İçindekiler:

15 Ağustos 2024
Sayı: KB 2024/13

Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Meclis'te "Abbas gösterisi"
Kürt halkına karşı histerik düşmanlık
Sosyal medya ve sansür
Ölüm saçan iktidara karşı direnişe!
Zorlu Holding ve AKP-İsrail ortaklığı
"DİSK olarak" barikat başında dürülen bayraklar
Vergi soygunu ve işçi sınıfı
Sendika üye istatistiklerinin gösterdikleri
Türk-İş'ten "eylem takvimi" açıklaması
Dirinler Döküm işçisi anlatıyor
Emeğin Kurtuluşu işçi okulları
Barış sorunu
Soykırım ve emperyalistlerin suç ortaklığı
Batı Şeria'da İsrail'in katliamları ve direniş
Bangladeş'te halk hareketi
ABD emperyalizminin Venezuela "sancısı"
Barut fıçısını Avrupa'dan Asya'ya taşıma çabası
Büyük savaşa hazırlık
ABD savaş gemileri Ortadoğu'da
Siyasi cinayetlerin sorumluları
Ukrayna savaşı neden dönüm noktası
YKS yerleştirme sonuçları
Özgürlük, gelecek ve Filistin buluşması deklarasyonu...
"Amatör bir dünya için profesyonelce"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kriz derinleşiyor, fatura kabarıyor...

Krizin faturasını kapitalistler ödesin!

 

“Toplu işten çıkarmalar, ücretlerin düşürülmesi, çalışma saatlerinin uzatılması da dahil çalışma koşullarının yeni bir düzeyde ağırlaştırılması, sosyal harcamalarda yeni kısıntılar, dolaylı vergilerde ve temel tüketim mallarının fiyatlarında artış, şirket ve banka kurtarmalarının her zamanki gibi halka fatura edilmesi vb., vb... 

‘Krize karşı mücadele’ adına gündeme getirilen tüm bu saldırı önlemleri krizin faturasının işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmesi politikasının ifadesidirler. İlerici-devrimci güçler ile bir bütün olarak emek cephesinin önünde ise krizin faturasını ödemeyi kategorik olarak reddetmek, ‘Krizin faturasını kapitalistler ödesin!’ şiarını yükseltmek ve buna dayalı istemler ortaya sürmek görev ve sorumluluğu durmaktadır.” (Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları, (www.tkip.org)

Ekonomik-mali kriz ve bağlı gelişmeler toplum yaşamının temel gündemi olmaya devam ediyor. Uzunca bir süredir yüksek enflasyon (hayat pahalılığı), ücretlerin sistematik olarak erimesi (alım gücünün düşmesi), artan vergi yükü vb. olgular üzerinden gündelik yaşamda kendisini hissettiren kriz, gelinen yerde sanayi üretiminde daralma, işsizlik oranlarındaki artış, borsa dalgalanmaları, borçlanma yükünün ağırlaşması vb. alanlarda da önemli sonuçlar yaratmaya başladı. Kimi iktisatçılar küçük ve orta ölçekli işletmelerde yaşanan iflasların önümüzdeki süreçte artacağına, sanayi üretiminde yaşanan daralmaya bağlı olarak işsizlik sorununun derinleşeceğine işaret ediyor. Türkiye kapitalizminin, küresel piyasada yaşanan bunalım ve siyasi gerilimlerin tetikleyeceği gelişmeler karşısında bütünüyle savunmasız konumda olduğuna dikkat çeken iktisatçılar, ekonomide yaşanabilecek genel bir çöküşe ilişkin uyarılarda bulunuyorlar.

Gerçekleri çarpıtmakla ünlü TÜİK’in ekonomiye ilişkin verileri dahi bu gelişmeleri doğruluyor. TÜİK’e göre nisan ayından beri sanayi üretiminde yaşanan daralma haziranda aylık bazda yüzde 2,1 oranında, yıllık bazda ise yüzde 4,7 oranında gerçekleşti. İşsizlik oranı ise son 13 ayın zirvesini görerek yüzde 9,2 seviyesine ulaştı. Özetle, enflasyondaki yükseliş devam ederken sanayi üretimi daralıyor, işsizlik oranı artıyor… 

Tüm bunlar işçi sınıfı adına faturanın daha da kabaracağı anlamına geliyor. Zira, halihazırda ağır çalışma koşullarında düşük ücretlere çalıştırılan, alım gücü sistematik olarak düşen, artan vergi yükünün altında ezilen ve “kemer sıkma” politikalarıyla yoksulluğu derinleşen emekçiler, gelinen yerde işten atılma, yani bütünüyle kendi kaderine terk edilme riski ile karşı karşıyalar. Öyle ya, sanayi üretiminde yaşanan daralma ve gerileme karşısında kapitalistlerin ilk başvuracağı şey “işgücü maliyetini” düşürmek, yani işten atma saldırısını devreye sokmak olacaktır. Bu ise zaten yarı aç yarı tok yaşayan, daha doğrusu yaşam savaşı veren emekçiler için ölüme terk edilmek anlamına gelmektedir.

Bu noktada asıl mesele işçi sınıfı ve emekçilerin bu koşullara boyun eğip eğmeyeceğinde düğümlenmektedir. Krizin çok yönlü faturasının emekçiler içerisinde hoşnutsuzluk yarattığı, yer yer bu koşullara karşı tepki gösterdiği biliniyor. Fakat bu kadarı, kapitalistlerin krizin faturasını emekçilerin sırtına yükleme kararlılığını geri püskürtmeye yetmemektedir. 

Giderek derinleşen ve yeni boyutlar kazanan ekonomik-mali krizin emekçilerin yaşamında çok daha ciddi yıkımlar yaratacağı ve ekonomik-sosyal bunalımı derinleştireceği açık. Başta işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk olmak üzere, toplum yaşamını tahrip eden çok yönlü ekonomik-sosyal sorunların emekçilerin öfkesini büyüteceği de öyle. Fakat çözülmesi gereken düğüm, aşılması gereken eşik tam da bu noktada kendisini ortaya koymaktadır. Zira, krizin yarattığı öfke ve hoşnutsuzluk birleşik, kitlesel ve örgütlü bir çıkışa dönüşmediği oranda bir yandan toplum yaşamında çürümenin zeminleri güçlenmekte öte yandan acı fatura sistematik olarak emekçilere ödetilmektedir.

Krizin faturasına, faşist baskıya geçit verme!

Bu verili tablo, kriz gündemli mücadele üzerinden yüklenilmesi gereken halkayı da ortaya koymaktadır. Yapılması gereken şey, öfkesi her geçen gün büyüyen işçi sınıfı ve emekçilerin edilgenliğini bir yerinden kırmaya odaklanmaktır. Emekçileri sömürüye, sosyal yıkıma, açlığa, yoksulluğa, faşist baskı ve zorbalığa karşı harekete geçirmeyi, politik mücadele alanına çıkarmayı başarmaktır.

“Sınıfa karşı sınıf” perspektifi üzerinden, krizin ağırlaşan-çok yönlü faturasının reddine dayalı politik çalışmayı güçlendirmek ve emekçiler içerisinde büyüyen öfkeye akacak kanallar yaratmak bu bağlamda büyük önem taşımaktadır. Bu yönlü bir yoğunlaşmayı, halihazırda örgütsüz ve dağınık halde bulunan işçi sınıfının taban örgütlerini oluşturma çabasıyla birleştirmek ise sürecin ikinci önemli halkasını oluşturmaktadır.

Sınıf devrimcileri, kriz gündemi üzerinden güncel sorumluluklarına bu bütünlük üzerinden bakmaktadır. Dolayısıyla, gerek kendi bağımsız politik faaliyetlerini gerekse ilerici-sol güçlerle ortaklaşa yürütülen çalışmaları krizin yıkıma uğrattığı emekçileri birleştirmek ve harekete geçirmek temelinde ele almakta, gündelik faaliyete buna göre yön vermektedir.

Halihazırda devam eden “Krizin faturasına, faşist baskıya geçit verme!” şiarlı kampanya süreci de bu yaklaşımın ürünüdür. Kriz koşullarının emekçiler içerisinde yarattığı duyarlılıkları mücadelenin ilerletilmesi için birer dayanağa çevirmek, öne çıkan dinamiklerle bu temelde buluşmak ve ortaya çıkan olanakları en etkili şekilde değerlendirmek kampanya sürecinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Bununla birlikte, tam da bu dayanakları güçlendirerek sınıf hareketinin önündeki engelleri aşmak, işçi sınıfının hak arama bilincini ve mücadelesini geliştirmek de kampanya çalışmasının hedefleri içerisinde yer almaktadır. Bu bağlamda “Krizin faturasına, faşist baskıya geçit verme!” şiarlı kampanya, sınıfın direnme ve mücadele gücünü arttırma, politize etme; bağımsız, devrimci, kitlesel bir güç olarak sermayenin karşısına çıkarma hedefine bağlı yoğunlaşmış bir çalışma anlamına gelmektedir. 

“Görev krizin kitlelerde çok yönlü olarak beslediği ve besleyeceği hoşnutsuzluğu her yolla açığa çıkarmak, eyleme dökmeye çalışmak olmalıdır. Bunun alacağı biçimler hayatın içinde amaca en uygun biçimde bir bakıma kendiliğinden şekillenecektir.” (Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları, www.tkip.org)