İçindekiler:

14 Temmuz 2023
Sayı: KB 2023/11

Gerici-faşist rejimin "saldırı dalgaları" kabarıyor...
Düzen partileri demokrasinin neresinde!
"İşkenceye karşı mücadeleyi büyütüyoruz!"
NATO masasında kirli pazarlıklar
İktidarın yolsuzlukları sınırları aştı
Torba yasadan zam, rant, gasp çıktı!
Şirket kârlarının ardında işçilerin sefaleti var!
"İstikrarlı sefalet" koşulları kabul edilemez...
İşçi sınıfı prangalarını parçalayacaktır!
"Eşitlik ve insanca yaşanacak bir ücret"
Sefalet ücretine de sendikal bürokrasiye de hayır!
"Ya hep barabar ya hiç barabar"
Emperyalist saldırganlık ve savaşa devam!
Cenin direndi, işgalciler geri çekildi
Emperyalist haydutlar dünyayı yıkıma sürüklüyor!
Fransa'da öfkenin nedenleri ve görevler...
Nahel'in ardından bir hafta!
Ukrayna Savaşı'ndan çıkış arayışları...
Suriye'de gerilimi tırmandırıyor
SYRIZA'nın seçim yenilgisi
Kadın hakları tehlike altında!
Katliam da çıplak arama da insanlık suçudur!
Evvel Temmuz Festivali devam ediyor!
Sınıfın ozanı Rıfat Ilgaz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Düzen partileri demokrasinin neresinde!

 

Düzen yasalarına göre bile pespaye, şaibelerle dolu seçimlerin ardından haftalar geçti. Seçimler öncesinde oy avcılığı bağlamında ortaya konan iddiaları, verilen vaatleri hatırlayan pek kimse kalmadı. Ücretli emek sömürüsüne dayalı kapitalist kölelik düzenin çarkları dönmeye devam ediyor. “Hangi parti kazanırsa kazansın günün sonunda kazanan sermayedir” gerçeği, bir kez daha test edilerek ispatlandı. 

 Emperyalistlerin ve sermayenin tercihiyle yola devam eden gerici-faşist rejimi, kendi ajandasına göre icraatlara artık daha pervasız bir şekilde devam edebilir. Ne de olsa seçimler geride kaldı. 2024 Mart’ında yapılması beklenen yerel seçimler ise henüz ülkenin gündeminde değil. Dolayısıyla AKP-MHP rejimi ile ırkçı-şeriatçı aparatları, temsil ettikleri sermaye sınıfının çıkarlarına uygun icraatlar için organize olup işe koyuldular.

Ekonomi öncelikli olduğu için oradan başladılar. Attıkları ilk adımların sonuçları şimdiden görülüyor. Döviz kurundaki yükseliş, işçi ve emekçilerin reel gelirlerinin düşmesi, kesilmeyen zam yağmuru gibi icraatlar sermayeyi memnun etti. Gerici-faşist rejimin icraatlarını el ovuşturarak izleyen Londra’daki “faiz lobisi” ise henüz kesenin ağzını açmadı. Onlar halen “bu kadar yetmez!” bekleyişi içindeler. Dolayısıyla dinci-faşist rejimin “Nas”ı bırakıp faizleri arttırması iyi not alsa da artışın %30-40’lara varmasını bekliyorlar. Onların parasına muhtaç olan “yerli/milli” AKP-MHP koalisyonunun faiz oranlarında yeni bir artışa gitmeye hazırlandığı söyleniyor. Vergi artışları ve zam sağanağı ile de “kararlılık” mesajı veriyorlar.

Gerici-faşist rejimin öncelik verdiği icraatlardan biri de orta çağ artığı dinci-gerici ideolojisini her alanda yaymak, olabildiğince topluma dayatmaktır. Özellikle çocukları hedef alan bu saldırı kapsamında okulların kapıları şeriatçı tarikatlara-cemaatlere sonuna kadar açıldı. Bütün okullara imam hatip ya da ilahiyat mezunlarının kadrolu olarak atanması, çocukların savunmasız zihinlerini zehirlemeye verdikleri “önemi” gösteriyor. Gerici dayatmalarla zorbalığın kesiştiği noktada ise konser, festival gibi etkinliklerin yasaklanması giderek “rutin” bir hale getiriliyor. Bu yasakları tamamlayacak şekilde toplum tarafından tanınan kişileri terörize ederek rejimin tarafına çekmeye ya da susturmaya çalışıyorlar.

Sefalete mahkum ettiği işçi ve emekçi kitleleri dinci propaganda zehriyle uyuşturmaya çalışan rejim, demokratik hakların kullanılmasına da düşüncenin ifade edilmesine de azgın bir şekilde saldırıyor. Cumartesi Anneleri’ne, haklarını arayan işçilere, demokratik taleplerin dile getirildiği eylem, hatta basın açıklamalarına saldırılar da dinci-faşist rejimin “olağan icraatları” halini aldı. Cumartesi Anneleri’ne karşı sergilenen histerik saldırganlık, rejimi motive eden vahşi zihniyetin bariz göstergelerinden biridir.

Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın, AKP’li bir milletvekilinin Kürt hareketi ve Abdullah Öcalan konusundaki açıklamalarına yorum yapmasından dolayı kurulan bir kumpasla tutuklanması, dinci-faşist rejimin diğer pervasızlıklarını tamamlıyor. Birkaç haftalık gelişmeler gerici-faşist rejimin ‘yol haritası’ hakkında somut veriler ortaya koydu: “İşçiler/emekçiler sefalete mahkum edilecek, dinci propaganda yaygınlaştırılacak, gericilik yaşam biçimini olabildiği kadar topluma dayatacak, her şeye rağmen hak arama mücadelesi veren, muhalif sesini yükseltenler ise kolluk kuvvetleri ve yargı aparatları aparatlarıyla sindirilmek istenecek.”

Gerici-faşsit rejimin bu icraatlara ağırlık vermesi şaşırtıcı değil. Bu uğursuz misyonu zaten 20 yıldan beri yerine getiriyor. Ancak “ustalık” dönemine girdiği için bu defa hiç olmadığı kadar pervasız olacaktır. Rejim cephesinde durum bu iken toplumun dinci-faşist rejimden “yaka silken” kesimlerine “büyük umutlar” pompalayan düzen muhalefetinin neler yaptığı sorusu doğal olarak öne çıkıyor.

*** 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği altılı masa ya da “Millet İttifakı” diye anılan düzen muhalefeti, dinci-faşist rejime alternatif olduğunu iddia etti. Ekonomik, sosyal, demokratik, siyasal alanlarda yapacaklarını anlatıp oy talep ettiler. Saray rejiminden kurtulup “rahat bir nefes almak” isteyenlere, “öfkeli olduğunuzu biliyoruz. Sizi anlıyoruz. Ama sakin olun evlerinizde oturun. Oylarınızla bizi seçini gerisini bize bırakın” dediler.

Temelden yoksun bu vaatler toplumun geniş kesimlerinde yazık ki, karşılık bulabildi. Öfkeli ama sokaklara çıkamayan, pek çok talebi olan ancak bunlar uğruna mücadele etmeyen ya da edemeyen kitlelere, “oy vererek kurtulma” çağrısı belli bir dönem için cazip geldi. Bu arada reformist solun seçim sandıklarına endeksli “cennet ülke” vaatleri de bu ruh halini pekiştirdi.

İşbirkçi sermaye ve emperyalistler gerici-faşist rejimle yola devam kararı alınca olayların seyri değişti, Kılıçdaroğlu’nun başkanlık hayalleri suya düştü. Böylece vaat edilen “kurtuluş” da berhava oldu. Altılı Masa’nın CHP dışındaki bileşenleri zaten dinci-ırkçı kökenliydi, Kılıçdaroğlu’ndan çok Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli ikilisine yakınlar. İttifak da onların CHP’ye yaklaşmalarıyla değil, Kılıçdaroğlu’nun sağa kayması sayesinde mümkün olmuştu. Nitekim bu sayede biri AKP’yi doğuran, ikisi AKP’den doğan, biri MHP kökenli sağcı-dinci parti mecliste 35 koltuğa oturdular. İyi Parti ise seçimlerin ertesi günü “milliyetçi demokrat” kostümünü çıkarıp attı.

Seçimlerin ardından “farklı görünme” ihtiyacı ortadan kalktı. Vaatler unutuldu, herkes kendi “ince hesapları” ile meşgul olmaya başladı. Yüzlerce sayfalık ortak metin hazırlayıp “kurtuluş reçetesi” pazarlayanlar, kendilerine oy verenlere, “biz erdik muradımıza, ne haliniz varsa görün” demeye gelen bir tutumla, ittifakın dağıldığını ilan ettiler. Meral Akşener keskin ırkçı bir nutukla yeni dönemi başlatırken, dinci partiler mecliste ortak grup kurdular. Saray rejiminin gericiliği yayma politikasına zaten destek veriyorlardı. Elbette vahşi neoliberal politikalara da bir itirazları bulunmuyor. Bu arada Atılı Masa’nın beşlisi aradan sıyrıldı, yenilgi sadece Kılıçdaroğlu’nun sırtına yıkıldı. 14 Mayıs’tan sonra rotası şaşmaya başlayan Kılıçdaroğlu ise, sağa bir adım daha yaklaşarak yoluna devam edebileceğini var sayıyor. Partisi CHP ise kaynıyor.

Başkanlığı kazanmadıkları için, vaatlerini yerine getirmeleri mümkün değil elbet. Ancak rejimin azgın saldırına maruz kalan seçmenlerine, “ne haliniz varsa görün. Bizim daha önemli işlerimiz var” demeye gelen bir tutum içine girmeleri, sadece vurdum duymazlıklarını değil, seçim vaatlerinin sahte olduğunu da gözler önüne seriyor. Zira zerre kadar samimiyetleri olsaydı düzenin zorbalığına, şeriatçı-ırkçı zihniyetin kendini topluma dayatmasına, vahşi neoliberalizme bir itirazları olurdu. Oysa bazı tekil çıkışlar dışında bu sorunların hiçbiri düzen muhalefetinin gündeminde bile değil. İyi Parti şefleri, Merdan Yanardağ örneğinde olduğu rejimin kaba zorbalığına alkış tutarken, diğer dinci partiler ise, gericiliğin topluma dayatılmasını el ovuşturarak izliyorlar.

***

Saray rejimi yıkılabilseydi, kitleler derin bir ‘soluk’ alabilecekti. Belki kısa süreli bir psikolojik rahatlama da yaşayacaklardı. Bu elbette onların hakkıydı. Ancak bu kadarına kavuşmak bile, bu kokuşmuş düzende salt seçimlerde oy kullanarak mümkün olmuyor. Altılı Masa bileşenleri kazansaydı, yine aynı sermaye sınıfına hizmet edeceklerdi. Yine Londra’daki “faiz lobisi” ile flört edecekler, emperyalist savaş aygıtı NATO’ya hizmette kusur etmeyeceklerdi. Günün sonunda işbirlikçi sermaye ve emperyalistler Saray rejimiyle yola devam etme kararı verdiler ve olanlar oldu.

Bu tablo net olarak gösteriyor ki, AKP-MHP rejimi neden olmaktan çok sonuçtur. Zira bu rejimin işbaşına getirilmesi de orada 20 yıl tutulması da tesadüf değil. Bu kadar çürümüş, mafyalaşmış olmasına rağmen onunla yola devam etme tercihleri de tesadüf değil. Emperyalist/kapitalist sistem ırkçı-dinci rejimleri tercih ediyor. Zira derinleşen krizlerin faturasını emekçilerin sırtına yıkabilmek için hem din istismarı hem şoven ırkçılık kullanışlı araçlardır. Her şeye rağmen direnenleri, hakları ve talepleri için mücadele edenleri ise devlet terörüyle bastırma politikası esas alınıyor. AKP-MHP türü dinci-ırkçılar bu karanlık/kanlı işler için biçilmiş kaftandır.

Sistemin yaptığı tercih işçilerin, emekçilerin, ilerici devrimci güçlerin, kadınların gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve toplumun ezilen tüm kesimlerinin esas sorunlarının bizzat kapitalist sistemden kaynaklandığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Elbette kitleler Saray rejiminin icraatlarından gına gelmiştir. Elbette bu kokuşmuş rejimin yıkılması gerekiyor. Ancak bu, salt şaibeli seçimlerde oy kullanarak başarılabilecek bir şey değil. Bu arada sorun Saray rejiminden ibaret de değil. Zaten Millet İttifakı işbaşına gelseydi kurulu bu düzeni devam ettirecekti. Bazı sivriliklerini törpüleyebilirdi belki; seçim sonrası tutumlarına bakıldığında, bu kadarını yapabilmeleri bile şüpheliydi. Zira bu kokuşmuş rejimle ciddi bir sorunlarının olmadığı somut olarak görüldü: Ne demokratik hakların ayaklar altına alınmasına ne basın özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına ne işçi ve emekçilerin sosyal yıkıma uğratılmasına ne dinci-ırkçı yaşam biçiminin topluma dayatılmasına bir itirazları var.

Bu gelişmeler şu gerçeği yeniden hatırlatmıştır: Bu çağda sermaye sınıfı, onun düzeni ve siyasal partileri bizzat demokratik sorunların kaynağıdırlar. En basit bir demokratik hakkın kazanılması, korunması ve kullanılması, bu gericiliğe ve zorbalığa karşı mücadele ile mümkün olabilir. Sorunların kaynağı olan bir sınıftan ya da onun siyasal temsilcilerinden o sorunu çözmesini beklemek abesle-iştigaldir. 

Bir kez daha yineleyelim, rejimin “yol haritası” netleşmiştir: Sosyal yıkım, orta çağ artığı zihniyete uygun yaşam biçiminin topluma dayatılması, faşist baskı ve zorbalık. Rejimin dayatmaları katlanılacak bir kader değildir. Bu haritayı parçalamak elbette mümkündür. Bunun için düzeni ve kurumlarını karşıya alan örgütlü mücadelenin geliştirilmesi, tüm imkanların, araçların bu uğurda seferber edilmesi gerekiyor. Sınıfa karşı sınıf eksenli, fiili-meşru mücadeleyi geliştirmek dışında bir çıkış yolu bulunmamaktadır.