03 Ocak'04
Sayı: 2004 (14)


  Kızıl Bayrak'tan
  2003'te düzenin siyasal ve ekonomik tablosu
  Borç, faiz ve savaş bütçesi meclisten geçti...
  Sefalet ücreti belirlendi...
  Soruşturmalara ve YÖK Yasa Tasarısı'na hayır!
  28 Aralık Ankara... Gençlik sözünü söyledi!
  28 Aralık etkinliğine gönderilen mesajlardan...
  Halklarımızın "doğal felaket"lerden kurtuluşu kapitalizm felaketinden kurtulmakla gelecek!
  Emperyalist işgalcilerin kayıpları artıyor!
  2003 ihanet batağının daha da derinleştiği bir yıl oldu...
  2003 yılında işçi sınıfı hareketi...
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Kurulu yapıldı....
  BMS kurulunda yapılan konuşmalardan...
  Eğitimin özelleştirilmesine hayır!
  F tipi hücrelerden sonra şimdi de D tipi tecrit hücreleri devrede
  Emperyalizme dayanmak çözüm değil, katmerli kölelik getirir
  CHİAPS Ayaklanması'nın 10. yılında Zapatist Hareket
  Filistin halkı emperyalist-siyonist kuşatma ile köleleştirilmek isteniyor...
  Türkiye ve İsrail "teröre karşı mücadele" adı altında kirli anlaşmalar yapıyor...
  Eda Trafo'da örgütlenme deneyimi ve işçi kıyımı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Eğitimin özelleştirilmesine hayır!

Bilimsel, demokratik,
parasız, eşit ve anadilde eğitim!

Kapitalizmde eğitim bir yandan sistemin devamını sağlarken, diğer yandan sermayeye kalifiye eleman yetiştirmektedir. Meslek liseleri bu anlamda önemli bir yer tutuyor. Bu okullarda öğrenciler iliklerine kadar sömürülürken sermayeye ucuz iş gücü olarak azımsanmayacak ölçüde kâr sağlıyorlar.

Eğitim, bunun dışında kalan geniş halk kesimleri için genç beyinleri uyuşturmanın, aptallaştırmanın, yozlaştırmanın, sistemi olduğu gibi kabul etmenin bir aracı haline gelmiş durumda. Ezberci, bilimsellikten uzak, anti demokratik olmasıyla da düşünmeyen ve sorgulamayan, kısaca sistem için herhangi bir tehdit oluşturmayan bireyler yetiştiriyor. Bundan dolayıdır ki, devlet bir yandan eğitimi özelleştirmeye çalışırken, diğer yandan eğitim işlerini planlayan, müfredatı oluşturan birimleri elinde tutuyor. Açıkça bunları belirlemenin dışındaki işlerden (maddi yükten) elini çekiyor.

GATS’la birlikte piyasaya açılacak alanlardan biri de eğitim. Çünkü eğitim toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren alanlardan biridir. Piyasa için önemli olan talebin yüksek olmasıdır ve eğitim alanı da kendiliğinden yüksek bir talep potansiyeli taşımaktadır. Yüksek talep ise ister istemez sermayenin, uluslararası tekellerin iştahını kabartan, onları bu alanlara yönlendiren temel faktördür.

Aslında yasal düzenlemelerden önce, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlarda bütçeden yeterli pay ayrılmayarak ve bu alanların özelleştirilmesi teşvik edilerek, kamu hizmetlerinin ticarileşmesi fiilen sağlanmıştır. Eğitim öncelikle “katkı payı” uygulamasıyla; özel sermaye kesimlerinin doğrudan okul işletmeciliğine girmek üzere desteklenmesiyle; eğitim hizmetlerinin kantin, taşıma, temizlik işleri, ders kitapları sağlama gibi temel destek alanlarında ticarileştirilmesi ve taşeronlaştırılmasıyla kapitalizmin piyasa sistemine açılmıştır. Okullar kendi başının çaresine bakar durumda bırakılmış, okulların elektrik, su vb. faturalarından tutun da çalıştırılan hizmetlilerin ücretlerine kadar hemen tüm giderleri velilerin sırtına yüklenmiştir. Nitekim hükümet programı, eğitimin her alanında özel teşebbüsün payının arttırılmasını kendsine hedef olarak belirlemiştir.

Kamunun tasfiyesi

Kamu personel reformu ile birlikte “piyasa devleti” artık kurumsal bir yapıya oturtulmaktadır. Böylece devletin halka karşı anayasal görevi olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik olanakları sağlamak gibi sorumlulukları ortadan kalkmakta, bunun yerine hizmeti satın alan “müşteri” kavramı oturtulmaktadır. Kamu emekçileri müşterilik olgusundan diğer toplum kesimlerinden çok daha fazla etkileneceklerdir. Çünkü, kamu hizmetlerinin piyasalaşması ile bir taraftan kamu hizmetlerinin müşterisi olan kamu emekçileri, diğer taraftan bu hizmetleri müşterilere sunan “tezgahtarlar” konumuna düşeceklerdir.

Eğitim sektörünün, talebin yüksek olması sebebiyle kârlı bir sektör olduğunu vurgulamıştık. Dolayısıyla sermaye için bu alan iştah kabartıcıdır. Devlet açısından da işin mali yükünden kurtulmasını sağlayacağına göre, emperyalist politikalar doğrultusunda uluslararası anlaşmalara atılan imzaların bir gereği olarak eğitim, sağlık gibi alanların özelleştirilmesi kaçınılmazdır.

Planlanan yeni düzenlemelerle, kamudaki personel sözleşmeli olarak istihdam edilecek, böylece emekçilerin iş güvencesi ortadan kalkacaktır. Hele hele işe alınma gibi konularda hemşehricilik, siyasal kayırma vb. durumların devreye girdiği Türkiye gibi ülkelerde, iş sahibi olma ya da işsiz kalmanın ne kadar kolay olduğunu tahmin etmek zor değil. Böylece idare yalakası tipolojinin sayısında gözle görülür bir artış olacaktır.

İş güvencesiyle birlikte birçok kazanılmış hak daha ortadan kaldırılacaktır. Çalışma saatleri uzatılıp ücretler düşürülecek (esnek çalışma koşulları), iş yasasındaki ödünç işçi uygulamasının bir benzeri uygulanacak (ki norm kadroyla birlikte bunun adımları atılmıştır), ücretler performansa bağlı olacak (ölçütün ne olacağı henüz net değildir), sendikal örgütlülük dağıtılacak, emekçiler arasında dayanışma duygusu kırılarak rekabet artacak, sömürü yoğunlaşacaktır, vb.

Devlet “küçülmüyor”,
kamu hizmetleri “özelleştiriliyor”!

“Kamu harcamaları devletin üzerinde yük oluyor, bu nedenle devlet küçültülmeli” gibi söylemlerle medyada sık sık propagandasını yaptıkları şey aslında kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinden başka bir şey değildir. Bu söylemlerle bilinçler bulandırılarak halk nezdinde meşruiyet sağlanmaya çalışılmaktadır, ki bunda pek başarısız oldukları da söylenemez. Nasıl ki Norm Kadro ile. “Norm kadro uygulaması bazı okullarda fazla bazı okullarda açık öğretmen bulunmasına son verecektir” gibi söylemlerle emekçilerin zihnini bulandırıp bu uygulamaya kısmen destek buldularsa, aynı yöntemi şu an özelleştirmede de kullanıyorlar.

Kaynak yokluğundan sık sık şikayet edilerek kamu harcamalarının devletin sırtında kambur olduğu, kamunun bir an önce tasfiye edilerek bu yükten kurtulunması gerektiği gibi söylemlerin aldatmaca olduğunu devletin kendi kurumlarının istatistikleri ortaya koymaktadır. 2002 yılı verilerine göre, devlet bütçesinin sadece %20’si personel giderleri de dahil çeşitli kamu harcamalarına aittir. Geriye kalan %80’i ise silahlanma, batık banka kurtarma ve faiz ödemelerine harcanmıştır.

“Kamu çalışanlarının sayısının fazla olduğu, özellikle memur sayısının bir hayli kabarık ve üretmeyen, bankamatik memurluğu olduğu” tezine gelince, yine aynı istatistikler bunun böyle olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. OECD ülkelerinde memur sayısının toplam nüfusa oranı açısından ele alındığında, Türkiye’de kamu emekçisi sayısı fazla değil, tersine azdır ve bu ülkelerle kıyaslandığında alt sıralarda yer almaktadır. Avusturya, Y. Zelanda, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde kamu emekçilerinin nüfusa oranı %5’in üzerinde; ABD’de %7.5, Fransa’da %8.2, Finlandiya’da %10.4 iken, Türkiye’de kamu emekçilerinin nüfusa oranı sadece %3.2’dir. Üstelik boş kadrolarla birlikte kamu emekçileri sayısının 2.143.206 olarak gösterildiği tablo esas alınarak bu oran elde edilmiştir. Gerçekte, şu ana dolu kadro sayısı 1.750.000’dir. Bu dolu kadro baz alındığında, memur sayısının nüfusa oranı aslında sadece %2.2’dir.

Eğitimin özelleştirilme süreci

Eğitimin özelleştirilmesine bir takım yasa ve uygulamalarla fiilen işlerlik kazandırılmak isteniyor. Bunlardan biri de TKY’dir (Toplam Kalite Yönetimi). TKY’nin felsefesi pazar payını geliştirmek, verimliliği artırmak ve sömürüyü arttırarak rekabet gücünü yükseltmektir. TKY ile çalışanlar birbirleriyle karşı karşıya getirilmekte, çalışanlar arasında dayanışma duygusu kırılarak çatışma ve rekabet gündeme getirilmektedir. Amaç çalışanların sendikalarla bağının koparılmasıdır. TKY mantığı, “eğitim, para ile satılır ve parası olan bu hizmeti alır” biçiminde özetlenebilir.

TKY, kalite kontrolün anında ve üretimi yapanın kendisi tarafından geliştirilen bir sistem olarak, öğretmenin her saat, hatta dakikasını boş geçirmemek üzere sürekli sistem için çalışma prensibini dayatır. Boş vakit bırakmamak üzere öğretmenin tüm saatlerini meşgul eder ki, mücadele edecek ya da sosyal bir aktiviteye katılacak zamanı kalmasın. Eğer istenirse, sosyal aktiviteler de eğitimin kalitesi içinde yaratılacaktır! Çalıştığı saat için ve verimliliği oranında ücret alması (esnek ücret), başarılı olduğu sürece çalışabilme hakkı kazanması için TKY, öğretmeni sürekli daha çok çalışmaya zorlar. Bunu da her an denetime alır. “Eğitimde Toplam Kalite”, eğitimin özelleştirilmesi, piyasaya açılması, esnek üretime geçilmesi, tekellerin dolaysız denetimine açılması, teeller tarafından her adımın yönlendirilmesi, eğitimin kâra endekslenmesi, eğiticileri, öğrencileri ve velileri birbirine rakip düşmanlar olarak parçalamak, eğitim araç ve gereçlerinin parçalı ve paralı hale getirilmesi vs. demektir.

Eğitimin ticarileştirilmesi ve okulların bundan kâr sağlamasına dönük bir takım uygulamalar bir süredir hayata geçirilmektedir. Özellikle büyük ve merkezi okulların bahçeleri yaz tatilleri, hafta sonları ve mesai saatleri dışında otopark olarak kullanılmaktadır.

Çevre halka hizmet sunma adı altında okullarda bilgisayar kursları verileceğine ilişkin bazı haberler çıkmıştı basında. Okul tıpkı bir internet cafe gibi işletilmek istenmektedir. Özelleştirmenin bir başka uygulaması olan okul arazilerinin satışı da gündemdedir. Daha önce özelleştirilen işletmelerde olduğu gibi belki ilerde okul arazileri satın alındıktan sonra binalar yıkılacak, yerine sermayenin daha kârlı gördüğü bir işletme açılabilecektir, vb.

Özelleştirmenin çalışma koşullarına esneklik şeklinde uyarlanmasının adı ise norm kadro uygulamasıdır. Norm kadronun asıl amacı, iş güvencesinin kapsamını daraltmak ve birkaç kişinin işini bir kişiye yaptırmaktır. Ayrıca, düzenli istihdam ortadan kaldırılmakta, “ihtiyaç” halinde çalışanların farklı yerlerde, bazen birden fazla işyerinde görevlendirildiği, işyerinin parçalandığı bir uygulama getirilmektedir.

Performansa bağlı ücretlendirme ile
ücretler düşürülecek

Eğitimin özelleştirilmesi ile ücretler de düşecektir. Devlet performansa bağlı ücretlendirme saldırısı için hazırlıklarını tamamlamak üzeredir. Performansa dayalı ücretle, aynı işi yaptıkları halde kişisel performanslarının farklı olması gerekçesi ile çalışanlara farklı ücret verilmesi söz konusu olacaktır. Son zamanlarda medyada bazı haberler çıkmaya başladı. Öğretmenlerin sınava alınarak “stajyer öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen” gibi statülerin getirileceğinden bahsediliyordu. Bu uygulamayla hem eğitim emekçileri arasındaki rekabet ve yarış körüklenecek, hem de stajyer öğretmenin ücreti ile başöğretmenin ücreti arasındaki farkla performansa dayalı ücret sistemine geçilmiş olacak.

“Performans değerlendirmesi” ile, kamu emekçileri başarılı olmaya koşullanır. Başarı, bireysel olarak aylık yıllık performans eğrileriyle, düzenli bir değerlendirmeye tabi tutulur. Başarının kıstası ise, rekabet ve “başarılı” çalışmadır. Yani “müşteriyi memnun etmek”tir. Burada “müşteri” öğrenci ve velisi, “tüccar” ise öğretmendir. Bunun için de saati ve ücreti tartışmayan, sadece aşırı çalışmayla daha çok “kaliteli hizmet” üreterek daha çok kâr getiren, para toplayan verimli bir eleman olmaya koşullandırılır. Buradaki “kaliteli hizmet”, “piyasaya açılacak ve kâr getirecek bir hizmet”tir. Bu arada, koşu atı gibi gözü bağlı durmadan çalışan öğretmenin, ekonomik, sosyal ve demokratik haklarının giderek budanması ve tümünü kaybetmesi tehlikesi karşıında susması, uyumlu, gönüllü ve hevesli bir hizmetkara dönüşmesi istenmektedir.

Ücret, kalite sisteminde performansa göre değerlendirilir. Sisteme en iyi biat edenler ve iyi para kazandıranlar biraz daha iyice ücret alırken, düşük performanslı olanlar hiçbir hak tanınmadan atılır. Ücretlerin nispi olarak sürekli düşeceği ve emekçilerin giderek yoksullaşacağı bir sistemdir bu.

Sözleşmeli personel uygulaması

Sözleşmeli personelin yaygınlaştırılması ve zamanla kamu alanında tüm istihdamın sözleşmeli hale getirilmesi, sermaye devletini işin mali yükünden kurtaracak, buradan ettiği tasarrufla iç ve dış borç ödemeleri kolaylaşacaktır. Zaten son yıllarda kadro alımı epeyce azaltılmış, ihtiyacın çok çok altında atamalar yapılmaya başlanmıştır. Bundan dolayı birçok okulda neredeyse kadrolu personel kadar (hatta bazı okullarda daha da fazla sayıda) sözleşmeli öğretmen çalıştırılmaktadır. Son olarak 9 bin sözleşmeli öğretmen alınacağı duyurulmuş ve resmi gazetede yayınlanmıştır. Bu 9 bin sözleşmeli öğretmenin çalışma süreleri sabah sekiz akşam beş arası olacak, günlük ücretleri 35 milyon olacaktır. Alacakları ücret ise en fazla 400 milyon lira olarak hesaplanmıştır. 10 aylık sözleşmeler imzalanacak, sosyal kurumlar tasfiye olana kadar yapılan SSK kesitileri bu emekçilerin ücretlerinden kesilecektir.

Amaç tümden sözleşmeli personel uygulamasına geçmektir. Çünkü sermaye hükümetleri yıllardır İMF’ye verdikleri sözlerle yaklaşık 2 milyon olan kamu emekçisi sayısını 300 bine düşürme taahhütünde bulunmuşlardır. Bu 300 bin memur da, hakkını aramaya kalkanların üzerine saldırtacakları polis-asker, hakim-savcı ve vergi toplamakla yükümlü kesim olacaktır.

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Tüm diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da yerli ve yabancı sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda hem çalışanları, hem de geniş halk kesimlerini doğrudan ilgilendirecek saldırılar gündemdedir. İşçi ve emekçilerin tüm sorunlarının gerçek ve kalıcı çözümü devrimde, kurtuluşu sosyalizmdedir. Ancak bu gerçeklik demokratik hak ve özgürlüklerimiz için bugünden kararlı bir mücadele yürütmemizin önünde engel değildir. Aksine temel demokratik hak ve özgürlüklerimiz için yürüteceğimiz mücadele bugünü kazanırken, geleceği de kurmamızı kolaylaştıracaktır. Bu gelecek devrim ve sosyalizmden başkası değildir.

H. Özgür