22 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/36

İşçi sınıfı emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmelidir!
Hatun Ana ırkçılığın topraklarına değil, insanlığın yüreğine gömüldü
Erdoğan ne yaptıysa tersini söylüyor
AKP’nin Nuriye ve Semih korkusu
Ulucanlar ve hapishane katliamları üzerine…
“Zor dönemi” aşmak için Habip ve Ümit olunmalı
Gerçek birlik için devrimci ayrıştırma!
İSDEMİR’deki iş cinayetinde BALTAŞ işçiyi suçladı
MİB MYK Eylül ayı toplantısı sonuçları
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Eylül Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Emeğin korunması ve Sovyetler Birliği deneyimi
“Bağımsız Kürdistan” gerilimi
Astana’da taraflar anlaştı
Fransa: Bu kavga sınıf kavgasıdır!
Almanya’da seçim kampanyalarından yansıyanlar
Otomobil tekelleri ekolojik dengeyi mahvediyor
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
TEOG tek adamın emriyle kaldırıldı!
Proletaryanın uluslararası birliği: Birinci Enternasyonal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bağımsız Kürdistan” gerilimi

 

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKYB) aldığı bağımsızlık referandumu kararı yeni bir tartışma ve gerilimin tırmanmasına yol açtı. Referandumun ertelenmesi için Barzani’yi ikna çabalarının yanı sıra ABD, Birleşmiş Milletler (BM), Fransa ve İngiltere’nin sunduğu teklif ve ardından Beyaz Saray’ın devreye girerek referanduma karşı olduğunu ve iptal edilmesi gerektiğini belirtmesi de referanduma gidilmesi kararını değiştirmedi. İçteki tüm olumsuzluklara ve dışarıdaki tüm basınca rağmen Barzani’nin, “Bize referandumu erteleyeceğimiz bir alternatif sunulmadı. Hiç kimsenin sözünü dinlemeyin, referanduma gidiyoruz” demesi, bölgede, merkezinde Kürtlerin bulunduğu yeni bir krizi tetiklemiş görünüyor.

IKBY’nin referandum kararlılığı, kendi iç bünyesinde olduğu gibi, başta bölgedeki sömürgeci güçler olmak üzere uluslararası boyutta da tepkilere konu edilmiş durumdadır. Referandumun başlangıç aşamalarında, başta ABD olmak üzere bazı emperyalist odaklar, referanduma ya sıcak bakıp desteklerini duyurdular ya da zamanlama sorununu vesile ederek cılız tonda diplomatik açıklamalarla mesafeli davrandılar. Yanı sıra Irak ve Türkiye’nin de belli kayıt ve kaygılarına rağmen ciddi bir tepki göstermemeleri “hayra” yorulmuştu.

Fakat referandum zamanının yaklaşmasıyla, özellikle de bölge gericiliği, Kürtlere olan kinini kusmaya başladı. Zira dört sömürgeci gücün ortak derdi ve sorunu, Kürtlerin ulusal haklarını elde etmesini, kendi kaderini eline almasını engellemektir. Onlar, Güney’de kurulacak bağımsız bir Kürdistan devletinin, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki uyanışı güçlendireceğini, onlara bir model olacağını ve dolayısıyla tüm parçalarda büyük yankı ve etkiler yaratacağını düşünmektedirler. Bunun için bağımsızlık referandumu karşısına dikilmeyi kendi sömürgeci egemenliklerinin devamı için zorunlu görmektedirler. Bölgedeki sömürgeci güçlerin yanı sıra referandum günlerinin yaklaşmasıyla, başta ABD olmak üzere kimi batılı “dost güçlerden” de beklenmeyen tepkiler yükselmeye başladı. Özetle, bölgesel ve uluslararası güçlerde sesler daha yüksek çıkmaya, tepkiler daha sert tonlar almaya başladı.

Bazıları bölgede istikrarsızlığa ve etnik çatışmalara yol açacağı için bağımsızlık referandumuna karşı olduklarını, bazıları sınır kapılarını kapatacaklarını ve tüm anlaşmaları iptal edeceklerini, bazıları savaş sebebi olarak göreceklerini ilan ettiler. Başka bazıları ise “Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail’e” izin vermeyeceklerini belirtti. Bazıları bağımsızlığın Balkanlaşma anlamına geleceğini, bazıları da Barzani ailesinin bu meseleyi yolsuzluklarına kılıf olarak giydirmek ve konumunu güçlendirmek amacı taşıdığını ileri sürdü vb. IKBY’nin ortağı olan Kürdistan Yurtseverler Birliği bile ABD, BM, Fransa ve İngiltere’nin sunduğu teklifin ciddiye alınması gerektiğini dile getirmek durumunda kaldı. Tüm bunlar krizi derinleştirici etkenler oldu.

Fakat bütün bu çok yönlü basınca ve kuşatmaya rağmen Barzani’nin “Şehitlerimizin kanına göstereceğimiz en büyük vefa Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. Kürdistan’ın bağımsızlığı, barış ve birlikte yaşam KDP’nin en büyük amaçlarıdır ve bu yolda kurban vermeye hazırdır” açıklamasıyla referanduma gitme kararlılığı göstermesi, “bu kararlılığın ve özgüvenin gerisinde ne var” biçiminde şaşkınlık ifadesi soruları sordurttu ve yanı sıra bazı bazı senaryoların yazılmasına da vesile oldu.

Ortadoğu’da Kürt eksenli gelişen yeni bir kriz mi?

25 Eylül’de düzenlenecek bağımsızlık referandumu, görünürdeki gelişmeler ve bunların yol açacağı sonuçlar üzerinden bakıldığında yeni çatışma potansiyelleri barındırıyor. Ortadoğu gibi tarihsel düşmanlıkların derin, etnik ve ulusal boğazlaşmaların yaygın olduğu, altüst oluşların yaşandığı ve statülerin değişmeyle yüz yüze geldiği bir bölgede, emperyalistlerin eliyle sınırların yeniden çizilmesi, somutta Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık ilan etmesi durumunda, bunun, Kürtlerle bölgenin tüm öteki halklarının ilişkilerini nasıl etkileyeceği ve bunlar arasında ne gibi sorunlar yaratacağı önemli bir sorun olarak orta yerde durmakta ve bunun bölgede yeni çatışmaları tetikleyeceği kaygılarına yol açmaktadır.

Zira bugün Ortadoğu’da emperyalistler eliyle ve elbette emperyalist çıkarlar hedefiyle, çatışan, çelişen ve çakışan bir dizi gerici senaryo, emperyalist nüfuz mücadeleleri çerçevesinde uygulamaya konulmuş ve halklar birbirine düşman edilmiş durumdadır. Kurtlar sofrası haline gelen bu bölgede, Kürt hareketleri dört ülkeyi içine alan geniş bir etki alanıyla ve yükselen bir güç olma özelliğiyle önemli bir yerde duruyorlar. Bu özgün konumuyla hemen herkesin artan bir ilgisine de konu oluyorlar. Dolayısıyla özellikle de ABD emperyalizmi için bölgedeki egemenliğini genişletip pekiştirmede önemli bir dayanak konumunda bulunuyorlar.

ABD, Ortadoğu’da kendine önemli bir üs görevi gören ve bağımsız devletsel oluşuma geçmesi durumunda da görecek olan ve İsrail’i de rahatlatacak Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu karşısında son günlerde “referandumu desteklemiyoruz, iptal edilsin” açıklaması yaparak beklenmedik bir tutum almış oldu. Beklenmedik diyoruz, çünkü bağımsızlık referandumuna gidilmesi kararının ABD’nin onayıyla alındığı, ABD’nin onayı olmadan bunun yapılamayacağı genel bir inançtı. Başta Güneyli Kürtler olmak üzere hemen tüm Kürt çevreleri, Kürtlerin bölgede yükselen bir güç haline geldiğinden, Kürt sorununun da çözülmek üzere gündeme gelen uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunduğundan ve Güneyli Kürtlerin de ABD’ye sadakatle bağlı bir dost olduğunu kanıtlamış olmasından hareketle ABD’nin kendilerine özgürlük ve bağımsızlık getireceğine, Kürtlere nihayet bir devlet kazandıracağına fazlasıyla inanmaktaydılar ve halen de inanmaktadırlar.

Dolayısıyla ABD’nin, Kürdistan’ın bağımsızlığı referandumunu desteklemediğini ve iptal edilmesi gerektiğini açıklaması, hayal kırıklığının yanı sıra “ABD Kürtleri satacak mı?” sorusunu da akıllara getirmiş oldu. Hewler’in eski Fransız Konsolosu Frederic Tissot bile Kürtleri, “Kürt dostlarım unutmayın, 1975 yılında ‘dost’unuz Henry Kissinger Cezayir Antlaşması’yla sizi arkanızdan hançerlemişti” diye uyarmak durumunda kaldı.

ABD’nin şimdiki durumda bunu yapıp yapmayacağını, bugün için bunu yapmayı gerektiren herhangi bir nedenin olup olmadığı sorusunu yanıtlayacak durumda değiliz. ABD’nin, kendisine bu derece bağlı ve sadakatli olan, kendisi için önemli bir üs konumunda bulunan Güneyli Kürtleri ortada bırakması için şimdilik bir neden görünmüyor gibi. Fakat ABD’nin çıkarlarının gerektirdiği her yerde ve her durumda, dün dost kabul edip dayandığı güçleri satarak ortada bırakabileceğini biliyoruz. Bizzat Irak Kürtlerinin kendisi bunun trajik örneğidir. Zira Irak Kürtleri 1975 yılında Cezayir Antlaşması’yla ortada bırakılmıştı. Aynı Irak Kürtlerine aynı oyun 1991 yılında da oynanmıştı, Kürtler önce cesaretlendirilip ayaklandırılmış ve sonradan da Baas rejiminin katliamları ile yüz yüze bırakılmıştı. Çıkarlarının gerektirdiği bir durumda ABD’nin aynı şeyleri tekrar yapmayacağının bir güvencesi yoktur. Zira ABD’yi ilgilendiren şey, temel ulusal haklarından yoksun bırakılmış mazlum Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı değil, tersine, Ortadoğu’daki kendi köleleştirici emperyalist çıkarlarıdır.

Gelinen bugünkü durumda referandum vesilesiyle sorun, ABD’nin Kürtleri ortada bırakıp bırakmama sorunu olmaktan ziyade, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını nasıl bağdaştıracağı ve bunun sanıldığı kadar kolay olup olmadığı sorunudur. Her şeyden önce ABD, Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinde etkin olarak konumunu ve rakipleri karşısında mevzilerini güçlendirmek, bölgeye çıkarları doğrultusunda yeni bir biçim vermek istiyor. Fakat Kürtler, ABD’nin bu hedeflerine ulaşmada başarılı olması için tek başına yeterli bir imkan ve güç olarak görülmüyor. Bölgede, kendine bağlı Arap işbirlikçilerinin yanı sıra sömürgeci Türk devleti de ABD için son derece önemli bir güçtür ve ABD onun hassasiyetlerini gözetmek durumundadır. ABD’nin çok eski ve köklü ilişkiler içinde olduğu ve bölgedeki temel önemde çıkarlarına sadakatle bekçilik yaptığı için, Türk devletini kendi çıkarları doğrultusunda etkin olarak kullanmak zorundadır. Bunun için de sömürgeci Türk burjuvazisinin çıkar ve hassasiyetlerini gözetmek durumundadır.

Bunu yaptığı durumda elbette ki Kürtlerle karşı karşıya gelmekte, Kürtlere dayanmaya kalktığı durumda ise Türk burjuvazisiyle ve Arap dünyasıyla sorunlu hale gelmektedir. Bu durum, ABD’nin bir dizi çıkarı birbiriyle bağdaştırmaya dayalı çabasının sonucudur. Dolayısıyla Ortadoğu’da birbiriyle bağdaşmayan çıkarlar, dengeler, tercihler ve politik yönelişler, ABD’nin bugün böyle yarın başka türlü davranmasının da temel nedenidir. Çünkü emperyalizm için kalıcı olan dostluklar değil, yalnızca çıkarlardır.

Kapitalist dünyanın emperyalist jandarmasına umut bağlamak

Emperyalizmle uzlaşmak, onunla işbirliği yaparak ondan destek aramak ve giderek ona dayanmak Irak’taki Kürt önderliğinin bilinen temel davranış çizgisidir. Fakat bunu, söz konusu önderliklerin, somutta Barzanilerin kötü niyeti ve kişisel ihaneti ve işbirlikçi ruhuyla açıklamak, sorunu yüzeyselleştirmek olur. Zira siyasal akımlar ya da önderlikler ihanete ve işbirlikçiliğe özel eğilim duydukları için değil, izledikleri politik çizginin bir sonucu olarak bu durumla yüz yüze kalırlar. Barzaniler ve Talabaniler de sınıflardan oluşan Kürdistan’da bir sınıfın politik temsilcileridirler ve buna uygun politik çizgi izlemektedirler. Dolayısıyla her politikanın olduğu gibi bunların izlediği politikanın da bir sınıfsal mantığı vardır. Emperyalizmle uzlaşma ve onların aleti durumuna düşme, bu sınıfsal mantığın ve ideolojik kimliğin kaçınılmaz sonucudur.

Güneyli Kürtler büyük acılar çekerek, büyük fedakarlıklara katlanarak verdikleri mücadelelerin yanı sıra bölgedeki gelişmelerin de bir sonucu olarak ama elbette ki büyük ölçüde ABD’nin desteği ve koruması ile bugünkü yarı devlet konumunu elde etmiş durumdadırlar. Fakat ABD bunu, Kürtler mazlum bir halk olduğu ve özgürlüğü hak ettiği için değil, bölgedeki rakiplerine ve halklara karşı kendisinin ve İsrail’in kirli çıkarlarının sonucu olarak yapmıştır. Kürtlerin ABD sayesinde şimdiki devletsel bir oluşuma sahip olması, onları ABD’ye yaşamsal ölçüde muhtaç hale getirmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla gelinen bugünkü aşamada, sadece Barzani ve Talabaniler değil, dört parçadaki tüm Kürt hareketleri de ulusal haklarını kazanmak veya devletsel oluşumu elde etmek ve kazanımlarını kalıcılaştırmak için şu ya da bu biçimde umutlarını ABD ve AB gibi emperyalist merkezlere bağlamış ve onların desteğine muhtaç hale gelmiş durumdadırlar.

Bu bir suçlama değil, fakat nesnel bir durumdur ve elbette ki bir mantığı da vardır. Bölgedeki Kürt hareketleri, savaştıkları ülkelerdeki ezen ulusun işçi ve emekçilerinden ve bu katmanlarla birleşip kaynaşmış devrimci akımlarından yeterli destek bulamadıkları ölçüde, ihtiyaç duydukları destekleri kendi cellatları olan emperyalistlerden alma yoluna gitmektedirler. Devrimci konum ve kimlikten yoksun olmak, bunun sonucu olarak, ulusal kurtuluş davasını sosyal kurtuluş davasıyla birleştirmek hedefini bir tarafa bırakmak, bu sonucu ayrıca zorunlu kılmaktadır.

 

 

 

 

Katalonya hükümetine referandum baskınları

 

İspanya hükümetinin Katalonya özerk hükümetinin “bağımsızlık referandumu” kararına karşı hamleleri 20 Eylül günü de devam etti.

Referandumu “yasa dışı” ilan eden İspanya hükümeti, Katalonya kurumlarına yönelik baskınlar gerçekleştirdi.

İspanya ajanslarına yansıyan haberlere göre, Katalonya özerk yönetimi hükümetine bağlı ekonomik işler, çalışma ve sosyal güvenlik, mali işler ve dışişleri gibi bazı kurumlara yönelik baskınlar gerçekleştirildi.

Kolluk güçlerinin bu kurumların binalarına girerek arama yaptığı bildirilen haberlerde, Katalonya Başkan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Oriol Junqueras’ın yardımcılarından Josep Maria Jove’nin gözaltına alındığı kaydedildi.

1 Ekim’de yapılacağı duyurulan referandum hazırlıklarına yönelik geçtiğimiz günlerde yapılan baskınlarda seçim malzemelerine el koyulmuştu.

 

 

 

 

Trump, İran ve Kuzey Kore’yi hedef gösterdi

 

New York’ta 72. kez toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilk kez kürsüye çıkan ABD Başkanı Donald Trump, İran ve Kuzey Kore’yi hedef alan açıklamalarda bulundu.

“Tüm dünya İran’a karşı bir araya gelmeli” diyen Trump, Kuzey Kore’yi ise “yok etmek”le tehdit etti.

İran’la yapılan nükleer anlaşmasının ABD açısından “utanç” olduğunu söyleyen Trump, İran’ın, İsrail başta olmak üzere ABD’nin bölgedeki diğer işbirlikçilerini “tehdit” ettiğini öne sürdü. İran üzerinden “terör” demagojisi de yapan Trump şunları söyledi: “İran, Hizbullah ve diğer terör rejimlerini destekliyor. İsrail ve diğer komşularını tehdit ediyor. İran anlaşması ABD tarihindeki en tek taraflı anlaşmalardan biriydi. Bu, ABD için utanç kaynağıdır. Biz böyle bir anlaşmaya taraf olamayız. Tüm dünya, İran’a karşı bir araya gelmeli.”

Kore yarımadasındaki krize de değinen Trump, Kuzey Kore’nin tüm dünyayı tehdit ettiğini öne sürerek “Geri adım atmazsa, Kuzey Kore’yi tamamen yok etmekten başka çaremiz kalmaz” ifadelerini kullandı.


 
§