23 Mart 2018
Sayı: KB 2018/12

Efrîn’i ilhak süreci başladı
Efrîn işgali, Kürt düşmanlığı ve emperyalist yüzsüzlük
Türkiye’de Newroz eylemleri: Newroz direniştir!
Kürdistan’da Newroz’a Efrîn direnişi damga vurdu
Kan gölünden beslenenler, kan gölünde boğulacaklar
İstatistiklerle özelleştirme saldırısı
İşte Cargill gerçeği!
“Asıl düşman ülkenizdedir!”
Köleliğin devletli hali: Kadrolu taşeronluk
DİSK Genel-İş Sendikası CHP’nin arka bahçesi mi?
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - II - H. Fırat
Trump’lı ABD, daha saldırgan bir döneme açılıyor
ABD’nin Trump’la geçen dönemi
Doğu Akdeniz’de doğalgaz “savaşları”
“Mahşerin Dörtlüsü” ve dönemin siyasal ruhu
Kadınlardan yükselen eşitlik ve özgürlük sesleri
Okyanusun içinde harekete geçen bir damla
DGB 3. Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
Saldırıların “sıradanlaşmasına” alışmamalıyız
“Bilim galip çıkacaktır, çünkü işe yarar”
Kızıl Yıldız: Sosyalist bilimkurgunun ütopik bir örneği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Mahşerin Dörtlüsü” ve dönemin siyasal ruhu

 

Birinci ve onu tamamlayan İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yaratmış olduğu dengelerin 21. yüzyılda artık sürdürülemez olduğu gerçeği, hemen her siyasal kesimden herkesin hemfikir olduğu bir olgudur. İlk çeyreğini neredeyse doldurduğumuz bu yeni tarihsel süreçte gelişmelerin ne yönde seyredeceği ve nasıl sonuçlar doğuracağı büyük bir muamma gibi görünse de emperyalist güçler arası bir kapışmanın ön günlerini yaşadığımızı söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Bütün iktisadi ve siyasal süreçler bu yöne akmakta ve buna bağlı olarak toplumsal meselelerde her geçen gün yeni fay hatları oluşturarak kapsamını genişletmektedir.

Her şeyden önce, kapitalist emperyalist düzenin varmış olduğu sınırlarda içinden çıkamadığı ekonomik kriz -ki bu artık bir siyasal kriz hali olarak da bir somutluk kazanmış bulunuyor- giderek yönetilebilir olma sınırlarından çıkmış, büyük bir buhran öncesinin dinamiklerini biriktirmiştir. İkinci olarak, istisnasız büyük güçlerin tamamında şu an bir siyasal kriz hali mevcuttur ve daha da derinleşeceği çok kesindir. İliklerine kadar gericileşmiş sermaye düzeninin, başta işçi ve emekçiler olmak üzere ezilen kitlelere artık vadedebileceği bir şeyi kalmadığı gibi, onları yeniden bir yıkımla baş başa bırakacağı, aldığı savaş nizamından bellidir. Yani ekonomik kriz hali ve onun tetiklediği siyasal kriz, içinde bulunduğumuz zaman diliminin ruhunu bütün bir somutluğuyla anlatmaktadır. Sermaye düzeninin yaşadığı krize koşut olarak toplumsal anlamda tam bir çöküş ve dibe vuruş ise resmi tamamlayan üçüncü ve de en önemli parçayı oluşturmaktadır.

İktisadi krizin kapitalizmin kabesinden başlayarak küresel boyutlara ulaştığı ve geride bıraktığımız 10 yıl içerisinde sistemin hâlâ da toparlanamadığı, bu bir yana sarsıntının daha da şiddetli artçı krizler halinde devam ettiği ve edeceği biliniyor. Bu iktisadi yıkımı siyasal cephede militarizm, siyasal gericilik ve yükselen bir eğri halinde faşist akımların güçlenmesi takip ediyor. İktisadi ve siyasal bunalımın vardığı boyutları anlamak açısından Trump’lı ABD’ye, onun ticaret savaşları politikasına, ulusal korumacı ekonomik adımlarına, Merkel’li Almanya’ya ve onun tekeline aldığı Avrupa Birliği’ne, ebedi iktidarı ile Putin Rusya’sına ve son olarak Çin’de ikinci dönem kuralını kaldırarak kendini Çin’in yeni sahibi ilan eden Xi Jinping’e bakmak yeterlidir. Bu tablo dönemin ruhu konusunda yeterli açıklıkta bir fikir vermektedir.

Oysa ki daha düne kadar, yeri göğü inleterek, toplumları ortadan kalkan sınırlara ve ulus devletlerin ortadan kaldırılmasına ikna etmeye çalışıyorlardı. Post-modernizm yepyeni bir kültür, sanat, şiir, roman, sinema vb. diye neo-liberal aydınlar tarafından kulakları sağır edercesine pompalanıyor ve “tarihin sonu” türküleri besteleniyordu. Hakikatin böyle olmadığını söyleyenler dinazor diye tanımlanıyor, aşağılanıyorlardı. Halbuki içten içe her yanıyla çürüyen, çürüdükçe bunalımı derinleşen ve derinleşen bunalımı ölçüsünde de yıkıma doğru sürüklenen, bizzat bu gerici sermaye düzeniydi.

Kapitalist emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz hali, her ne kadar 2008 yılı milat kabul edilse de çok daha öncesine dayanmaktadır ve bugünlere birikimlerle gelmiştir. Kapitalist sistemin istisnasız bütün ekonomik krizlerine yanıtı yeniden bir yağma ve talandan başka bir şey olmamıştır ve de olamayacaktır. Bu sonuç kapitalizme içkin temel bir yasadır, deyim uygunsa onun amentüsüdür. 1970’li yılların petrol krizi, ‘80’li yıllara damgasını vuran neo-liberal saldırılar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Birinci Körfez Savaşı, Yugoslavya’nın parçalanması, İkinci Körfez Savaşı, Afganistan’a müdahale, “Arap Baharı”, ardından Libya’nın işgali ve yağmalanması, Yemen’in yıkımı ve sonuç olarak sekizinci yılına girecek olan Suriye savaşı… Yine bir başka şekilde cereyan etse de bu militarist vahşetin devam ettiği Ukrayna’ya, Kuzey Kore’ye karşı olası bir müdahale ve onun da ötesinde Pasifik’te Çin’e ya da doğu Avrupa üzerinden Rusya’ya karşı yapılması olasılık dahilinde müdahaleler korkunç bir felaketin ön işaretleri olarak görülmelidir.

Bunun en somut ve son örneği, İngiltere ve Rusya’yı karşı karşıya getiren iki ajan ve bir işadamının öldürülmesi ve akabinde yaşananlardır. 11 Mart günü İngiltere’nin Salisbury kentinde çift taraflı çalışan Rus kökenli ajan Sergey Skripal ve kızının öldürülmesi, bir anda tarafları en ileri düzeyde tepkilerle karşı karşıya getirebiliyor. Anında diplomatların -ki bunlar aslında resmi ajanlardır- karşılıklı kovulmasına ve yaptırımlara başvuruluyor. Olay gerekirse bir müdahaleye sebep olarak gösterilebiliyor.

Bu konuda İngiltere’nin hiçbir delile dayanmaksızın yarattığı kriz ve arkasına aldığı ABD, Almanya ve Fransa üçlüsü gerçek anlamıyla ve bir kez daha ikiyüzlüce anti-Rus bir kampanya başlatmış bulunuyorlar. Skripal ve kızının Sovyetler Birliği döneminde bulunmuş olan bir sinir gazı (Noviçok) ile öldürüldükleri ve bunun da uluslararası kimyasal silahlı bir saldırı kategorisinde olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu çok ağır bir suçlamadır ve yaptırımları da bir o kadar büyüktür. En azından uluslararası hukuk açısından, uyulup uyulmamasından bağımsız olarak, bu böyledir. Tarafsız laboratuvarlar tarafından tescil edilmesi durumunda, Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar ve ülkedeki kimyasal silahların envanteri ve denetimi zorunlu hale getirilebilir. İngiltere’nin ilk etapta amaçladığı da bu olsa gerek.

Tabii ki bu gelişmeler Ukrayna ve Kırım sorununda kuyruk acısı olan Almanya ve Fransa’yı İngiltere’nin arkasında hizaya sokarken, Suriye’deki gelişmeler üzerinden ABD’nin de ikiz kardeşinin yanındaki yerini almasına yetti de arttı bile. Ayrıca İngiltere’nin Rusya karşıtı hamleleri bununla da sınırlı değildir. Rus oligarklarının finans merkezi olan Londra uzunca bir süredir Rusya’ya karşı çok provokatif ve saldırgan bir dil kullanıyor. Zaten 2016 yılında Baltık Denizi’nde yaptığı askeri tatbikatla ikili ilişkileri alarm verici bir düzeye çıkarmıştı. Bu son “kimyasal saldırı” meselesi şayet bir yalan değilse -ki olma ihtimali çok yüksek-, ikili ilişkileri onarılamaz bir noktaya götürdüğü anlaşılmaktadır. Kuşkusuz burada ikili ilişkiler olarak kastettiğimiz, İngiltere ve Rusya arasındaki ilişkiler özgülünde, daha genel ve küresel çapta Rusya ve Çin ile ABD, İngiltere ve Almanya/Fransa arasındaki ilişkilerdir. Daha ötesi, İngiltere Başbakanı Theresa May’in NATO’nun 4. ve 5. paragraflarına atıfta bulunması ve ortaklarını göreve çağırması çok sıradan bir gelişme değildir. May bu hamlesiyle elini yükselterek, dünyayı bir NATO üyesinin topraklarında kimyasal bir saldırı yapıldığına inandırmaya çalışmaktadır. Gelişmeler emperyalist güçler arasındaki kapışmaların vekalet savaşlarından çıktığının ve giderek tehlikeli boyutlar kazanarak, bir dünya savaşına everildiğinin işaretleri ile doludur.

Kısaca özetlemek ve örneklemek gerekirse, dönemin siyasal ruhunu “Mahşerin Üçlüsü”, sonucunu ise “Mahşerin Dördüncüsü” belirleyecektir. Aslında mitolojide tümüne bir arada “Mahşerin Dörtlüsü” deniyor ve dört atlı üzerinden bir betimleme yapılıyor. İlk üç atlı, savaşı, yıkımı, yoksulluğu, kıyameti temsil ederken, dördüncüsü kurtuluşu, mücadeleyi ve özgürlüğü simgelemektedir. Gerici sermaye düzeni bugün üç atlısını dizginlerinden boşalırcasına devasa bir savaş makinesi öncülüğünde emekçilerin ve ezilen halkların üzerine sürmektedir. İnsanlık büyük bir felaketle karşı karşıya bulunmakta ve giderek de o felakete doğru koşar adım ilerlemektedir. Bütün bir gezegeni kısa sürede taş devrine çevirebilecek güçte nükleer ve atom başlıklı silahlar olduğu ve bir dokunuşla bunun gerçekleştirilebileceği biliniyor. Günümüz dünyasında artık bu dokunuşu yapabilecek çok sayıda “akıllı”nın olduğu da herkesin malumu.

Gerici sermaye düzeninin hali pürmelali kısaca özetlemeye çalıştığımız gibidir ve bu sadece biz komünistlerin kendilerine özgü subjektif bir gözlemi de değildir. Kendi akıl hocaları, düşünce kuruluşları, bir parça namuslu bilim insanları da aynı şeyleri söylemekte ve tehlikenin boyutlarına dikkat çekmeye çalışmaktadırlar. Mitolojik bir metafor olarak dördüncü atlı, bugünün ezilen ve iliklerine dek sömürülen işçi sınıfı ve emekçileri ile mazlum halklarından başkası değildir. Tarihin akışı bir kez daha onların omuzlarına insanlığın mutlu geleceği için ağır bir sorumluluk yüklemiştir. O halde her şey dördüncü atlı ve onun tarih sahnesindeki onurlu yerini alması için…


 
§