2 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/45

Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
AB-Türkiye arasındaki emperyalist düğüm
Ekonomik kriz, riskler ve görevler
Kral çıplak!
OHAL’de direniş!
Tarikat yurdunda yangın: 11 öğrenci yaşamını yitirdi
Şirvan madenci katliamı ve iş cinayetleri üzerine
Günsan direnişçileri: Önemli olan işçilerin birlik olması
MİB MYK Kasım Ayı Toplantısı Sonuçları
DİSK: Asgari ücret net 2 bin TL olmalıdır
Devlet, işlevi ve akıbeti üzerine…
Avrupa’da siyasal gericilik dönemi ve faşizm tehlikesi
Halep, Rakka, El Bab üçgeninde savaş kızışıyor
Küba Devrimi'nin komutanı: Fidel Castro
Fidel ezilen milyonların kalbinde yaşamaya devam ediyor!
Ticarethane değil üniversite için sonuna kadar mücadele!
İEKK’dan 25 Kasım eylem ve etkinlikleri
Siyasi tutsaklarla dayanışmaya
Emperyalist savaşa ve yıkıma karşı mücadeleye
Rejim krizi ve beklentiler
Çocuk istismarı ve travma
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kral çıplak!

 

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) aldığı karara karşı Erdoğan’ın başlattığı salvo atışlarının hiçbir anlam ve ağırlığı yoktur. Erdoğan kliğinin elinde “kapıları açarım ha” tehdit ve şantajından başka bir silah bulunmuyor. Ekonomik olarak bağlı olduğu, ticaretinin yüzde ellisini yaptığı bir birliğe karşı Türk sermaye devletinin çok daha ileri gidebilme şansı da yok. Erdoğan, iktidarını kurtarmak için yanıp tutuşsa da gerçek budur.

Türkiye kapitalizminin baronları da Erdoğan’ın içerisine girdiği kurt kapanının farkındalar. Şimdiye kadar kendilerine kazandıran bir iktidar olması ve sağladığı avantajları kasalarına indirme döneminin bittiğini görecek kadar gerçekçi oldukları için, alttan alma yaklaşımını bırakıp Erdoğan’a karşı seslerini daha “cesur” bir şekilde yükseltmeye başladılar. Türkiye’nin çok ciddi yol ayrımında olduğunu belirten TÜSİAD Başkan Yardımcısı Sedat Şükrü Ünlütürk’ün, sorunu “Türkiye için yeni normal, kavga ve kaos mu, yoksa hukukun üstünlüğü ve demokratik değerler mi olacak” diye ortaya koyması, ekonominin baronlarının açıktan bir arayışa girdiklerinin ilanıdır.

Bu durumun farkında olan Erdoğan ise aleyhine işleyen süreci tersine çevirmek için canhıraş bir savaş başlattı. “Tanrının lütfu” darbe girişiminin sağladığı olanaklar da artık baş aşağı gidişi durdurmaya yetmeyecektir. Ve elbette bu durum ülke halkları için çok daha büyük tehlikelerle dolu bir döneme kapı açmaktadır. Öte yandan bu gerçeğin yanı sıra dönemin özelliklerini anlayan, kavrayan ve buna uygun olarak mevzilenmesini bilen devrimci hareket için de sınırsız olanaklar ortaya çıkacaktır.

Yalanla peynir gemisi yürümüyor

Tayyip Erdoğan sokağa ve yandaşlarına seslenerek durumunu stabilize etmeye çalışıyor. Elinden kayan iktidar olanaklarına yeniden hakim olabilmek için bütün güçlerini savaşa sürüyor. Tek yanlı, yalan ve çarpıtmaya; kısacası, dezenformasyona dayalı propaganda savaşını sahip olduğu medya tekeline dayanarak son kertesine kadar kullanıyor. Ancak bütün bunlar, hükümet içerisinde çatlakların oluşmasını engellemeye, ebedi şefe karşı çıkan çatlak sesleri bastırmaya yetmiyor.

Ekonominin içerisinde bulunduğu durumun hamaset nutuklarıyla aşılamayacak kadar ciddi olduğunu gören, özellikle ekonomiden sorumlu bakanlar ebedi şefi ve onun baş memurunu tekzip ediyorlar. Sokaktaki vatandaşı bile ikna etmekten uzak “Dolardan bize ne?”, hele yandaş çanak yalayıcısı gazeteci müsveddelerinin “Bunu Amerika düşünsün” zırvalarının ömrü gün batımına kadar sürmüyor. Baş memurun “Dolar kurunun dalgalanması daha bir-iki ay sürecek” diyerek, devlet adamlığı “ciddiyetine” soyunmasının da, çamlar devrildikten sonra bir ağırlığı olmuyor. Kurun dalgalanmasına karşı ileri sürebilecekleri hiçbir enstrümanlarının olmadığını gizleyemiyorlar. Daha da beteri bu gerçeği vatandaş da görüyor.

Baş reisin “Faizleri yükseltmek ihanettir” buyruğunun üzerinden yirmi dört saat geçmeden, Merkez Bankası faizleri yükseltmek gibi bahtsız bir karar almak zorunda kalıyor. Faizlerin yükseltilmesi kararı, AP’nin hiçbir bağlayıcılığı olmayan kararıyla tepetaklak oluyor. MB’nin “doların ateşini düşürmek” için piyasaya sürdüğü dolarları da yutacak şekilde, dolar bir anda 3,50 TL’ye dayanıyor. Ortamı teskin etmek için, bakanlardan “Ben aslında OHAL istemiyorum”, “AB bizim için çok önemli” minvalinde açıklamalar sökün ediyor. Ekonominin kuralları işlemeye devam ediyor. Bu bayların Londra borsasına ve AB üzerinden de uluslararası finanskapitale uzattıkları el havada kalıyor. Hık diyenin kellesini uçurmayı ilke edinen, tayfasından mutlak bir biat isteyen baş reis “Sen de mi Brütüs” diyerek iç geçiriyor. Kirli çamaşırların ortaya dökülmesini çok beklemeyeceğiz gibi gözüküyor.

İktidarı yitirmenin kendisi için ölüm demek olduğu gerçeğini bilecek kadar suça bulanmış olan baş reisin, Şanghay Beşlisi çıkışları, Putin görüşmeleri vb. üzerinden manevra alanı yaratma çabaları da boşa çıkıyor. Öyle ki El Bab’da havadan vurulan askeri birliklerinin kimler tarafından vurulduğunu dahi “bilmeyecek!” kadar can ve iktidarlarını kurtarma telaşına düşmüşlerdir.

Şecaat arz ederken sirkatini söyleyen merdi kıpti

Devlet terörü zoruyla zar zor iktidarını ayakta tutmaya çalışan ebedi şef, AB’ye karşı hamaset nutuklarına Kürt ve kadın düşmanlığını ekleyerek milliyetçi-muhafazakar kesimlerden destek yaratmaya yöneliyor. AB’ye aday üyeliklerinin kabul edilmesini havai fişek gösterileriyle kutladıklarının unutulduğunu sanarak “AB’ye muhtaç değiliz” türünden kaba yalanlarla içerisine girdikleri ruhsal çöküntüyü bastırıp gizleyerek, yandaşlarının direncini arttırmaya çalışıyor. “Kapıları açarız ha” derken, kendisine ve iktidarına biçilen rolün birkaç kuruş karşılığında kapıcılık ve bodyguardlık olduğunu da ele veriyor. Milli gurur, haysiyet ve onur bunun neresinde? Şecaat arz eden merdi kıpti sirkatini söylermiş.

Baş reis, “Aldıkları kararlar siyasaldır” diyerek zırvalamanın perişan bir tablosunu sunuyor. Siyasal bir yapı olan devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve aldıkları kararların da politik olmasından daha doğal ne olabilir ki? Sanki kendilerinin aldığı kararlar politik değilmiş de “şey”miş. Kişi bir kez perişan hallere düşmesin, sonunda zırvalamanın sınırlarını da zorlayarak, patlatır. Devlet erkine dayanarak korumasız emekçi halklara karşı cellat kesilenlerin nasıl da birer zavallılar güruhu olduklarını içerisine girdikleri bu son durum olanca çıplaklığıyla ifşa etmiştir. Artık “Kral çıplaktır” ve bunu herkes görüyor! Onların her kıpırdanışları, akrep misali kendi kendilerini zehirlemekten başka bir işe yaramıyor, yaramayacaktır.

Su alan gemi karaya tosluyor

Gemi artık delinmiştir. Kentsel dönüşümler, neo-liberal ekonomi politikalarının gereği olarak metaların daha hızlı dolaşımı için yapılan şehirlerarası duble yollar, kapitalist-emperyalist metropollere yoğun bir emek sömürüsüne dayanan ihracat ve daha ucuz turizm hizmetlerinin sunulmasının sağladığı vurgunlardan daha çok pay alabilmek için Türkiye gibi ülkelere akan likidite bolluğuna dayanan, borca dayalı “refah toplumu” döneminin sonuna gelinmiştir.

Büyük emperyalist devletlerin, küçük ekonomileri yolmasının adı olan AB’nin, birlik içerisinde olmalarının sağladığı imkanlarla Yunanistan, İspanya, Portekiz, İzlanda, İrlanda vb. ülke ekonomilerinin başına getirdiklerini biliyoruz. Sıra G20 diye onore edilenlere geldi. Brezilya, Arjantin, Meksika, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Güney Afrika, Türkiye vb. gibi ekonomik ve mali bağımlılığı olan ülkelerin “yükselen yıldızı” düşüşe geçmiş, parlaklığı çoktandır solmaya başlamıştır. Brezilya’daki parlamento baskınının, Arjantin, Güney Afrika ve Güney Kore gibi ülkelerde rüşvet, dolandırıcılık, işsizlik ve yoksulluk karşıtı süren eylemlerin baskısı altında hiçbir iktidar yarınından emin değildir. Bu durumdan, her türlü suça ve yolsuzluğa bulaşmış olan Erdoğan ve şürekasının azade olması için hiçbir neden yoktur ve kalmamıştır.

 
§