8 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/32

Filistin halkının direniş iradesi kazandı!
AKP iktidarı Suriyeli sığınmacıları kamplara kapatıyor
IŞİD Şengal’e girdi,
Ezidi emekçiler silahlandı
Zindanlardaki hak ihlallerine karşı
tutsaklarla dayanışmaya!
“Sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetini kuralım!”
Ali Ağaoğlu: Burjuvazinin ahlak abidesi
Yoksul çocukları ölürse...
Düzenin her ‘kazası’ geliyorum diyor!
Kıdem tazminatı ve taşeron Çelik’in temel gündemi
EKK grevdeki Kent işçilerini ziyaret etti

Kimberly Clark grevi kazanımla sonuçlandı!

Danıştay, bakanlık görüşlerini talimat saydı

“Sınıfım için direniyorum!”

“Habaş işçisi artık yumruğunu masaya vurmalı!”

Greif Direnişi işçi sınıfı hareketinin
devrimci geleceğidir!
Almanya’da taşeron sistemi ve devrimci sorumluluk
Avrupalı tekellerin gözü İran’da!
Ukrayna krizi ve emperyalist saldırganlık! - E. Eren
DGB için bir adım ileri!
Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir!
Dinci-gericilik kadınları hedefliyor
Sırça köşkler için “bereket”, şehrimiz için “felaket!” - Z. Eylül
Dünyayı değiştirmeden
dünyanı değiştiremezsin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sırça köşkler için “bereket”, şehrimiz için “felaket!”

Z. Eylül

 

Doğa üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok fazla böbürlenmeyelim. Böyle bir zafer karşısında doğa bizden öcünü alır.”

F. Engels

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, yoğun yağış nedeniyle -“bırakalım kenar mahalleleri”- kentin merkezi caddelerini dahi su bastı. Deyim yerindeyse kent hayatını birkaç saat içinde altüst eden bir “felaket” oldu bu. Olayın ardından açıklama yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş ise Londra metrosunu örnek vererek, büyük metropollerde bile yağmur nedeniyle su baskınları yaşandığını söyledi ve dünyanın birtakım sinyaller verdiğini öne sürdü. Topbaş, kentin altyapı hizmetlerinden sorumlu kurumun başkanı olarak topu Tanrı’ya atsa da farkında olmadan bir gerçeğe parmak bastı. Tanrısı “para” olan bir düzenin temsilcisi olan Topbaş, bozuk saatin bile günde iki kez doğruyu göstermesi misali gerçeği özetledi. Bunu, sorumluluğu kendi üzerinden atmaya çalışırken yapmış olsa da dünyamızın, doğanın kapitalist talanına karşı “sinyaller” veriyor olduğu doğrudur.

Şiddetli yağmur yağdığında yaşanan felaketler bir kentle sınırlı kalsa, o kentin belediyesine sorumluluğu yükleyebiliriz. Ama su baskınları birçok kentte yaşanmakta ve sorunun yalnızca altyapı çalışmalarında başarısız olan belediyelerle sınırlı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu tür felaketler merkezinde insanın değil de paranın olduğu belediyecilik anlayışı ve onu yaratan düzenle doğrudan bağlantılıdır. Bu duruma verilebilecek en iyi örnek ise Türkiye gibi belediyeciliğin rant ve soygun düzeniyle birlikte anıldığı bir ülkede iki merkez kentin (İstanbul ve Ankara) çok kısa aralıklarla aynı sorunu yaşamasıdır. Haziran ayında Ankara’da yaşanan su baskınları, yollarda meydana gelen göçükler, insan hayatının değerini bir kez daha gözler önüne sermişti. En son İstanbul’da yaşananlarsa tabloyu özetledi. Kentlerde dört bir yana dikilen AVM’ler ve betonlaşmayla birlikte, yağmur sularının ulaşacağı toprak alanlar yok edilmektedir. Rantçı belediyecilik anlayışıyla düzenlenen altyapı ise maalesef bu boşluğu dolduramamaktadır.

Ancak kapitalist sistemin egemen olduğu dünyada, bu sistemin can damarlarını kentler oluşturmaktadır. Dolayısıyla kent yaşamının kontrolü düzen açısından varlık-yokluk meselesidir. Nüfusun büyük bölümünün kentlerde yaşadığı düşünülürse, kent düzenlenmesindeki çarpıklıklar ve kentin altyapısındaki yetersizlikler yağmur, sel, kar yağışı vs. gibi durumlarda ulaşımın durmasına, evleri su basmasına hatta ölümlere neden olmaktadır. Ama bu durumda bile sınıfsal çelişkiler tüm çıplaklığı ile gözler önündedir. Çünkü kentin bir yüzünde camın ardından izlenen ve romantizmi simgeleyen yağmur, bir başka yüzünde ölüm kalım mücadelesi haline gelebilmektedir. İşte bu durumda dünyamız sinyaller veriyor demek tam bir aymazlık örneğidir. Bir suçlu belirlemek gerekirse; bu, bazıları için romantik olduğu anlarda bazılarının ölümüne neden olan yağmur değil, eşitsizliği yaratan ve emekçilerin hayatını hiçe sayan düzenin kendisidir.

Bereketi felakete dönüştüren bir düzen

Bilim ve tekniğin kapitalist kâr hırsı çerçevesindeki kullanımı, doğanın da sınırsızca ve acımasızca yağmalanmasına yol açtı. Böylece uygarlık ve insan soyu için tehlikeli boyutlara varan bir ekolojik yıkıma neden oldu.” [1]

Yağmur, ekolojik denge için olmazsa olmaz olan ve yaşamın sürdürülebilmesi için de hayati önem taşıyan bir doğal olaydır. Hatta dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Anadolu’da da bereket olarak adlandırılır. Peki, bugün onu felakete dönüştüren nedir? İnsanların tanrıyı kızdırması mı? Kimdir sorumlusu bu felaketin insan mı, tanrı mı? Bu soruları yanıtlamak için öyle çok fazla kafa yormaya gerek yok. Yanıtı bulmak için bırakalım metafiziği, doğanın yasalarını okuyalım. “Doğa üretim sürecinde emeğin konusudur. İnsan doğayı, onun üzerindeki etkinliği ile dönüştürür. Kendisi de bu sırada dönüşür, insanlaşır. İnsan doğadan ayrı, ona karşıt bir varlık değil, onun bir parçası ve ürünüdür. Karşıtlık doğayla insan arasında değil, kapitalist üretim biçimi ile insanı da kapsayan doğa arasındadır. Kapitalizm doğaya ve insana karşıdır.”[2] Yani dünyamızın verdiği o birtakım sinyaller ne tanrının bir uyarısı ne de doğanın insana karşıtlığıdır. Tüm bu yaşananlar yağmuru bile büyük bir yıkıma dönüştüren, gözü kârdan ve paradan başka hiçbir şey görmeyen vahşi kapitalizme bir itirazdır. Sorumlular da bu düzenin savunucularından başka kimseler değildir.

Ya kapitalist barbarlık ya da...

Günümüz kapitalizminin asalaklaşması ve çürümesinin aldığı bu korkunç ve yıkıcı boyutlar, ‘Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!’ ikilemini her zamankinden daha yakıcı bir biçimde insanlığın önüne koymaktadır.”[3]

Bugün kentlerde yaşanan sel ve su baskınlarının yanı sıra çevresel birçok sorundan bahsedebiliriz. Bu sorunlar her biri farklı sonuçlar ortaya çıkarsa da nedensel olarak aynı kategoride değerlendirilmelidir. Tarımsal alanlarda çölleşme ve aşırı sulama sonucu tuzlanma, sera etkisi, küresel ısınma, iklim değişikliği, buzulların erimesi, seller, erozyon ve toprak kaybı, ozon tabakasının delinmesi, ormanların yok edilmesi, hava kirliliği, asit yağmurları, göl, nehir, yeraltı suları ve denizlerde kirlenme, biyolojik çeşitliliğin yok olması (bitki ve hayvan türlerinin azalması), yeraltı sularının kirlenmesi sonucu temiz içme sularının her geçen gün azalması, dünya genelinde ve bölgesel düzeylerde yaşanan savaşların insan ve doğa üzerinde giderilemeyen tahribatları, nükleer ve zehirli atıklar sorunu, çarpık kentleşme, evsel, sanayi ve tarımsal atıklar sorunu...

Bunların hepsi, doğanın acımasızca talanı sonucu ortaya çıkan, hiç de insanın ihtiyaçları doğrultusunda doğadan yararlanmasıyla açıklanamayan ve bütünsel algılanması gereken sorunlardır. Bu sorunlardan birisini ortadan kaldırdığımızda bir diğerini yok edemeyebiliriz elbette. Ama sorunlardan birisini ortaya çıkaran koşulları yok edersek, diğer bütün sorunları çözmenin ön koşullarını yaratacağımıza kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Kentlerde yaşanan altyapı sorunlarının çözümü de bu sorunların çözümüyle paralellik taşımaktadır. Çünkü en mükemmel altyapı bile doğanın “sinyalleri” karşısında çaresiz kalabilir. İnsanın ihtiyaçları ölçüsünde doğadan yararlandığı ve onu yeniden üretmeye çalıştığı bir düzende çevresel sorunların çözümü zor olmayacağı gibi, merkezinde insanın olduğu kent planlamasıyla su baskınları ve buna bağlı zarar asgari düzeye indirilebilir. İnsanlığın bu tercihi kapitalist barbarlığı tarihin çöplüğüne göndermek demektir.

Doğa da yoksullar da bir gün öcünü alacak sizden!

Kentler, bugün çevre sorunlarının en yakıcı hissedildiği alanları oluşturmaktadır. Ama aynı zamanda tüm bu sorunlara karşı tepkinin mayalanmasına da zemin hazırlamaktadır. Marx bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Kapitalist üretim, büyük merkezlerde biriken şehir nüfusunun sürekli ağırlık kazanmasıyla, bir yandan insan ve doğa arasındaki özümlemeyi bozuyor, diğer yandan toplumun tarihsel hareket gücünü biriktiriyor.” Kentlerde ortaya çıkan tüm bu çelişkiler insanın doğaya yabancılaşması biçiminde açığa çıksa da bir yandan da toplumsal hareketin dinamiklerini barındırıyor. Kentin kenar mahallerine itilenler, her yağmurun her karın bedelini ödeyenler insanlıktan çıkaran bu düzene büyüyen bir öfke duyuyorlar. Eminiz ki kentin şimdiki efendileri de bunu bilerek, korkudan tir tir titriyorlar.

Kaynaklar:

1- TKİP ProgramıEmperyalizm ve Dünya Devrimi Süreci, madde 21

2- F. Yılmaz, “Parti programı ışığında çevre sorunu”, KB sayı: 29, 2000

3- TKİP ProgramıEmperyalizm ve Dünya Devrimi Süreci, madde 23

 
§