2 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/45

Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
AB-Türkiye arasındaki emperyalist düğüm
Ekonomik kriz, riskler ve görevler
Kral çıplak!
OHAL’de direniş!
Tarikat yurdunda yangın: 11 öğrenci yaşamını yitirdi
Şirvan madenci katliamı ve iş cinayetleri üzerine
Günsan direnişçileri: Önemli olan işçilerin birlik olması
MİB MYK Kasım Ayı Toplantısı Sonuçları
DİSK: Asgari ücret net 2 bin TL olmalıdır
Devlet, işlevi ve akıbeti üzerine…
Avrupa’da siyasal gericilik dönemi ve faşizm tehlikesi
Halep, Rakka, El Bab üçgeninde savaş kızışıyor
Küba Devrimi'nin komutanı: Fidel Castro
Fidel ezilen milyonların kalbinde yaşamaya devam ediyor!
Ticarethane değil üniversite için sonuna kadar mücadele!
İEKK’dan 25 Kasım eylem ve etkinlikleri
Siyasi tutsaklarla dayanışmaya
Emperyalist savaşa ve yıkıma karşı mücadeleye
Rejim krizi ve beklentiler
Çocuk istismarı ve travma
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekonomik kriz, riskler ve görevler

 

2008’de ABD’de baş gösteren ve tüm dünyaya yayılarak sarsıcı etkiler yaratan ekonomik kriz, 1929’daki büyük buhrandan bu yana yaşanan en ciddi kriz olarak nitelenmişti. Bu büyük krizin yükü, bir yandan neo-liberal saldırı politikaları ile sömürüyü yoğunlaştırarak ve sosyal hakları gasp ederek işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sırtına yıkıldı. Öte yandan sermaye için yeni karlı sömürü alanları açılarak kriz yönetilmeye çalışıldı. Fakat ağır neoliberal saldırılara, alınan tüm önlemlere ve gösterilen tüm çabalara rağmen kriz aşılmış degil. Dolayısıyla kapitalizmin küresel çaptaki ekonomik krizi tüm dünyanın ana gündemi olmaya devam ediyor.

Türkiye kapitalizmi, kapitalist dünya ekonomisine hem genişlemesine hem derinlemesine bin bir bağla bağlıdır. Bu nedenle dünya ekonomisindeki herhangi bir gelişmenin Türkiye’de belli biçimlerde yankı ve etki yaratmaması mümkün değildir. 2008 krizini “Kriz, bizim krizimiz değil” ve “Kriz Türkiye’yi teğet geçt” böbürlenmeleriyle karşılayanlar, şimdi büyük bir krizin kapıya dayanmış olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmiş bulunuyorlar. İktisatçılar, Türkiye ekonomisinin 2008’den bu yana krizin en derin etkilerini yaşadığını, kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin notunu yatırım yapılamaz seviyeye düşürmesinden sonra Türkiye’ye eskisi gibi bir sermaye akışının olamayacağını, tersine bazı fonların Türkiye’den zorunlu olarak çıkacağını ileri sürüyor.

Bir süredir durgunluk içinde olan Türkiye ekonomisinin, özellikle ABD’deki seçim sonuçlarından ve FED’in Aralık ayında faiz arttırma ihtimalinden etkilenerek önemli bir sarsıntı geçirdiği genel kabul görmüş bulunuyor. En önemli gösterge ise TL’nin dolar karşısında hızlı değer kaybetmesi. 1994, 1998, 2001, 2008’de yaşanan krizlerde ilk olarak döviz fiyatlarının tırmandığına dikkat çeken iktisatçılar, bugün de bezer bir süreç yaşandığına ve Türkiye ekonomisinin küçülmekte olduğuna işaret ediyorlar.

IMF vb. emperyalist kuruluşlar Türkiye ekonomisinin küçüleceğini belirtirken, kredi derecelendirme kurumları da (Fitch ve Moody’s) Türkiye ekonomisini “çöp” notuna dönüştürdü ve dünyadaki risk sıralamasında ikinci sıraya koydu.

Ekonomideki kırılganlık ve durağanlık, aşılamayan rejim-devlet krizi, Kürt sorununda yaşanan açmazlar, AB ile tırmanan gerginlikler, ABD ile yaşanan kimi sorunlar, Suriye savaşı vb. gelişmeler Türkiye’yi riskli ülkeler kategorisinde ikinci sıraya yerleştirmiş ve sermaye açısından “güvensiz bir liman” haline getirmiş bulunuyor.Tüm bu faktörlerin yabancı sermayenin çıkışına neden olduğu ve bunun da krizi ayrıca tetiklediği ileri sürülüyor.

Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım “telaş edilecek bir durum yok”, “Doların yükselişi küresel dalgalanmaların yanı sıra ABD’de Trump’ın seçimine bağlı geçici bir durum” diye iyimser hava pompalasalar da Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun art arda toplanması yaşananlar karşısındaki telaşı ve paniği anlatıyor. İç ve dış politikada sarsılan AKP iktidarı, şimdi de ekonomideki kriz tehlikesiyle sarsılacak gibi görünüyor.

Ekonomik göstergelerdeki kötüleşme ve büyüyen jeopolitik riskler, krizin bu kez Türkiye’yi “teğet geçmeyeceğini” gösteriyor. Bu durumun önümüzdeki yıllara yansıyacak olan etki ve sonuçları ise büyük bir sosyal ve toplumsal yıkım olacaktır. Daha şimdiden işsizlik 11.3’ü bulmuş durumda. Gerçekte ise işsizlik oranı faal nüfusun yüzde 20’sinin üzerinde bulunuyor. Gelir dağılımındaki uçurum giderek büyüyor. Nüfusun yüzde 68’i banka ve kredi sistemine borçlu. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.405, yoksulluk sınırı ise 4 bin 577 TL’ye dayanmış durumda.

Krizden çıkış yolları ve yaratacağı sonuçlar

Kriz dönemlerinin gerek burjuvazi gerekse de proletarya açısından riskler ve fırsatları bir arada içerdiği biliniyor.

Sermaye sınıfının krizden çıkmak için başvurduğu önlemlerin başında ise her zaman krizi işçi sınıfına ve emekçilere fatura etmek yer almıştır. Kriz koşulları bu bakımdan burjuvazi için bir fırsattır. Zaten on yıllardan beri emekçileri hedef alan neo-liberal saldırılar da krizi yönetmeye dönük uygulanan politikalardı. Ama buna rağmen kriz kapıya dayanmış bulunuyor. Şimdi neo-liberal saldırıların tümü krizden çıkmak hedefiyle daha da şiddetlenerek devam edecektir.

Ücretlerin düşürülmesi, geniş çaplı sosyal saldırılarla kazanılmış hakların sistemli bir şekilde geri alınması, gelişebilecek sosyal mücadelelere karşı her türden gericiliğin, giderek faşizmin kurumsallaşması, bu yolla toplumun faşist terörle sindirilmesi vb. yöntemler, burjuvazi açısından krizden çıkış adına gündeme getirilecektir. Bütün bu uygulamalar, aynı zamanda sosyal dengeleri sarsacağı, toplumsal, sosyal ve kültürel sorunları ağırlaştıracağı, sınıf çelişkilerini keskinleştireceği için burjuvazi açısından ciddi riskler taşımaktadır.

Kriz, olanaklar ve devrimci parti

Kriz koşulları sınıf çelişkilerini önemli ölçüde keskinleştirir ve sınıf mücadelesini ivmelendirir. Nesnel olarak sınıf ve kitle hareketinin serpilip gelişmesi için daha elverişli ortamlar yaratır. Daha büyük sosyal mücadelelerin gelmekte olduğunu haber verir, bu anlamda devrimin ihtiyacına ve güncelliğine işaret eder. Dolayısıyla devrimci bir parti için büyük olanaklar yaratır.

Ekonomik krizin devrimci sınıf mücadelesinin gelişmesine sunduğu, sunacağı olanaklardan birisi de kapitalist düzenin pisliğinin, çürümüşlüğünün ve onulmaz çelişkilerinin sınıf ve kitleler nezdinde daha açık bir şekilde görünür hale gelmesidir. Bu nedenle, özellikle kriz dönemlerinde emekçi kitlelere kapitalist düzenin gerçekliğini anlatabilmek ve devrimci alternatifi öne çıkarmak özel önem taşıyor.

Koşulların, devrimci bir sınıf hareketini geliştirme hedefi doğrultusunda ne oranda değerlendirilebileceği sorunu sınıfın ileri unsurlarının ve devrimci sınıf partisinin ortaya koyacağı inisiyatife bağlı olacaktır. Bu inisiyatifi her biçim ve düzeyde ortaya koymayı başarabilmek, sınıf devrimcileri açısından güncel ve yakıcı bir sorumluluktur.

 
§