22 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/36

İşçi sınıfı emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmelidir!
Hatun Ana ırkçılığın topraklarına değil, insanlığın yüreğine gömüldü
Erdoğan ne yaptıysa tersini söylüyor
AKP’nin Nuriye ve Semih korkusu
Ulucanlar ve hapishane katliamları üzerine…
“Zor dönemi” aşmak için Habip ve Ümit olunmalı
Gerçek birlik için devrimci ayrıştırma!
İSDEMİR’deki iş cinayetinde BALTAŞ işçiyi suçladı
MİB MYK Eylül ayı toplantısı sonuçları
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Eylül Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Emeğin korunması ve Sovyetler Birliği deneyimi
“Bağımsız Kürdistan” gerilimi
Astana’da taraflar anlaştı
Fransa: Bu kavga sınıf kavgasıdır!
Almanya’da seçim kampanyalarından yansıyanlar
Otomobil tekelleri ekolojik dengeyi mahvediyor
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
TEOG tek adamın emriyle kaldırıldı!
Proletaryanın uluslararası birliği: Birinci Enternasyonal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hatun Ana ırkçılığın topraklarına değil, insanlığın yüreğine gömüldü

 

HDP’nin tutuklu Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un Ankara’da Gölbaşı İncek mezarlığındaki cenaze törenine yapılan ırkçı-faşist saldırının yankıları devam ediyor.

Dinsel gericiliği milliyetçilikle birleştirip “Burada şehit cenazesi var, buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz. Burası Ermeni mezarlığı değil”, “Buraya Kürt’ü, Alevi’yi, Ermeni’yi gömdürtmeyiz! Gömerseniz de çıkartır parçalarız!” gibi sloganlar atan faşist güruh sermaye devletinin izni ve desteğiyle bir “gösteri” yaptı. Çoğu zaman böylesi güruhlar, “milli” duygularının hassasiyetiyle davranan “duyarlı vatandaşlar” sayılıp açıktan sahiplenilmekteydi. Bu sefer bu “duyarlı vatandaşlar” işi abartıp, akıl almaz bir vahşilikle mezarı açmaktan, defnedilen Hatun Ana’yı parçalamaktan bahsediyordu. Öylesine çığırından çıkmış bir histeriyle hareket eden saldırganlar, ancak aile tarafından mezar Dersim’e götürülmek üzere çıkarılınca, polisin boş mezarı göstermesiyle ikna olarak “yatışabildi.” Saldırganların mezara yönelik saldırılarını, defin işlemi gerçekleştiren aileye ve yakınlarına taş atmalarını, mezarın üzerine çıkarak Hatun Ana’yı parçalama tehditlerini polisin sadece seyrettiğini, hatta saldırganlara isimleriyle hitap ettiklerini de eklemek gerekir.

Bu ırkçı saldırının korkunç vahşi boyutu tepki almaya başlayınca hükümet genel geçer bir “dinimizde, medeniyetimizde böyle bir şey yoktur” minvalinde açıklamalar yaptı. Tepkileri dindirmek adına da saldırganlar hakkında gözaltı işlemi yapıldı. Burada tutuklanan üç saldırgandan birinin karakoldayken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile hatıra fotoğrafı çektirdiği ortaya çıktı. Saldırıyı AKP’ye karşı bir algı operasyonu ve provokasyonu olarak göstermeye çalışan yandaş medya haliyle bu saldırgan Murat Alp’in AKP Gölcük Teşkilatı üyesi ve Bakan Soylu dışında Bilal Erdoğan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu ve AKP Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdu ile de fotoğraf çeken, has bir AKP’li olduğunu görmezden geldi. Fotoğrafla bu işin içindeki rolü ifşa olan Süleyman Soylu’yu aklamak için HDP’yi sorumlu göstermeye vardıran yazılar yazıldı.

Bu vahşi ırkçı saldırı ve sonrasında yaşananlar bu topraklarda yaşayan halkların hafızasında başka yaşanmışlıkları çağrıştırdı. Zira bu ülke toprakları pek çok katliam gördü, pek çok insanlık dışı olaya şahit oldu. “Sivas’ın, Maraş’ın, 6-7 Eylül’ün, Dersim’in, Şeyh Said kıyamının, 1915’in tezahürüydü” diye yaşanan saldırıyı özetledi HDP’liler.

Saldırganla çekilen fotoğraf da Hrant Dink’in katili Ogün Samast’la fotoğraf çektiren devlet görevlilerini hatırlattı.

Cenazeye yapılan saygısızlık da yabancı değildi bu ülkenin ezilen halkları için. Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de cenazelerin kiminin yakılmış kimininse parçalanmış halde bulunması ve çoğu cenazenin ailelere verilmemesi hatırlandı. Taybet İnan’ın cenazesinin sokak ortasında bırakılarak öldürülmesinden 23 gün sonra toprağa verildiği ve 11 çocuğu dahil olmak üzere ailesinden kimsenin cenazeye katılmasına izin verilmediği hatırlandı. Ekin Wan’ın işkence edilmiş bedeninin çıplak fotoğraflarının yayınlanması hatırlandı. Hacı Lokman Birlik’in cesedinin zırhlı bir aracın arkasına bağlanıp sokaklarda gezdirildiği hatırlandı. Evinde kurşun isabet etmesiyle öldürülen 10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın sokağa çıkma yasağı olduğu için cesedinin üç gün derin dondurucuda saklandığı hatırlandı. IŞİD’e karşı savaşta ölen Aziz Güler ve Eylem Ataş’ın cenazelerinin Türkiye sınırında ailelerine verilmeyerek haftalarca bekletildiği hatırlandı. Dersim dağlarında yaşamını yitiren oğlunun cenazesini alabilmek için açlık grevi yapan 70 yaşındaki Kemal Gün hatırlandı.

“En azından mezarının yerini bileyim” diye yıllardır kayıplarını arayan aileler hatırlandı. Mezarlarına saldırılar düzenlenen, mermerleri kırılan, bombalanan, Ulucanlar Katliamı’nda olduğu gibi ölü bedenlerine işkenceler edilen devrimciler hatırlandı.

Tüm bunların üzerinden “Ölüye saygı medeniyet unsurlarımızın temellerinden biridir” diyen cumhurbaşkanlığı sözcüsünün, Diyanet yetkilisinin ve hükümet sözcülerinin tarihsel ikiyüzlülükleri unutulmamak üzere not edildi.

Yargı süreci de bilindik olacak

Irkçı saldırıyı Ankara Valiliği “sataşma” diye niteleyerek, İçişleri Bakanı da “3-5 kendini bilmezin işi” olarak değerlendirerek yargı sürecinin nasıl işletileceğini de göstermiş oldular. Saldırı savcılık tarafından “organize” bulunmayarak, saldırganlar hakkında da sadece 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten soruşturma açıldı. Oluşan tepkileri dindirmek adına da göstermelik olduğu belli olacak şekilde 3 kişiye de tutuklama verildi.

Bu ırkçı-faşist saldırı, dinci-gerici iktidarın ve de dayandığı kesimlerin hiçbir insani değerle alakalarının olmadığını gösteren yeni bir örnek oldu. Kürt’ün, Alevi’nin, Ermeni’nin dirisine yaşam hakkı tanımayan dinci-gerici iktidarın, ölüye de gömülme hakkı vermediği bir kez daha görüldü. En çok dinden-imandan bahsedenlerin kendi inandıklarını dahi hiçe sayarak ne denli vahşileşebileceklerinin denemesi yapıldı. Yaşamak ve çalışmak için gittikleri illerde Kürtleri linç etmek için, “ülkeyi böldürtmeyeceğiz” histerisiyle kışkırtılarak ortaya salınan güruhların, Kürtlere gömülecek mezar yeri dahi vermeyecek denli insanlıktan çıkabilme potansiyelleri anlaşıldı.

Bugün bu insanlık dışı saldırıyı yapanlar, onları yönlendirenler, koruyanlar işçi ve emekçilerin örgütsüzlüklerinden aldıkları güçle hareket ediyorlar. Bu ülke işçi ve emekçilerinin Hatun Ana şahsında Kürt halkına yapılan bu faşist saldırıya ve ırkçılığın, gericiliğin bu denli yükseltilmesine yanıtı ise işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini daha gür haykırmak olmalıdır. Irkçılığın, gericiliğin beslendiği sermaye düzeninden hesap sormak için daha çok mücadele edilmelidir. Ve unutulmamalıdır ki er ya da geç, Hatun Ana’ya gömülmek için çok görülen bu topraklarda, işçi sınıfı ve ezilen halkların eşitçe, özgürce ve kardeşlik içinde yaşayabileceği sosyalizm de görülecektir.

 
§