaya iten de Öcalan’ın kadiri mutlak tonlamasına rağmen, tutanakların burada sıraladığımız içeriğidir. Kürt hareketi tutanaklardan yansıyan çerçeveye razı olduktan sonra, gerçekten de dinci-gerici iktidarın “terörü bitirmek, terör örgütüne silah bıraktırmak” stratejisi hiç de yabana atılır gibi durmuyor. Keza bu ara dönem hesapları da öyle. Örneğin yeni anayasa ve başkanlık konusundaki hedefler ve bunları gerçekleştirmenin dayanakları konusundaki hesaplar, Öcalan’ın açıklamalarıyla maddi zeminine kavuşuyor. Son olarak PKK’nin elindeki tutsakları bırakacağını açıklaması ise hem bunu hem de tasfiyeci oyuna dair yanılsamaları besleyen bir başka gelişme sayılabilir. Tasfiyeci bir aldatmacanın işçi ve emekçiler ile Kürt halkı nezdinde böylesine inandırıcılık kazanmasından sonra dinci gerici iktidarın işi daha da kolaylaşmış sayılır.

Kürt hareketini Kandil, Avrupa vs. diye ayrıştıranlara ve buralardan “bu iş o kadar da kolay değil” mealinde beyanlara fazla bel bağlayanların, tüm kesimleriyle Kürt hareketinin Öcalan’ın bağlayıcılığı ve belirleyiciliği konusundaki ısrarlı vurgularına bakmalarını (en son yine Karayılan’ın açıklamalarına bakılabilir) öneriyoruz. Tutanaklarda çizilen çerçeveyi bir taktik sayanları ise Abdullah Öcalan’ın ileri sürdüğü talepler karşılığında zamanında daha ötesine rıza gösterip göstermemiş olduğu, bunun karşısında toplamda Kürt hareketinin nasıl bir tutum aldığı sorusuyla baş başa bırakıyoruz.

Tutanak olayı da dahil son iki ayın gelişmeleri zaten AKP’nin manevralarını kolaylaştıracak şekilde seyretti. Kürt hareketinin başlangıçtaki güvensizlik beyanının yerini her şeye (geçmiş aldatmalar, gerillaya yönelik saldırılar, yöneticileri hedefleyen Kandil bombalamaları, Paris suikasti vs.) rağmen, giderek kendini sürece kaptırmak aldı. Hem de KCK Başkanı Karayılan’ın, 6 Mart tarihli röportajında bu konuda yasal Kürt siyasetini uyarmak ihtiyacı duyacağı ölçüde. Aynı şekilde düzen cephesi de kendi ihtiyaçları üzerinden ve her bir kesimi farklı bir yönden aynı atmosferin parçası oldu. Türkiye solunun HDK çatısı altında Kürt hareketinin sosyal demokrat çizgisine kapaklanmış kesimi ile HDK dışında olup da klasik sosyal demokrat çizgide olanlar zaten baştan “İmralı görüşmeleri” sürecine büyük anlam ve önem biçtiklerini yansıtmışlardı. Sürecin başına dönerek gelişmeler izlendiğinde ihtiyat ile güven (ya da oyun mu, ciddi bir süreç mi) çatışmasında ibrenin nasıl da adım adım ikinciden yana döndüğü kolayca görülecektir. İnsan bu manzarayı görünce dinci gerici iktidar daha ne istesin ki diye soramadan geçemiyor.

Tasfiyeci sürüklenişin doğurduğu sorular

Tasfiyeci oyuna kapılanların AKP iktidarının stratejik hedeflerini, diyelim ki 2014 seçim yatırımı içinde olmasını, yeni anayasa ve başkanlık planlarını, daha da önemlisi Güney ve Batı Kürdistan’la ilgili hesaplarını bilmedikleri düşünülemez elbette. Ama bu denli ısrarlı bir görmezden gelmenin, “yok hükmünde” saymanın anlaşılır bir tarafı olamaz. Ve bu sorun haliyle başka soruları da doğuruyor?

Şimdiden soralım; Kürt hareketi ve bilcümle peşinden sürüklenenler, Batı Kürdistan inisiyatifinin emperyalizmin tetikçiliğine soyunmuş güruhlarla ittifak olasılığını (ki bunun yolunu döşeyen adımlar atılmış sayılır) halkların kardeşliğinin nesiyle bağdaştırıyorlar? Türkiye solunun İmralı sürecine büyük önem ve anlam atfeden kesimleri, Öcalan’ın çizdiği çerçeve kabul görürse AKP’nin yeni anayasasını ve Tayyip’in despotik başkanlık sistemi düşlerini hayata geçirmesini sağlayacak olası bir referandumda ne yapacaklar? Dinci gerici iktidarın mevzilerini pekiştirme manevralarına böyle kolayından yedeklenmenin, geçtik devrimciliği-sosyalistliği, bir parça ilerici olmakla dahi ne ilgisi olabilir? Geçtik bunları, diyelim ki AKP iktidarı süreç konusunda samimi-ciddi olsa bile, Kürt halkının devrimci özlem, talep ve haklarının, bunun diri tuttuğu devrimci dinamizminin düzen içi, burjuva anayasal kırıntılar uğruna heba edilmesine ortak olmanın neresi Kürt halkının dostu olmaktır?

Daha da uzatılabilecek bu soruların yanıtı, en başta ve öncelikle Kürt halkını, bir o kadar da tüm işçileri, emekçileri, gençliği, ezilen kadınları ilgilendiriyor. Zira soruların muhatapları işçi ve emekçilere insanca yaşanacak bir dünya, halklar arasında barış ve kardeşlik, hatta sosyalizm vadederek sahnede görünme olanağı buluyorlar. Daha bir de sermaye düzeninin, onun iktidar dümenindeki AKP’nin tasfiyeci aldatmacalarına karşı olanları “kutsal barış ve çözümü, akan kanın durmasını” istemeyen haddini bilmezler olarak damgalıyorlar.

Bütün soruların cevapları gibi, sorunların çözümü de bellidir. Her şey işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkının son sözü söylemesinde düğümleniyor. Ya tasfiyeci oyuna kapılanların yardımıyla dinci-gerici iktidarın karanlığı iyice katmerlenecek ya da gerçek barışın, halkların kardeşliğinin, devrimci çözümün yolu açılacak...