26 Haziran 2015
Sayı: KB 2015/25

Düzenin ihtiyacı “istikrar”, işçi ve emekçilerin ihtiyacı mücadele…
Sivas katliamının hesabını sormak ve yenilerini önlemek için...
Erdoğan’dan iftar şovu Saray sofrasından yer sofrasına...
Gericilik bu düzenin harcında var!
Gülme sırası şimdi kimde?
Sivas’ta katledilenler anılacak
BDSP 2 Temmuz anmalarına çağırıyor
AKP Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımıyor!
Muhalif basın AKP’nin hedefinde!
ODTÜ’de eğitim emekçileri direnişte!
DEV TEKSTİL’den örgütlenme çağrısı
TTK’da TİS görüşmelerinde uyuşmazlık
Birleşik sınıf hareketi için metalde ortak grev! B. Çağ
MESS’ten önce sadaka sonra kıyım!
Metal işçileri ve MİB engelleri aşa aşa ilerledi – 2
İhanetin adı Çelik-İş
Yarın bizim olacak!
Metal direnişi ve deneyimleri tartışıldı
Troyka'nın dayatmaları, Syriza'nın açmazları
Doğu Avrupa'da sular ısınıyor
"Tüm gençliği kampımızın parçası olmaya çağırıyoruz!"
Devrimci gençlik kampının hazırlıkları sürüyor
Ankara EKK, Cansu Kaya için eylemdeydi
Kadınlar Cansu Kaya için sokağa çıktı
Ayvalıtaş davasında keşif kararı
Cumartesi Anneleri: Demirel'i iyi bilmezdik
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sivas katliamının hesabını sormak ve yenilerini önlemek için...

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

 

2 Temmuz 1993’te devlet eliyle gerçekleştirilen Sivas Katliamı, en vahşi olaylarından biridir. Aleviler şahsında ilerici ve devrimci değerleri hedef alan Sivas Katliamı’nın tetikçileri şeriatçı güruhlar olsa da, insanlığa karşı işlenen bu ağır suçun esas sorumlusu burjuva devletidir. Zira devletin valisi, emniyet müdürü, belediye başkanı, başbakanı, çekinmeden şeriatçı cellatlarla ortak hareket etmiştir. Tetikçi şeriatçılar devletle, devlet ise şeriatçı tetikçilerle ortak hareket ederek, bu suçu birlikte işlemişlerdir.

Devlet tetikçilerini korudu

Devlet güçlerinin desteği ve himayesi sayesinde kıyım gerçekleştiren tetikçiler, bu ağır suçu kameralar önünde işlediler. Yani hem sahadaki tetikçiler hem onları yönlendirenler ayan-beyan ortadaydı. Buna rağmen tetikçiler yıllarca devlet tarafından korundu. Burjuva hukukunu paçavraya çeviren bu tutum, tetikçilerin devlet koruması altında olduklarını kanıtladı.

Devrim ve sosyalizm mücadelesine karşı dalgakıran işlevi gören dinci-gerici akımın güçlenmesi ve buna dayanarak iktidarı talep edebilecek derecede özgüven kazanması, 28 Şubat “postmodern” darbesini gündeme getirdi.

Bu olayın ardından Sivas kıyımı tetikçilerinin bir kısmı zorunlu olarak tutuklandı. Bir kısmı ise kirli işlerine devam etti. Ancak bu kısa sürdü.

AKP’nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, kıyım dosyasının “zamanaşımı”na uğradığı gerekçesiyle şeriatçı cellatlar serbest bırakıldı. IŞİD belasının yaratılmasında başrol oynayanlardan biri olan AKP şefi Tayyip Erdoğan, tetikçilerin bırakılmasını, “vatanımıza milletimize hayırlı olsun” açıklamasıyla selamladı. ‘93’te Sivas’ta katliama imza atanlar 2002’de Türk burjuvazisiyle emperyalistler tarafından iktidara taşındılar. Böylece tetikçiler efendi oldular.

Madımak’tan IŞİD’e...

Madımak’ı yakan zihniyet son yıllarda Ortadoğu’yu yangın alanına çevirebilecek güce ulaştırıldı. Sivas Katliamı'nın suçluları Türkiye’de iktidara taşınırken, vahşi kıyımların sembolü IŞİD ise “bölgesel güç” mertebesine ulaştırıldı. “Ilımlı İslam” projesinin baş aktörü olan AKP’yi hazırlayanlar, AKP’nin aktif desteği ve suç ortaklığıyla IŞİD’i yarattılar. Bu durum AKP ile IŞİD’in bir ve aynı projenin farklı aktörleri olduklarını kanıtlıyor.

Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçileri alt kimlikler temelinde parçalayıp mücadele dinamiklerini felç etmek, bölge düzeyinde ise halkları etnik, dinsel, mezhepsel çatışmalarla birbirine kırdırmak ABD ile suç ortaklarının hedefidir. Yazık ki, bu konuda azımsanmayacak bir mesafe katedebildiler. Sivas kıyımını kat kat aşan katliamlar gerçekleştiren IŞİD, emperyalistlerle işbirlikçilerinin kışkırttığı Sünni-Şii/Sünni-Alevi çatışmasını bölgeye yaymanın etkili bir aracı olarak kullanılıyor.

Son günlerde ifşa edilen resmi belgeler AKP idaresindeki Türk sermaye devletinin IŞİD’le suç ortaklığını gözler önüne serdi. MİT eskortları eşliğinde hem silahlar hem tetikçiler Suriye’ye taşınıyor. Hem de yıllardan beri. Madımak’tan IŞİD’e uzanan kıyım zincirini örenler ABD ile -Türkiye başta olmak üzere- bölgedeki işbirlikçileridir. Madımak’ın hesabı sorulamadığı için tetikçiler efendi oldu kıyım ise bölgesel bir boyut kazanabildi.

Anti-komünizmden mezhepçiliğe
dinci-gericilik

“Nedir Komünizmle Mücadele Derneği? 1960’lar Türkiye’sindeki büyük sosyal uyanışa karşı alınacak önlemler kapsamında Amerikan emperyalizminin tavsiyeleri üzerine yaratılan karşı-devrimci organizasyonlardan biri. ‘60’lı yılların başında CIA uzmanları Türkiye’de incelemeler yapıyorlar ve gelişmekte olan sosyal uyanışa dikkat çekerek, öteki önlemler yanında dinin siyaseten etkin bir biçimde kullanılmasını Türkiye’yi yönetenlere önemle tavsiye ediyorlar. Komünizmle Mücadele Dernekleri de buna yönelik adımlar kapsamında gündeme geliyor.

“Dinci gericilik, kurulu düzenin sosyal uyanışa ve sola karşı geliştirdiği karşı-devrimci bir önlemdir. Her biçimiyle örgütlü dinci gericilik devrimci gelişme tehlikesine karşı bir dalga kıran olarak harekete geçirilmiştir…” (Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat / kizilbayrak.net)

CIA uzmanları öncülüğünde siyasal arenaya çıkan dinci-gericilik anti-komünizmin bayraktarlığını yapmış, “Kanlı Pazar” olayında Amerikan emperyalizmine karşı yapılan büyük kitlesel gösteriye saldırarak kan dökmeye başlamıştır. ‘70’li yıllarda kabaran devrimci dalgaya karşı ırkçı-faşist çetelerin sokaklara salındığı dönemde kısmen geri plana düşse de, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile yeniden düzenin gözdesi haline gelmiştir. Devrimci harekete azgınca saldıran faşist cunta, dinci gericiliğin önünü açmıştır.

“Komünizmle mücadele” adı altında kan akıtmaya başlayan dinci gericilik, Madımak kıyımını gerçekleştirerek ilkel mezhepçi yönünü ön plana çıkarmıştır. ‘90’lı yıllarda Alevi emekçilere saldırmakla yetinmeyen dinci gericilik, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini boğmak için de kontrgerilla güdümünde seri cinayetler işlemiştir. 

21. yüzyılda AKP önderliğinde yeni bir misyona soyunan dinci gericilik emperyalist/siyonist güçlerin bölge politikalarına uyum sağlayarak, tüm bölge halklarına karşı da ilkel mezhepçi politikayı temel aldı.

Son yıllarda Irak, Libya, Bahreyn, Yemen gibi ülkelerinin halklarına karşı yürütülen gerici saldırılarla suç ortaklığı yaptı, yapmaya devam ediyor. Suriye yönetimini yıkmak için histerik derecede saldırganlaşan AKP iktidarı, Suudi Arabistan’daki ortaçağ kalıntısı rejimle birlikte, halen mezhepçiliğin başını çekiyor. Dolayısıyla Alevi emekçileri hedef alan ilkel-ayrımcı politika ortadan kalkmak bir yana daha da pervasız bir hal almıştır. 

Belirtmeliyiz ki dinci gericiliğin icraatları, bu burjuva akımın yarım asırdan beri emperyalistlere etkin bir şekilde hizmet ettiğini, pervasızca tetikçilik yaptığını gözler önüne sermektedir.

Halkların kardeşliği ve
enternasyonal dayanışma

“Siyasal bir akım olarak dinsel gericilik geri plana düşebilir, onun çatı partisi olarak bugünkü AKP iktidarı gidebilir. Sonuçta gideceklerdir de. Ama AKP’nin gitmesi, bu son 8-9 yılda dinsel gericilik eliyle ideolojik, kültürel, idari, kurumsal planda yapılan tahribatların ya da yapılan düzenlemelerin önemini ortadan kaldırmıyor. Toplum geri bir noktaya çekildi, bu yeterince açık. Sorun bu tahribata sınıf mücadelesi çizgisinde direnmek, onu buradan giderek aşabilmektir.” (Türkiye’de dinsel gericilik…)

4 Temmuz 2013’te yayınlanan yukarıdaki değerlendirmede de ifade edildiği gibi AKP geri plana düşmeye başlamıştır.
Buna rağmen bu gerici akımın yaydığı ölümcül zehirler, toplumun belli bir kesimi üzerindeki etkisini sürdürüyor. Bölgesel çapta ise IŞİD gibi bir ucube halkların başına bela edilmiştir.
Bu uğursuz tablo hem ülke hem bölge halklarının geleceğini tehdit etmeye devam ediyor.

Ülke içinde devrimci sınıf mücadelesinin geliştirilmesi bölge düzeyinde ise halkların kardeşliği ve ilerici-devrimci güçler arası enternasyonal dayanışmanın güçlendirilmesi temel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu hem Sivas Katliamı'nın hesabını sorabilmenin hem yeni kıyımların önüne geçebilmenin tek yoludur.

 
§