İçindekiler:

15 Mart 2024
Sayı: KB 2024/05

Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde!
İşçi sınıfı kavgaya hazırlanmalıdır!
İşsizlik Fonu'nda yağmaya devam!
Kişisel verileri "pazarlama" kanunu
Bu pisliği mücadele temizler
Dinci-gerici kuşatmak için.
İEKK kreş kampanyası
Malatya Baykan Tekstil'de kreş mücadelesi
"Kreş hakkımız için birlik olma zamanı"
Dört bir yanda 8 Mart eylemleri
İEKK'den 8 Mart eylemi
Greif deneyimi ışığında sınıfa devrimci müdahale
Greif işgali: İşçi sınıfı hareketinde bir kilometre taşı
Avrupa'da çiftçiler ayakta
Mykolaiv provokasyonu ve Ukrayna'da savaşın seyri
Ukrayna savaşı kızıştırıyor
Almanya'da grev dalgası devam ediyor!
"Avrupa hızla büyüyen iklim risklerine karşı hazırlıksız"
Kapitalizm, savaş, silah şirketleri
"Bolşeviklerin ayaklanmasından bu yana hayata inanıyorum..."
Lozan 8 Mart etkinliği üzerine kısa notlar
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Bu pisliği emekçilerin örgütlü mücadelesi temizleyecektir!

 

Amerikan ekonomi dergisi Forbes geçtiğimiz günlerde ‘En zengin 100 Türk’ listesini yayınladı. Listenin başında 5.2 milyar dolarlık şahsi servetiyle, Yıldız Holding’in genel yönetim kurulu üyesi Murat Ülker yer alıyor. Devamında Ford, Tofaş, Arçelik, Tüpraş, Yapı Kredi bankası gibi büyük şirketleri bünyesinde bulunduran Koç Holding’den Semahat Ersel, Rahmi Koç ve İpek Kıraç geliyor. Listede Otomotiv, İnşaat ve Medya şirketleri olan Doğuş Holding’den Ferit Şahenk ve Filiz Şahenk, Merinos halı, Dinarsu halı, SASA Polsyester gibi şirketlerin sahibi Erdemoğlu Holding’ten İbrahim Erdemoğlu ve Ali Erdemoğlu, ’beşli çete’ olarak anılan gruptan Rönesans Holding’ten Erman Ilıcak ve Limak Holding’in sahibi Nihat Özdemir de listede ilk 10’un içinde.

Türkiye’de ki kapitalistlerin en büyük örgütü olan TÜSİAD şeflerinin kimi zaman Erdoğan’ı ve onun siyasi pozisyonunu ‘eleştiren’ söylemleri oluyor. Buna karşın AKP-MHP rejimine destek sunmaya devam ediyorlar, çünkü bu rejimden memnunlar. Yukarıdaki tablo, bu memnuniyetin kaynağına işaret ediyor.

***

AKP şefi Erdoğan, iktidara geldiği günden bu yana sermaye sınıfına hizmette kusur etmedi. Kapitalistlere servetlerini arttırma imkanı sunarken, emekçileri sefalete iten politikalar her zaman esas rotasını oluşturdu. Bununla birlikte çocuklarını, damatlarını, yakınlarını ve AKP şeflerini zenginleştiren bir yağma ve talan düzeni de kurdu. Bu durum birçok kere gündeme gelmiş olsa da en belirgin şekilde kendini “beşli çete” olarak bilinen şirket grupları ile ilişkileri üzerinden gösterdi. Yağma/talan çarkı devlet imkanlarıyla kurulduğu için ‘yandaş’ şirketlerin bazıları bırakın Türkiye’yi dünyada en fazla kamu ihalesi alanlar arasında birinci sıradadır.

AKP iktidarı misyonu gereği sermayenin istekleri ve çıkarları doğrultusunda politik/ekonomik bir hat izledi/izliyor. Bundan dolayı Türkiye bugün ağır bir ekonomik ve sosyal krizin içindedir. Gelinen yerde milyonlarca işçi emekçi açlık sınırında bir ücrete mahkum edilmiş, milyonlarca emekli derin bir sefalete itilmiş, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı artık çekilmez bir hal almıştır. Öte yandan OVP, torba yasalar, yeni vergiler, hak gaspları ve zorbalık AKP-MHP rejiminin temel politikaları arasında yer alıyor. Öte tarafta tüm bu ekonomik krize rağmen kapitalistler, özellikle de yandaş şirketler kar rekorları kırmaya devam ediyor. Çünkü rejim emekçilerden çaldığını sermaye kodamanlarına aktarıyor.

Servet-sefalet kutuplaşmasının bu kadar derinleşmesi; sermaye cephesi için sınırsız teşviklerden, sömürünün derinleştirilmesinden, vergi aflarından, madenlerin ve hazine alanlarının on paraya peşkeş çekilmesinden, kamu mallarının özelleştirilmesinden, dağların, nehirlerin ve ormanların hiçbir kural tanınmadan talana açılmasından vb. kaynaklanıyor. Saray rejimini sermaye sınıfı için bulunmaz bir nimete çeviren bu durum, dünden bugüne AKP ile Sermaye sınıfı arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin temelini oluşturuyor.

***

Wikileaks, Panama, Man Adası vb. gibi uluslararası alanda sonuçları olan gizli belgelerin gün yüzüne çıkması Erdoğan ve ailesinin de içinde olduğu pek çok karanlık/usulsüz ticari ilişkiye ışık tutmuştur. AKP’nin TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sermaye grupları ile yakın ilişkisi, yandaş şirketlerin fonlanması ve her türlü desteğin sunulması bu şirketler için büyük bir servet kaynağına dönüştürülmüştür. Özellikle yap-işlet-devret modeli ile köprüler, şehir hastaneleri, otoyollar, limanlar, havaalanları gibi alt yapı projeleri adrese teslim bir şekilde bu şirketlere peşkeş çekildi. İnşaattan enerjiye kadar birçok iş kolunda faaliyet göstermekte olan beşli çete ile onlara bağlı birçok alt şirket bu sömürüden kendi çapında yararlanmaktadır. Vahşi kapitalizmi uç noktalara vardıran çalışma koşulları, söz konusu şirketlerin karlarını ayrıca arttırmıştır.

Her yönü ile çürümüş olan bu mafyatik düzen sermaye sınıfı için bir sömürü cennetidir. Geniş emekçi kiteler için ise sefalete sürükleniş ve yok oluşu temsil etmektedir. İçindeki her türlü kirli siyasi ve ticari ilişkileri ile birlikte yıkılmayı bekliyor. Bu pislikten ülkeyi ancak işçi-emekçilerin örgütlü mücadelesi arındırabilir.

K. Torlak

 

 

 

Kurt’un katili polis yargı eliyle korunuyor

 

2014 yılının mayıs ayında Berkin Elvan için Okmeydanı’nda yapılan eylemler sırasında Uğur Kurt, bir yakınının cenaze törenine katılmak için Okmeydanı Cemevi’ne gelmişti. Cemevi bahçesin bulunduğu sıra Uğur Kurt polisler tarafından başından vurularak öldürüldü. Polis, alenen cinayet işleme pervasızlığını dönemin başbakanı Erdoğan’ın nutuklarında, “Polise vur emrini ben verdim” demesinden alıyordu.

Uğur Kurt cinayeti davasının başlamasının üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Sürecin en başında cinayet, “basit taksir” diye tanımlanarak dava kapatılmak istendi. 2 yıl hapis yattıktan sonra katil polisin cezası belirlendi. Polisin cezaevinde “iyi hal” gösterdiği öne sürülerek cezası 1 yıl 8 aya indirildi. Ardından 12 bin 100 TL adli para cezasına çevrildi.

Uğur Kurt’un ailesi ile avukatlarının ısrarlı itirazı sonucu karar bozuldu, polisin tekrardan yargılanması sağlandı. Tüm dava süreci, polis Sezgin Korkmaz’ın devlet tarafından nasıl korunup kollandığının açık bir göstergesi oldu. İtirazların ardından tekrar açılan davada karar yakın zamanda kesinleşti. Karara göre Korkmaz’a 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Karar, saray rejiminin aparatı gibi çalışan yargının katilleri koruma zincirine eklenmiş yeni bir utanç halkası olarak tarihe geçti. Saray rejiminin yargısı mağdurlara değil katillere “adalet” dağıtıyor. Bu karar, katillerin sermaye devletinin yargı aparatı eliyle korunmasının fiilen “resmi politika” haline getirildiğinin somut kanıtlarından biridir.

***

Mahkemelerin doğrudan saray rejimine hizmet ettiğini Can Atalay davası başta olmak üzere, Haziran Direnişi’ne ilişkin dava dosyalarında, Suruç katliamında, Ankara Tren Garı katliamında, Maden facialarının ardından devam eden yargı süreçlerinde, Çorlu tren katliamında ve daha nice örnekte gördük.

Bu kokuşmuş düzenin mahkemelerinde en ufak bir adalet kazanımı dahi, ancak sokaklarda mücadele yürütüldüğünde mümkün olabiliyor. Bu koşullarda -yargıda ya da başka alanlarda- yitirdiklerimizin hesabını ancak mücadeleyi yükselterek sorabiliriz.