21 Kasım 2014
Sayı: KB 2014/46

Suriye savaşında yeni dönem
Kanla yazılan tarih özürle silinemez!
Kobanê’de IŞİD hezimeti
TKİP militanı Alaattin Karadağ katledilişinin 5. yılında anıldı
Tüm ülkeyi gaza boğacaklar
TOMA terörüne soruşturma yok!
“Mükemmel” iş güvenliği paketi açıklandı!
Reklam heveslisi Ülker’in “sosyal sorumluluğu”
Metal işçisinin ihtiyacı devrimci ve kararlı bir önderliktir!
Gebze’de DEV TEKSTİL tanıtım toplantısı
Son sözü Yatağan işçisi söyleyecek
Maden işçisine patron-sendika-AKP kumpası
Genel kurul kürsüsünde mücadele çağrısı
Kadın sorunu ve kapitalizm
Sömürü ve şiddete karşı diren, özgürleş!
Gün; sokakları eylem alanına çevirme günüdür!
Özgürlüğün ölümsüz kelebekleri - K. Ehram
“Başarmak için önce başlamak gerekir!”
G20 Zirvesi ve yükselen savaş naraları
ABD yerel seçimleri üzerine
Filistin yeni bir intifadanın eşiğinde - M. Ak
FHKC: Savaşımız Yahudiler ile değil!
Dünyadan eylemler...
DGB’den yaygın genel kurul çağrısı
DLB’liler Oğuzhan Çalışkan’ı unutturmuyor!
Taksim Gezi Parkı AKP’nin hedefinde!
Mirabeller’den Arinler'e...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Başarmak için önce başlamak gerekir!”

 

Biz maaşlarımızı alamıyorduk. İlk aylarda hep gecikiyordu, ay başında almamız gereken maaşları ay sonunda alıyorduk. Ve bu aylarca böyle devam etti. Sonra maaşlarımız verilmemeye başlandı. Maaşlarımızı istemeye gittiğimiz zamanlarda bizi hep geçiştiriyorlardı. Gün geçtikçe maaşlar birikmeye başladı. Bize ‘gelecek cuma maaşınızı öderiz’ diyorlardı. Her cuma bir hevesle gidiyorduk ama ödenmiyordu. ‘Adli tatilden dolayı kazanç olmuyor biraz sabredin haftaya mutlaka ödeyeceğiz’ gibi bahaneler sıralanıyordu. Bir de bize avans veriyorlardı 200-300 TL. Böylece geçiştirmeleri daha kolay oluyordu. Ve bu böyle devam etti, ta ki insanların sabrı taşana kadar. Tam 3 aya ulaştı parasızlık, 3 aylık maaşımız birikti.

İş başı yapmadık!

Arkadaşlarla toplanarak işbaşı yapmamaya karar verdik. Yarım saat sonra genel müdürümüz geldi ve işimizin başına dönmemizi söyledi. Biz gitmedik, o gitti ve biz dağılmadık. Yarım saat sonra yine geldi ve yemekhaneye çağırdı. Toplantıda bizi çok iyi anladığını fakat onların da maaş ödeyecek paralarının olmadığını söyleyerek bizden anlayış istedi ve yine Cuma’yı beklememizi söyledi. Biz de her zaman aynı durum olduğunu ama maaşların ödenmediğini söyledik. Genel müdür buna cevap olarak ‘bu sefer söz, yatmazsa ben de gelmeyeceğim işe, o zaman kimse çalışmasın’ dedi. Yine tamam dedik. Cuma geldi ama para yine yoktu. Biz de arkadaşlarla konuştuk, pazartesi işbaşı yapmamak için sözleştik ve birleştik. İşe geldik yüzümüzü okuttuk ve yine toplandık. Arkadaşlardan çoğu gitti ama biz 35 kişi gitmedik, hatta bize katılmayanlar işten atılma korkusuyla beni vazgeçirmeye çalıştılar. Ben de buna karşılık kimseyi yarı yolda bırakmayacağımı, zaten maaş alamadığımızı, gurursuz bir enayi gibi parasız çalışmaktansa gururumla arkadaşlarımın yanında duracağımı ve hakkımı savunacağımı söyledim. Genel müdür geldi ve bizi dağıtmaya çalıştı. Biz de ona bize söylediği sözleri hatırlattık. O da bize ‘ben size toplanın demedim ki, paranız yatmasa işe gelmeyin dedim’ dedi. İşe gelmediğimizde bizi haksız yere işten atabileceklerdi, biz de bu fırsatı onlara vermemek için grev süresince her sabah ve her akşam yüzlerimizi okuttuk. Bu inatlaşma böyle sürdü, bizden devamlı toplantı istiyordu. Biz de artık ona kanmadığımız için gitmiyorduk ve bu durum onu iyice sinirlendirmişti. Sendikadan arkadaşlar müdürün bize bağırdığını duyunca müdürün üstüne yürüdüler. Müdür de bu hareketten sonra orayı terk etti. Biz de alkışlarla eylem alanına indik ve mücadelemize başladık.

Tek bir yumruk olduk

Başta hepimiz biraz tedirgindik, korkuyorduk, kararsızlık vardı. Çünkü ilk kez mücadeleyle tanışıyorduk. Ama gün geçtikçe hepimiz bir güç, bir örgütlülük ve bir ses olduk. Kızıl Bayrak, sendikacılar ve avukatlar ilk günden beri hep yanımızdaydılar. Onların sayesinde bilinçlendik ve ezildiğimizin farkına vardık.

Patron içerideki garsonlara bizi işten çıkardığını söylemiş, onlar da bizi çay ocaklarına almıyorlardı. Savcılar, memurlar ve hakimlerden hepsi değil ama birçoğu bize destek vermeye başladı. "Çay içmeyin, yemek yemeyin, bize destek verin" yazılı kağıtlar hazırladık. Hep birlikte bu kağıtları dağıttık. Sonra bizi çağırdılar, biz de bir temsilci grubu oluşturduk. Müdür bizden taleplerimizi söylememizi istedi. Biz de yetkililerimizle beraber bir protokol hazırladık ve isteklerimizi söyledik. Bize katıldı diye bir arkadaşımızı işten attılar ve onu geri almalarını talep ettik, maaşlarımızın pazartesi üçte ikisini yatırmalarını, geri kalan üçte birinin de en geç bir hafta sonra yatırılmasını ve kesilmiş olan senelik izinlerimizin ödenmesini, eylem yapan işçilere psikolojik baskı yapılmamasını ve yerlerinden alınmamalarını, işten çıkarmaların olmamasını talep ettik. Bize haber vereceklerini söylediler. Ve yine bahanelerle durumu uzatmaya başladılar. Cuma günü protokolün imzalanması üzerinde anlaşmıştık. Meğerse bunlar bizi oyalıyorlarmış. Baktık bunlardan haber gelmedi, hakimler ve savcıların bir kısmı da o gün para toplamışlar, bize yemek aldılar. Kendileri de bizimle kapının önünde yemek yemeye gelmişler. Yemek saatini bekledik ve yemekhaneye alkışlarla yürüdük. Yemekhanedeki herkes alkışladı, kimi yemek yemedi, kimi şaşkınlıkla bize bakıyor ve biz alkışlanırken yemekhane çalışanları kepçeyi bıraktılar. Memurları da çalışanları da hep beraber eylem yerine gittik ve orda bize alınan yemekleri hep beraber yedik, sonra halaylar alkışlarla o günü bitirdik. Sonra bize haber geldi cumartesi patron gelip toplantı yapacak diye. Cumartesi gittik, bütün işçileri çağırmışlar. Eyleme çıkmayanlar toplantı yerine geçtiler, biz eylemciler daha dışarıdaydık ve bize haber yolladılar, içeriye avukatlar ve sendikacılar girmeyecekmişler diye. Biz de onlar gelmezse toplantıya girmeyiz dedik ve uzun süre bekledik. Patronda yemekhanenin orda bize bakıyordu ve en sonunda ‘tamam sendikacılar da avukatlar da gelsin’ dedi. Gittiğimizde bize protokolden bazı maddeleri indirtmeye çalıştı, çalışan işçiler kabul etti ama biz yani eyleme çıkanlar kabul etmedik. Neticede anlaşma bizim istediğimiz gibi kabul edildi. Biz de halaylarımızı çekmeye başladık.

Mücadeleden kaçma, azmet ve üstüne git,
kazanmak senden yana olacak her zaman!

Anladım ki, bir şeyleri başarmak için önce başlamak gerekir, başlamak bitirmenin yarısıdır. Yeter ki korkma, hak senden yana olduktan sonra mücadeleden kaçma, azmet ve üstüne git, kazanmak senden yana olacak her zaman. Ve bütün arkadaşlarım adına bize başından beri cesaret veren ve hep yanımızda olan sendikacılara, Kızıl Bayrak’a ve avukatlarımıza çok ama çok TEŞEKKÜRLERİMİ iletiyorum.

Adliye çay ocaklarından bir işçi / Kartal

 

 

 

 

 

Eşitlikçi bir temelde
özgürleştirmek için...”

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken işçi ve emekçi kadınlar şiddet ve mücadele hakkında görüşlerini gazetemizle paylaştılar…

Kadın işçi: Giderek daha barbar, gerici diktatör bir rejime doğru giden Türkiye’de, en büyük sorunların başında maalesef kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri geliyor. Gün geçmiyor ki hayatının baharında vahşi cinayetlere kurban giden birden fazla kadın haberi gelmesin. Çünkü bu barbar sistem biliyor ki, en büyük düşmanlarının başında bilinçli ve örgütlü kadınlar geliyor. Bundan dolayı kadınları sindirip eve kapatmak, erkeğe mahkûm etmek için bu vahşi politika uygulanıyor. Bunun önüne ancak kadın-erkek, işçi ve emekçi hep birlikte örgütlenerek geçilebilir.

Taşeron işçisi kadın: Kadınların en başta ekonomik özgürlüğü olması lazım. Ayaklarının üzerinde durması lazım. İşi olmalı. Erkeğe boyun eğmemeli. Her şeyi kabul ettiğin zaman erkek ben istediğimi yaparım diyor, dayak gibi güç kullanıyor. Toplum ve ailenin de yetiştirme tarzı erkekleri kışkırtıyor, kadınları bastırıyor. Kadın evde köleymiş gibi erkek de ağaymış gibi yetiştiriliyor. Eğitim de önemli. Kadınlar okumalı. Erkeklerin de eğitimi önemli. Ailede ve toplum içinde kadınlar her konuda eşit olmalı. Ben bir kadın işçi olarak bu sorunları görüyorum. Ayrıca işyerinde de sorun yaşıyoruz. Evde de ev işleriyle uğraşıyoruz. Kendimize ayıracak zaman kalmıyor.

Son olarak kadınlar öldürülmesin istiyorum. Kadınlar öldürülmek için dünyaya gelmedi. Yaşatmak ve yaşatılmak için çaba harcanmalı. Kadınlar ezilmesin, hor görülmesin, dayak yemesin, ikincil görülmesin, ayrımcılığa maruz kalmasın.

Emekçi kadın: Kadına yönelik şiddetin son dönemde artmasını mülkiyet düzenine bağlıyorum. Kadını ve çocuğu kendi mülkiyeti olarak gören sistemde yaşadığımız için, özellikle erkekler kadını kendi mülkünde gördüğü için, istediği gibi davranma hakkını görüyor. Kapitalist sistem bireyleri çok fazla örselediği için istismara uğrayan bireyler başkasını çok daha rahat istismar etmekte, şiddet uygulamakta. Kadını yaşamsal haklarından alıkoyabilmektedir. Sınıflı bir toplumun, her türlü ayrımcılığı, ötekileştirmeyi ve ezmeyi esas aldığı için bu durumu çözmek gibi bir yeteneği yoktur. Çözüm kadını da erkeği de daha üst bir noktada, eşitlikçi bir temelde özgürleştirmeyi hedefleyen sosyalizmle mümkündür. Çünkü o zaman mülkiyetçilik son bulacaktır, sınıflar kalkacaktır.

Kızıl Bayrak / Adana-Mersin

 
§