27 Mayıs 2016
Sayı: KB 2016/20

Kölelik saldırılarına karşı işçi-emekçi barikatı
AKP şefinden emperyalistlere yeni çağrı
Muhalif basın yok edilmek-susturulmak isteniyor
Yeni bir Maraş planlaması
Yeni hükümet saldırı programını sürdürecek
“Birliğimizi sağlarsak, ne istersek alırız!”
AVON’da direniş başladı: #1AmaçİçinGüzellik
“İnsanca yaşamak, insanca çalışma koşulları istiyorum”
Madenci direnişi güncesi
Madenlerden yükselen mücadele ateşini büyütelim!
TKİP V. Kongresi sunumlarından - Sendikal bürokrasi ve bağımsız sınıf sendikası
Filistin halkını “Zafere kadar devrim” programı ve intifada özgürleştirir
Brezilya’da “Amerikancı sivil darbe”
Kapitalizm insanlığa ait hiçbir soruna çözüm bulamaz
Ahlaki çürümenin panzehiri devrim ve sosyalizm mücadelesidir!
“Aile bütünlüğü” adı altında kadına ve çocuğa dayatılan sefalet!
Sizi çok iyi tanıyoruz!
Moda ile tutsak edilen kadınlar
Nurhak şehitlerinin devrettiği kızıl bayrak onurla dalgalanıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm insanlığa ait hiçbir soruna çözüm bulamaz…

Çözüm sosyalizmde!

D. Yusuf

 

Yaşlı kıta Avrupa’nın en kanlı devletlerinden biri olan Alman devletinin Başbakanı Angela Merkel, Birleşmiş Milletler’in organize ettiği ve Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı İstanbul’daki Dünya İnsani Zirvesi vesilesiyle Türkiye’ye geldi. Ziyaret güya zirve içindi. Ancak, asıl geliş nedeninin bu olmadığı daha ilk andan itibaren tüm çıplaklığı ile anlaşıldı.

Merkel, gelir gelmez ilk elden kimi sivil kurum temsilcileri ile görüşmeler yaptı. Kürtlerle barış sürecinin yeniden başlatılması temennisinde bulundu, basın özgürlüğüne vurgu yaptı, gazetecilere dönük tutuklama uygulamalarına dikkati çekti vb. vb. Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük hırsı ve amaçlarını teşhir eden karikatürist hakkında dava açtıran Merkel’in hiçbir samimiyeti ve inandırıcılığı olamazdı. Dolayısıyla tüm bu açıklamaları, emperyalist devletlere özgü bir ikiyüzlülük örneğiydi. Asıl amacı gizlemek için başvurulan kaba bir mizansendi.

Bazı sivil toplum kuruluşları ile yapılan samimiyetten yoksun bu turun ardından alelacele Türk sermaye devletinin hem Cumhurbaşkanı ve hem de fiili Başbakanı Erdoğan ile görüşmelere geçildi. Konu bir kez daha mültecilerdi. Yeniden bu konuda önceden yapılmış olan anlaşmalar ele alındı, pazarlıklar gözden geçirildi, karşılıklı olarak bugüne dek bu yönde yapılanların ve yapılmayanların neler olduğu belirtildi, itiraz noktaları açıklandı. En son olarak da karşılıklı beklentilere değinildi.

Türk sermaye devleti ve onun adına diktatör Erdoğan, bir kez daha Türk sermaye devletinin sayıları ne kadar olursa olsun savaş mağdurlarına kapılarını açmaya hazır olduklarını, bugüne kadar yaptıklarının da bunun en iyi kanıtı olduğunu, olası yeni göç dalgalarını da kabul etmeye açık olduklarını belirtti ve sözü nihayet esasa getirdi. “Bugüne dek 3 milyon mülteci kabul ettik. Buna karşın, vadedilenler yerine getirilmedi. Bize yüklü bir faturaya mal oldu mülteciler. Şimdi yine sorumluluk üstlenebiliriz, ancak, daha çok mülteci-daha fazla avro” mealinde sözler sarf etti. Vize serbestisi beklentilerinin yerine getirilmediğini eklemeyi de ihmal etmedi.

AB adına da konuşan Merkel ise uzun süredir kendi partisi ile kardeş partisinin izlenen politikaya dönük giderek sertleşen muhalefeti de dahil Alman kamuoyunun yoğunlaşan baskıları altındaydı. Politik çevrelerde, medyada ve kimi popüler gazetelerde bu konuda dile getirilenlerin özü özeti şuydu; “Bir miktar mülteci kabul ediyor diye Erdoğan’ın önünde diz çökülemez.” Bir başka sesli düşünce de “Avrupa değerlerinden taviz verilemez” şeklindeydi. Kimi politikacılar da Türkiye’nin AB’ye girişinin umutsuz olduğunu dile getiriyordu. Haliyle, Merkel önceden izlenen politikayı devam mahiyetinde sözler sarf etse de bu baskıyı gözetmek zorunda kaldı. Mizansen gereği insan hakları konusuna, bu konudaki hassasiyetlere yeniden vurgu yaptı, ama ardından ilişkilerin devamı ve hatta daha da geliştirilmesini arzuladıklarını belirtti. Mültecilerle ilgili faturanın ortaklaştırılmasına gerek olduğunu ve bunun için çalıştıklarını dile getirdi. Ardından, kısaca vize muafiyetinin bu aşamada mümkün olmadığını belirtti.

Sorunun yaratıcıları, çözüm gücü olamazlar

Her vesileyle dile getiriyoruz. Yeniden bir insanlık dramına dönüşen mülteciler sorununun kaynağı aynı zamanda bir emperyalist ve gerici savaşlar düzeni olan kapitalizmdir. Savaşların sorumluları aç gözlü petrol ve silah tekelleridir. Bu tekellerin sefil çıkarları için her defasında bir çok ülkenin harabeye çevrilmesine, dünya halklarının her defasında bir öncekini aşan büyüklükte acılar ve yıkımlar yaşamasına, milyonlarca insanın yerini yurdunu terk ederek yabancısı olduğu topraklarda yaşamak üzere göçüne neden olan, dünya egemeninin kim olacağı kavgasının ifadesi savaşlar çıkartan emperyalist büyük devletlerdir. Sayıları şimdiden milyonları bulan ve can havliyle en yakın ülkelere, ama en çok da bir kurtuluş durağı olarak gördükleri Avrupa’ya sığınan mülteciler, işte bu savaşlar nedeniyle yollara düşmüşlerdir. Hepsi de savaş mağdurlarıdır. Hepsi de kendilerine kucak açılmasını, mağduriyetlerine bir parça çözüm bulunmasını, mecburiyetten sığındıkları ülkelerde insanca koşullarda yaşamalarının sağlanmasını beklemektedirler. Ne yazık ki yanlış adreslerdedirler.

Çözüm beklenen güçlerden biri en büyük emperyalist devletlerden biri olan Alman tekelci devletidir. Alman devleti ki, dünyada pazar, egemenlik ve nüfuz kavgası içinde olan, bu amaçla, hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaşa hazırlanan, bu çerçevede şu ya da bu coğrafyada sürmekte olan ve insanlığı yeniden ve daha da ağır biçimde açlığın, yoksulluğun, sefaletin dipsiz çukuruna iten, insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakan, sürgüne mecbur eden emperyalist ve gerici savaşlar serisinin dolaysız olarak tarafı ve sorumlusudur. Afganistan işgalinde neredeyse başı çekmiş, burada yapılan katliamların altına imza atmıştır. Hala bu ülkede en fazla asker bulunduran devlettir. Dünyada en çok silah üreten devletlerin başında yer almaktadır. Savaş coğrafyaları olan ülkeleri kendi silah pazarı haline getirmiş olup, en çok silah satan devlettir. Ticaretinin en önemli kalemi silah satışıdır. Körfezin çağdışı ülkelerine en çok Alman devleti silah satmaktadır. Ülkesinde soykırım yapmakta olan Sudan rejimini silahlandıran da Alman devletidir. Ortadoğu’nun bir av sahası olmasında, bir savaş coğrafyası haline getirilip, bir kan deryasına çevrilmesinde, IŞİD ve benzeri ölüm makinelerinin eğitilip-donatılmasında, en az ABD kadar suçlu ve sorumludur. Bu coğrafyadaki emperyalist nüfuz mücadelesinin eseri olan, birkaç milyon mülteciyi kabul etmesi karşılığında Türk sermaye devletinin Türkiye ve Kürdistan halklarına dönük kirli savaşına sessiz kalan, karanlık ve kirli anlaşmalar yapan ve Ukrayna’daki Hitler artığı faşist güçlerle işbirliği halinde nüfuz kavgası yürüten de bu kirli devlettir.

Sorunun diğer muhatabı ise Türk sermaye devletidir. Bu devlet, sadece bulunduğu bölgenin değil, dünyanın en kirli ve karanlık devletidir. Sermaye devletinin dümenindeki AKP başından itibaren bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş görmüştür. Günümüzde, öncelikli hedefi Kürt halkı olan ve bir toplu imha biçiminde yürütülen kirli bir savaş yürütmektedir. Bu kirli savaşın bir ayağı da Suriye ve Rojava’dır. Onlar üzerinden de tüm bir bölgedir. Bu kirli devlet bir yandan sürdürdüğü sosyal yıkım saldırıları ile Türkiye ve Kürdistan’ın işçi ve emekçilerini yıkıma, demek oluyor ki yokluğa, yoksulluğa, açlığa mahkum ederken, bir diğer yandan da bu faturayı daha bir katlayacak olan ABD öncülüğündeki bir emperyalist savaşa sürüklemeye çalışmaktadır. İçeride Türkiye işçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı ve Alevi emekçilerine dönük savaş, dışarı da ise Suriye’ye dönük savaş çığırtkanlığı bu devletin ve dümenindeki dinci-gerici AKP iktidarının en başat icraatıdır. En kirli ve karanlık icraatlarından biri de Irak, Suriye ve Kürdistan’ın ve şimdi de Türkiye’nin bir savaş alanı haline gelmesinde çok özel bir rol oynayan IŞİD ve benzeri insanlık düşmanı çağdışı çetelerle hiç kesintiye uğramayan kirli ve karanlık ilişkileridir. Hala bu kirli silahlarla yoğun bir mesainin içindedir. Tam da bu nedenledir ki Türk sermaye devleti ve AKP iktidarı da en az efendileri kadar Suriye ve Ortadoğu’daki kanlı iç savaşlardan, emperyalist işgal ve müdahalelerden ve bunların sonucu olan mülteci dalgalarından sorumludur. O da en az onlar kadar insanlık suçu işlemektedir.

Kısacası emperyalist Alman devleti de, Türk sermaye devleti de mülteci sorununun çözüm gücü değil, bizatihi sorumlusudurlar. İnsanlığın ve mültecilerin çektiği acılar, yaşadıkları yıkımlar zerrece onları ilgilendirmemektedir. Onları ilgilendiren yegane şey çıplak çıkarlarıdır. Onlar gerçekte mültecilere kucak açmıyorlar, tam tersine, onları sefaletin dipsiz kuyusuna itiyorlar. Onlar çözüm peşinde değil, mülteci dalgalarını fırsata çevirmenin, bu anlama gelmek üzere bundan kâr elde etmenin peşindedirler. Mülteciler insan değildir onlar için. Olsa olsa pazarda satılacak birer canlı metadırlar.

AB ve onun adına Alman devleti ile Türk sermaye devletinin bugüne kadarki tüm ilişkilerinin, yapılan pazarlıkların ve anlaşmaların hiçbirinin savaş mağduru mültecilere en küçük bir faydası olmamıştır. Sorunlarını çözmek şurada kalsın, daha da ağırlaştırmıştır. Örneğin, IMF Başkanı'nın tavsiyesi ile Türkiye’de de Avrupa’da da mültecileri en ucuz işgücü olarak değerlendirmek üzere, yasal düzenlemeler yapılmıştır. O kadar ki Türkiye’de de Almanya ve Avrupa’da da mülteciler daha bir dayanılmaz koşullarda yaşamaktadırlar. Üstüne üstlük ırkçı-faşist çetelerin saldırılarının boy hedefi haline getirilmişlerdir. Bir devlet politikası halinde toplumdan dışlanmakta, aşağılanmakta ve gerisin geri ülkelerine dönmeye zorlanmaktadırlar. Keza göç durmamış, mülteci katliamları, yani Akdeniz’de toplu halde boğulmalar daha da artmıştır. İnsan kaçakçılığı en kârlı bir sektöre dönüşmüştür. O kadar ki, devletlerin kendisi insan kaçakçılığı yapar hale gelmiştir.

Mültecilerin Türkiye’deki tablosu ise daha da iç karartıcıdır. Mültecilerin koşullarında en küçük bir iyileştirme yapılmadığı gibi, yeni yasal düzenlemelerle en düşük ücretlerle çalıştırılan köle statüsüne mahkum edilmiş bulunuyorlar. En kötüsü de aralarına mülteci kılığında IŞİD militanları sızdırılarak, AFAD adlı kamp yalanı ile ileride başvurmayı tasarladıkları iç savaşa alet edilmek üzere Kürt ve Alevilerin yoğun olduğu kentlere yerleştirilmektedirler.

Son olarak, Alman ve Türk sermaye devleti temsilcileri görüşmelerde ilişkileri geliştirmekten de söz ettiler. Bunun kendisi, daha öncekiler gibi, bu da sadece mültecilere ilişkin yönü ile değil, emekçi halklarımıza dönük yüzü ile de daha kirli ve karanlık ilişki, pazarlık ve anlaşmalar demektir. Birkaç milyon mültecinin kabulü sırasında Türk sermaye devleti ve AKP iktidarının, akademisyenlerin “Kirli savaşa hayır” tutumu gibi en sıradan demokratik çıkışlarına dönük uygulamalarına, Can Dündar ve kimi başka gazetecilerin tutuklanmasına karşı sergilenen orman sessizliği, AB’nin Türkiye ile ilgili insan hakları raporunun çekmecelere kilitlenmesi ve en önemlisi de Kürt halkına dönük kirli savaşın desteklenmesini ifade eden duruş, buna yeterli kanıttır.

Yegane çözüm adresi sosyalizmdir

Bilindiği gibi Merkel ve Erdoğan’ın görüşmesinin hemen ardından BM’nin organize ettiği ve Türkiye’nin ev sahipliğini yaptığı Dünya İnsan Hakları Zirvesi gerçekleştirildi. İki gün süren bu zirvede, mülteciler sorunu da içinde, sözde insanlığa ve doğaya ait sorunlar ele alındı, bu yönde tartışmalar yapıldı, çözümler üretilmeye çalışıldı. Bir kez daha, bu zirve de işçi ve emekçi halkların çıkarları bakımından hiçbir değeri olamayan bir zirve oldu. Hamasi nutukların sonunda, mülteciler sorunu da dahil, her şey dönüp dolaşıp bir kez daha, maliye, toplam fatura, bunun kimlerce ödeneceği, mültecilerden en iyi nasıl yararlanılacağı ve en çok kimin kâr sağlayacağına bağlandı. İnsan, insan hakları, insanlığın sorunları; bunlar kapitalizme yabancıydı ve yine öyle kaldı.

Bunun şaşılacak hiç bir tarafı bulunmamaktadır. Zira, kapitalizm tüm iddiaların tersine bugüne dek insanlığa ve doğaya ait hiçbir soruna çözüm getirememiştir. Tam tersine daha da çoğaltmıştır. Esasen o buna muktedir değildir. Dolayısıyla, kapitalizm insanlığın sorunlarının bugünkü tezahürlerinden biri olan mülteci sorununa da çözüm gücü olamaz.

Sömürünün, baskının, yokluk ve yoksulluğun, savaşların ve göçlerin olmadığı yegane toplum sosyalizmdir.

 
§