16 Şubat 2018
Sayı: KB 2018/07

Birleşik, kitlesel direniş!
Şovenizmin etkisi işçi sınıfı harekete geçene kadardır
Sosyal-şovenizm üzerine
Türkiye-ABD/NATO arasındaki “geleneksel” ilişkiler
HDP 3. Olağan Kongresi gerçekleştirildi
“Kamu yararını savunmaya devam edeceğiz!”
Kamu emekçilerinin direnişi 1. yılında
Petrol-İş İstanbul 1 No’lu Şube Genel Kurulu
İşgalci HT Solar işçileri ne kazandı?
Örgütlenme seferberliği başlatıyoruz!
2018 8 Mart’ı ve eylem hattımız
Vera Zasuliç
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
“Bu Pazar kanlı Pazar”
Emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı öfke büyüyor!
Yeni bir saldırı ve savaş hükümeti
“İntihar toplumsal bir anlama sahiptir”
İnancımızı kuşanalım, tıpkı öfkemiz ve umudumuz gibi!
Sıcak Bir Günün Şafağında
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kitap tanıtımı:

Sıcak Bir Günün Şafağında

 

A. Kadir Konuk’un kaleme aldığı bu kitap aslında Tariş direnişini tüm canlılığı içerisinde anlatan bir belgesel roman. Maksim Gorki, Ana isimli kitabında fabrikaya giden işçileri tüm gerçekliği ile betimler, bu kitapta da işçi hayatlarını olduğu gibi betimlemiş Konuk. Bu topraklarda yaşananları anlattığı için Sıcak Bir Günün Şafağında kitabı çok yakın geliyor. Kitap tek başına işçi yaşamlarını ele almıyor, dönemin devrimcilerini de anlatıyor. Zaten Tariş direnişinin içerisinde bulunan biri olarak kitap ele alınmış. İçerisindeki karakterlerin sadece isimleri farklı, geri kalanı yaşananlar. Devrimcilerin işçiler ile nasıl ilişki kurabildikleri, dönemin yürütülen faaliyetleri, fabrika örgütlenmeleri yaşadığımız bu dönemden çok da farklı değil. İşçilerin, emekçilerin açlıkla karşı karşıya kaldıklarında sınıf savaşımının daha gözle görülür şekilde açığa çıktığı bir dönem. Fabrika işgali ile başlayan süreç tüm semte yayılıp sokakta silahlı çatışmalara varan bir direniş. Devletin kolluk kuvvetlerinin bir türlü bitiremediği çatışmalarda sıkışan vali son çare olarak orduyu çağırıyor. Ordu panzerlerle geliyor, bir haftalık silahlı çatışma sona eriyor, 30 semtte sıkıyönetim ilan ediliyor. Zaten 1980 faşist askeri darbesinin ön günlerinde yaşanan bir direniş Tariş direnişi. Ancak kitap bunları değil daha fazla işçilerin değişimini ele alıyor. Aynı zamanda devrimcileşen bir işçinin dönüşümünü. Direniş süresinde sendikal ihanetten, korkup kaçan, arkadaşlarını satan işçilere de rastlanılıyor ama en önemlisi sonunda ölüm olduğunu bile bile sonuna kadar direnen işçiler bütün gerçekliği ile kitapta gözler önüne seriliyor. Rıdvan Budak bu direnişte de karşımıza çıkıyor, tekrardan bir ihanetçi olarak. Kendi koltuğunu sağlama almak için işçilerin nasıl yaşayacaklarını umursamıyor, onları kandırıp, direnişin kırılmasına vesile oluyor.

Kitap içerisinde çıkarılacak çok güzel ara pasajlar da bulunuyor yaşama, mücadeleye, devrime dair. Yer yer polislerin de sorgulamaları oluyor kendi içlerinde. Neden daha iyi yaşam koşulları, daha iyi eğitim isteyen öğrenci ve işçileri dövdüklerini soruyor bir polis.

Kitap şükür eden işçilerin ellerinde silah sabahlara kadar barikat başlarında beklediklerini, çocukların bu süreçte inanılmaz bir şekilde yardımcı olduklarını bütün sıcaklığı ile anlatıyor. Fabrikada direnen işçiler devrimin nasıl olacağını tartışıyorlar devrimcilerle. Bazıları devrim için öncü-halk savaşı vereceklerini, bazıları kırlardan kentlere uzanan bir savaşla iktidarı alacaklarını bazıları ise işçi sınıfı içerisinde kurulacak bir işçi partisi öncülüğünde iktidarın alınabileceğini savunuyor.

Direnişin ezilip, sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından birçok devrimci, öncü işçi katledildi ancak Tariş direnişi bu topraklarda yaşanan büyük bir deneyim olarak kaldı. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinin bir parçası olan bu direniş incelenmeye, dersler çıkartılmaya, bu kitap okunmaya değer bir kitaptır.

İstanbul’dan bir Kızıl Bayrak okuru

 

 

 

 

DİSK Lastik-İş’in içler acısı hali

 

Ben bundan bir yıl önce 10 Şubat 2017 yılında Çerkezköy Setaş Kimya fabrikasında işten çıkarılmış DİSK Lastik-İş üyesi bir işçiyim. Benim işten atıldıktan sonra başlattığım hukuk mücadelesi Türkiye’de sendikaların ne hale geldiğini en açık biçimi ile ortaya koymakta.

Bizler öyle tesadüfen işten çıkarılmış işçiler değiliz. Birçok işçiden farklı olarak bizler işçilere dayatılan her haksızlığa karşı sesini çıkaran, yani aykırı işçileriz. Sözleşme döneminde bizlere hiçbir şey sormadan sözleşmenin altına imza atan sendikamızı sorgulayan, bizim düşüncemiz sorulmadan imza atılmasına itiraz eden işçilerdik. Yani hem patronların hem de bu sendikacıların alıştığı tipten değil uyumayan, sorgulayan, hesap soran, hakkını arayan işçilerdik. Tüm bu nedenlerden dolayı patron bizlere karşı saldırıya geçti. Müdür, usta ve amirlerle üzerimizde baskı kurmaya, basınç oluşturmaya başladılar, beraberinde bölümlerimiz değiştirilmeye çalışıldı. Hiçbir biçimde bunu kabul etmedik. Sonuç olarak bizi bölüm değişikliklerini kabul etmediğimizden dolayı hukuksuz bir biçimde işten çıkardılar.

Bizler de bunu kabul etmedik, hiçbir biçimde evraklara imza atmadık. Hakkımızı hukuksal olarak açtığımız davalarla alma yoluna gittik. Sendikaya, şubeye durumu ilettik, “yapacak bir şey yok” dediler. Genel merkezi aradık, durumu anlattık “biz size döneceğiz, durumla ilgileneceğiz” dediler. Ne arayan ne dönen ne de hakkımızı arayan bir sendika var. Dava sürecinde bir de ne görelim, bizim o dönem şubede görevli olan sözde sendikacılar ve işyeri temsilcileri patronun şahidi olmuş. DİSK Lastik-İş’te görevli olan Ali Öztürk, Enver Bayram, Necmettin Bayram bizim aleyhimize patron yanında tanıklık yaptılar. Tabi biz buna hiç şaşırmadık. Neden diyeceksiniz. Ben daha fazla zam istediğimde karşıma çıkan “patronu da anlamak lazım, makul olmak lazım” diyen temsilci tabi bunu yapar. Yıllardır o koltuklarda bizim paralarımızla biz hesap sormadığımızdan oturan, yan gelip yatan adam tabi ki de bunu yapar.

Hakkımı ararken benim yanımda olmayan sendikacılar beni davamdan vazgeçirmek için de uğraştılar. “Gel bak biz araya girer senin tazminatını alırız” diye İstanbul’dan, sendikadan aradılar. Ama davamdan vazgeçmeyeceğimi, derdimin para olmadığını bir kez de onlara söylemiş oldum. Benim aylarca paramı kesen sendikacılara da hakkımı helal etmiyorum. Bize şahit olduğundan kaynaklı içeride işçi arkadaşlarımıza baskılar yapıldı ama bunların hiçbiri sonuç vermedi. Bizim böyle dirençli olduğumuzu gören Setaş patronu sonrasında tüm çıkışları tazminatlı yapmak zorunda kaldı, bizim sayemizde.

Görünen köy kılavuz istemez. Sendikalarımızın ne durumda olduğunu bir kez daha kendim yaşayarak gördüm. Ama tek başına bu sendikacıların suçu değil, çünkü bizler hesap sormuyoruz. Bin bir zorlukla kazandığımız ücretlerden kesilen zorunlu aidatlarla ne yapılıyor denetlemiyoruz. Sendikacı kötü bir sözleşmeye imza atar neden böyle oldu demeyiz. Gelin kardeşim birlik olalım diyoruz, tek kişi ile ne olur diyoruz, gel iki kişi olalım deyince de susuyoruz. Ama umutsuz değiliz, bizim umudumuzun bittiği yerde inadımız başlar. İnatla bizim olan sendikaları bu patron yandaşı olan bürokratlardan temizleyene kadar mücadele etmeliyiz.

İşten atılan SETAŞ işçisi

 
§