1 Kasım 2019
Sayı: KB 2019/40

Krizin faturasını sermaye cephesi ödesin!
AKP-saray rejiminin 2020 yılı bütçesi
Vergi yükü yine işçinin sırtında!
AKP saldırganlığa devam ediyor
Metal Grup TİS süreci ve ‘eşit işe eşit ücret’ talebi üzerine
Metal Grup TİS’leri sürerken Yüksek Hakem Kurulu
İşçilere sosyal medya baskıları
Trakya’da tutuklanan sınıf devrimcilerinden mektup
DEV TEKSTİL GMYK Sonuç Bildirgesi
Valfsan işçileri direnişlerini sürdürüyor
İşçi sınıfı ve şovenizm...
Ermeni Sorunu üzerine eleştirel notlar - Garbis Altınoğlu
Suriye ve Avrupa Birliği emperyalizmi
Nafaka hakkının gaspı ve çocuk istismarının yasalaşması dayatılıyor!
YÖK’e ve YÖK düzenine karşı eğitim hakkımız ve geleceğimiz için mücadeleye!
Eğitim bütçesinde aslan payı dini ve mesleki eğitime!
Susurluk karanlığı devletin gölgesidir!
Fotoğraftan gerçeğe, gerçekten fotoğrafa…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Susurluk karanlığı devletin gölgesidir!

 

Bazı durumlar vardır, eminsinizdir, ama gene de netleştirmek, ortaya çıkartmak için bir olayın gerçekleşmesi gerekir.

3 Kasım 1996’da Susurluk’ta gerçekleşen kaza da işte tam böyle bir örnek. Devletin derin ilişkileri bilinmiyor değildi elbet. Ama arabadan çıkan isimler devlet-mafya-polis/MİT ilişkisini görünür kıldı.

Susurluk’ta bir kamyon, Mercedes marka bir arabaya çarpar. Arabada 4 kişi vardır. Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak, Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us. Abdullah Çatlı’nın üzerinden Mehmet Özbay isimli kimlik çıkmıştır.

Mafyatik bir yaşamı olan, aynı zamanda devletin kontra güçlerinden bir tetikçidir, Abdullah Çatlı. Kazanın açığa çıkardığı isimlerden Hüseyin Kocadağ, İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısıdır. Sedat Bucak, DYP’den Şanlıurfa milletvekili ve aynı zamanda bölgenin korucubaşıdır. Abdullah Çatlı’nın sevgilisi Gonca Us ise dönemin mankenlerinden biri...

Sedat Bucak kazadan ağır yaralı bir şekilde çıkarken, diğerleri öldüler. Toplumsal yaşamda ise yeni bir evre aralandı. Kazadan saçılanlar, toplumun tepkisini açığa çıkardı. “Sürekli aydınlık için bir dakikalık karanlık” denilerek, tüm Türkiye’de aynı anda ışıkların kapanıp açılması, toplumun aydınlık ve şeffaf bir yönetime duyduğu özlemi gösteriyordu.

‘90’lı yıllar beyaz toroslar, işkenceler, gözaltında kaybetmeler, faili meçhuller, Kürt illerinde katliamlar ile hafızalara kazınmıştır. Doğrudan devletin, yer yer devletin “görünmez ellerinin” yaptıklarıdır tüm bunlar.

Susurluk kazasında ölen eli kanlı katil Abdullah Çatlı, 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı, Abdi İpekçi suikastı, Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Hapishanesi’nden kaçırılması, Doç. Dr. Bedrettin Cömert suikastı gibi olayların sorumlusu olarak aranan bir kişiydi. Devletin “kara kutusu” olduğu söyleniyordu.

Ve kazadaki çanta...

Kaza arabasında son sistem bir dinleme cihazı, MP5 silahlar, çeşitli silahlara uygun susturucular ve bir çanta vardır. Bulunan, daha doğrusu kaçırılan çanta yıllarca saklanmıştır. Abdullah Çatlı’ya ait olduğu söylenen çantada devlet sırları olduğu açıktır.

Yıllardır kimin kasalarında, dolaplarında saklandığı bilinmez bir şekilde kayıplardadır, ta ki olaydan 8 yıl sonraki bir dava duruşmasına kadar… Türkiye’nin karanlık bir döneminin ardından başka bir karanlığın devlete çöktüğü 2000’li yılların başıdır. 29 Eylül 2004 yılında yapılan mahkemede Sedat Bucak itiraf havasıyla davranıp çantayı mahkemeye sunmuştur.

Susurluk devlettir...

Zaman ilerlerken devletin haznesine yeni yeni olaylar, yeni Susurluklar yazılırken, eskileri deşifre etmek bir devlet geleneğidir. Yenilerin algılanmaması, yenilere ait hamleler konusunda insanların şaşırtılması için eskilerle hesaplaşma ortamı yaratılır. Bilinçlerde güncelleme yapmak yerine, hatırlatarak bir zamanaşımı yaratma taktiğidir bu.

Susurluk ile gerçek anlamda bir hesaplaşma olması için devletin masaya yatırılması, devletin yargılanması gerekmektedir. Bu olmadığı sürece iktidarın sahte temizlik operasyonları ile aldatmacalarından öte bir şey yaşanmamaktadır. “Ergenekon”, “FETÖ” gibi davalarla da iktidar “içindekileri temizleme” süreçleri başlatmış gibi davranmıştır. Fakat asıl gerçek şudur ki sermaye iktidarı işi biten ile, çıkarları çatışan ile yollarını ayırmıştır. Ve konumlandırdıkları yerlerden süpürmek için başlattığı süreçleri hukuki dayanaklara oturtarak göz boyama derdindedir.

Susurluk ve Susurluk gibi karanlıkları aydınlatmak için düzene ve devlete karşı işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin örgütlü gücünü büyütmeliyiz. Gerçekten aydınlık bir gelecek kurmak için işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler olarak karanlıkları yaratan sermayenin tepeden tırnağa örgütlü gücünü dağıtmalıyız.

 

 

 

 

Hasta tutsaklar Bektaşoğlu ve Başdaş’a tahliye

 

Yargı reformunun ilk paketinin Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla istinaf mahkemelerinde cezası kesinleşenlere Yargıtay yolu açıldı.

Mevlüde Başdaş’a tahliye

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan 61 yaşındaki hasta tutsak Mevlüde Başdaş 29 Ekim’de tahliye edildi.

Birinci yargı paketinin yasallaşmasının ardından istinafın kesinleştirdiği cezalara Yargıtay yolu açılmasıyla tahliye olan Başdaş, Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırıldı.

Yüzde 86 engeli ve birçok sağlık sorunu bulunan Başdaş’ın tahliyesinin ardından hastaneye götürüldüğü ve taburcu için doktorundan haber beklendiği öğrenildi.

Bir böbreği olmayan, bunun yanında birçok rahatsızlığı olan Başdaş, yakın zaman önce kan kusması sonucu hastaneye götürülüp teşhis konmadan sürekli geri getirilirken, en son verem ya da kanser olma riskine rağmen koğuşa değil hücreye götürülmüş, burada yalnız tutulmuştu. Baştaş’ın kendi ihtiyaçlarını karşılayamaması ve yaşlı olması sebebiyle dört tutsak açlık grevine başlamıştı.

Özgür Bektaşoğlu serbest bırakıldı

Aynı gün, Manisa T Tipi Hapishanesi’nde tutulan 43 yaşındaki Özgür Bektaşoğlu da tahliye edildi.

Yüzde 52 engelli polio sekeli (çocuk felci) hastası olan Özgür Bektaşoğlu Mardin Nusaybin’de bulunan Bagok Dağı kırsalında yapılan “canlı kalkan” eylemine katıldığı gerekçesiyle, 4 yıl 2 ay hapis cezası almıştı.

Yargıtay yolu açılmasından sonra Bektaşoğlu tahliye edildi.