03 Ocak'04
Sayı: 2004 (14)


  Kızıl Bayrak'tan
  2003'te düzenin siyasal ve ekonomik tablosu
  Borç, faiz ve savaş bütçesi meclisten geçti...
  Sefalet ücreti belirlendi...
  Soruşturmalara ve YÖK Yasa Tasarısı'na hayır!
  28 Aralık Ankara... Gençlik sözünü söyledi!
  28 Aralık etkinliğine gönderilen mesajlardan...
  Halklarımızın "doğal felaket"lerden kurtuluşu kapitalizm felaketinden kurtulmakla gelecek!
  Emperyalist işgalcilerin kayıpları artıyor!
  2003 ihanet batağının daha da derinleştiği bir yıl oldu...
  2003 yılında işçi sınıfı hareketi...
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Kurulu yapıldı....
  BMS kurulunda yapılan konuşmalardan...
  Eğitimin özelleştirilmesine hayır!
  F tipi hücrelerden sonra şimdi de D tipi tecrit hücreleri devrede
  Emperyalizme dayanmak çözüm değil, katmerli kölelik getirir
  CHİAPS Ayaklanması'nın 10. yılında Zapatist Hareket
  Filistin halkı emperyalist-siyonist kuşatma ile köleleştirilmek isteniyor...
  Türkiye ve İsrail "teröre karşı mücadele" adı altında kirli anlaşmalar yapıyor...
  Eda Trafo'da örgütlenme deneyimi ve işçi kıyımı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Borç, faiz ve savaş bütçesi meclisten geçti...

Sermayeye değil emekçiye bütçe!

2004 yılı bütçesi, daha önceki yıllardan bir parça farklı olarak, kavgasız gürültüsüz bir şekilde meclise geldi ve kabul edildi. Her yıl bütçe hazırlıkları başladığı zaman düzen cephesinde bu konuyla ilgili değişik tartışmalar olurdu. Yanı sıra KESK’te örgütlü kamu emekçileri, her yıl bütçe meclise geldiğinde bir takım eylemler ortaya koyarlar, bu eylemlerden bir sonuç alınmasa bile bütçe konusunu emekçilerin gündemine bir ölçüde taşımış olurlardı.

Bu yıl öyle olmadı. Hükümetin Ekim ayı ortalarında açıkladığı Bütçe Kanunu Tasarısı meclis komisyonlarından esaslı bir değişikliğe uğramadan geçti. Bütçe meclis genel kuruluna geldiğinde de herhangi bir muhalefetle karşılaşmadı. Muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal yaptığı konuşmada bütçeye karşı çıkmak bir yana, ekonomideki genel gidişi övdü. Hiçbir şey dememiş olmamak için de işsizlikten, yoksulluktan dem vurdu. Bütçe, meclisteki rutin görüşmelerin ardından kabul edilip kesinleştirildi. Kaldı ki düzen partilerinin bütçe üzerinden söyleyebilecekleri herhangi bir şey de yoktu.

Zira bütçe tasarısı meclisteki her iki partinin de canı gönülden desteklediği İMF programı esas alınarak hazırlanmıştı. Bir bakıma bütçeyi İMF yetkilileri hazırlamış, hükümete sadece bu bütçeyi meclisten geçirme işi kalmıştı. Bu durumu en somut şekilde gösteren ibretlik konuşmayı yapmak ise geçmiş hükümet döneminde İMF programının hazırlanmasında birinci dereceden sorumluluk sahibi olan, şimdilerde ise muhalefetteki CHP’nin has elemanlarından olan Kemal Derviş’e düştü. Kemal Derviş CHP grubu adına kürsüye çıktı. Fakat usulen de olsa bütçeyi eleştirme yoluna gitmedi. Tersine, ısrarla hükümete İMF programına sadık kalmasını tavsiye etti, bu konuda öğütler verdi.

Bir borç, faiz ve savaş bütçesi

Yakından baktığımızda, 2004 bütçesinin de tıpkı bundan öncekiler gibi bir borç ve faiz bütçesi olduğunu görüyoruz. Bilindiği gibi sermaye sözcüleri aylardır ekonominin nasıl da iyiye gittiğinden, düze çıktığından söz edip duruyorlar. Fakat bütçede yer alan rakamlar işin aslının hiç de söylendiği gibi olmadığını gösteriyor. Bir bütçe eğer giderek artan bir borç yüküne dayanıyorsa, bütçe gelirlerinin çok büyük bir kısmı sadece borç ve faiz ödemelerine gidiyorsa, o ülkede ekonominin iyiye gittiğini söylemenin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Nitekim bütçe gelirlerinin neredeyse yarısı (yüzde 43) borç faizlerinin ödemelerine gidiyor. Bundan 13 yıl önce, yani 1990 yılında borç faizlerine ayrılan payın yüzde 23 oldu&curen;unu, bugün bu rakamın ikiye katlandığını gözönüne alacak olursak, ekonominin iyiye mi yoksa uçuruma mı gittiği daha iyi anlaşılır. Kaldı ki bu borç ve faiz geri ödemelerinin önemli bir kısmının gelecek yıllara kaydırılmış hali. Hatırlanacağı gibi bundan bir süre önce, Türkiye’nin ABD’nin emrinde Irak’a asker göndermesinin gündemde olduğu sıralar Türkiye’nin sıkışan dış borç gei ödemeleri yeni bir takvime bağlanmıştı. Bu takvime göre dış borç ve faiz ödemeleri asıl olarak 2005 ve 2006 yıllarında ağırlaşacak.

Eğer siz yeni borç almıyorsanız, ne kadar ağır olursa olsun, eski borçlardan kaynaklanan faizleri bir şekilde ödersiniz. Çünkü hiç değilse ekonominiz borç almadan işleyebilecek imkanlara kavuşmuş demektir. Fakat bütçe rakamları kazın ayağının hiç de öyle olmadığını, faiz yükünün yanı sıra borç yükünün de giderek arttığını ortaya koyuyor. Türkiye, faizleri ödeyebilmek, ekonominin çarklarını çevirebilmek için sürekli olarak iç ve dış piyasalardan yeni borç alıyor. Son 8 yılda iç borçlanma tutarı 4 kattan fazla, dış borç tutarı ise yaklaşık 2 kat artmış durumda.

2004 yılı bütçesi aynı zamanda bir savaş bütçesidir. Türkiye’nin Irak’ta sıcak savaş içerisine girme ihtimalinin kalmadığı düşünülebilir. Bu nedenle de bütçenin bir savaş bütçesi olarak hazırlanmış olduğu iddiası çoğu kimseye inandırıcı gelmeyebilir. Öyle ya, savaş yoksa niçin bütçesi olsun?

Herşeyden önce Türkiye’nin Irak’ta ya da başka bir yerde sıcak savaş içine girmesi ihtimali hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Dış politikası esasta ABD tarafından belirlenen, bu emperyalist haydutun Ortadoğu’daki işbirlikçisi, tetikçisi olduğunu belgeleyen birçok anlaşmaya imza atan Türkiye’nin savaşlara uzak kalma lüksü (ve niyeti) yoktur. Türkiye’nin savaşlardan uzaklığı ya da yakınlığı, kendi niyetlerinden ziyade ABD’nin çıkarlarıyla ilgili bir zamanlama ve planlama sorunudur. Kaldı ki Türkiye’de devletin silahlanma harcamalarının yüksek tutulmasının dış politik nedenleri olduğu kadar iç politik nedenleri de vardır. Yani Türkiye’deki sermaye devleti sadece dış savaşları düşünerek değil, aynı zamanda iç savaşları da düşünerek hazırlık yapmaktadır. Ordu ve devlete bağlı diğer militarist örütlenmeler, işçi sınıfı ve emekçileri baskı ve denetim altında tutma, sermayenin egemenliğini koruma konusunda düzenin en güvendiği aygıtlardır.

Bütçe rakamları da zaten bunu göstermektedir. Polis, asker ve benzeri teşkilatların bütçeden aldıkları pay yüzde 12,4’tür. Elbette bu doğrudan doğruya bu teşkilatlara ayrılan ödenektir. Ayrıca yatırım ve alım giderleri adı altında yapılan harcamaların yarıdan fazlasının da ordu ve polisin ihtiyaçlarını karşılamak için ayrıldığı düşünülürse, düzeni zor yoluyla korumaktan başka hiçbir işlevi olmayan bu asalak yapılanmaların bütçeden aslan payını aldıkları anlaşılacaktır. Geçerken belirtelim ki, askeri harcamaların önemli bir kısmı da Savunma Sanayi Destekleme Fonu’ndan yapılmaktadır. Sigara ya da milli piyango bileti gibi ürünlerin satışından yapılan kesintilerden beslenen ve miktarı milyar dolarlarla ifade edilen bu fon, her türlü denetimin de dışındadır.

Bütçenin yükünü emekçiler çekiyor

Devlet sermaye devletidir. Fakat işçi ve emekçilerin kendi çıkarlarını koruma mücadelesinin güçlü olduğu dönemlerde devlet, sermayenin çıkarlarını korumanın yanı sıra emekçilerin bir takım taleplerini de dikkate almak zorunda kalmıştır. Emekçilerin sermaye devletinin üzerindeki ağırlığının ve bir takım iktisadi, sosyal haklar elde etmiş olmasının en açık ifadesi, geçmişte moda olan, yakın dönemde ise giderek terkedilen “sosyal devlet” modelidir. “Sosyal devlet”in bir model olarak ortaya çıkmasında emekçilerin mücadelesi belirleyici olmuştur. Aynı şekilde bugün de “sosyal devlet” modelinin sermaye tarafından terkedilmesinin gerisinde işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin zayıflaması, kazanılmış haklarına sahip çıkamaması gerçeği vardır.

Bütçe kaynaklarının paylaşımı emek ve sermaye güçleri arasındaki güç dengelerinin en somut göstergelerinden biridir. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesindeki geriye düşüşle de bağlantılı olarak sermaye bütçe kaynaklarını, her geçen yıl daha fazla, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.

1990’dan bu yana eğitim harcamaları yüzde 18.8’den yüzde 10 düzeyine, sağlık harcamaları ise % yüzde 4.7’den, yüzde 3.5 düzeylerine gerilemiştir. Yatırım harcamalarına bütçeden ayrılan pay ise 1990’da yüzde 21.3 iken, 2004 yılında yüzde 4.7 olarak öngörülmektedir. Kamuda çalışan işçi ve emekçilerin ücretlerinin karşılandığı pay, 1992 yılında bütçenin yüzde 41.74’ü oranındayken 2004 yılı için yüzde 18.98 civarında gerçekleşmesi planlanmaktadır.

Yani hem bütçeyi asıl belirleyen İMF, hem de onu sahiplenen ve uygulamaya soyunan hükümet, işçi ve emekçilerin yararlandığı eğitim ve sağlık harcamalarını alabildiğine budayarak, kamudaki işçi ve emekçilerin ücretlerini mümkün olduğunca kısarak, buralardan sağlanan tasarrufları sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda borç ve faiz ödemelerine aktarmaktadır. Demek oluyor ki, borç ve faiz ödemelerinin yükü, tümüyle işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmaktadır. Bütçe, emekçilerin cebinden, eğitim ve sağlığından çalmanın, bu çalınanları devlet eliyle sermayenin kasasına aktarmanın bir aracı olarak çalışmaktadır.

Bütçe kaynaklarının kullanımında emekçilere cimri davranan hükümet, bütçe gelirlerinin toplanmasında tam tersi bir davranış içindedir. 2004 yılında devlet 100 katrilyon civarında vergi toplamayı hedeflemektedir. Bunun 20 katrilyon kadarı çoğunluğunu emekçilerin ödediği gelir vergisidir. Geri kalanın yüzde 67’si ise dolaylı vergilerdir. Bilindiği gibi dolaylı vergiler mal ve hizmetlerin satış fiyatı üzerinden alınmaktadır. Bu mal ve hizmetlerde satın alanın gelir düzeyi dikkate alınmamaktadır. Durum böyle olunca, nüfusun büyük bölümünü oluşturan işçi ve emekçiler dolaylı vergilerin ağırlıklı bir bölümünü ödemiş olmaktadır.

2004 yılında doğrudan doğruya sermayeden alınan vergilerin yüzde 7.5 arttırılması planlanırken dolaylı vergi gelirlerinin yüzde 17 arttırılması düşünülmektedir. Başı her sıkıştığında sermayenin imdadına yetişen, vergi affı çıkartarak onları kurtaran hükümet, buradan doğan açığı emekçilerin sırtına daha fazla vergi yükü bindirerek kapatmaya çalışmaktadır.

Sermayeye değil, emekçiye bütçe!

Ne devlet, ne de devlet bütçesi sınıflar üstü kavramlar değildir. Devlet sermaye devleti olduğuna göre bütçede de esas olarak emperyalistlerin direktifleri ve sermayenin sınıfsal çıkarları, buna uygun dönemsel politikalarının gerekleri gözetilecektir. Örneğin şu an KESK yönetiminin yaptığı gibi ağlayıp sızlamak, yakınmak bu durumu değiştirmek için yeterli değildir. Çünkü örgütlü güç olarak bir ağırlık ortaya konulmadığı sürece, sermaye için emekçilerin çektiği açlık ve sefaletin, ağlayıp sızlanmaların bir anlamı yoktur.

Bu tabloyu tersine çevirmenin, bütçeyi emekçilerin çıkarlarının gözetildiği bir belge haline getirmenin yolu sınıf ve emekçi hareketinin, sermayenin sınıf egemenliğine karşı mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.