17 Ocak'04
Sayı: 2004 (16)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD ile gizli yeni ihanet anlaşmaları...
  İMF programı iptal edilsin!
  Kölelik yasası meclise geliyor...
  Tüpraş peşkeş çekildi, işçiler satıldı...
  Asalaklar üretenleri suçluyor...
  30'a yakın insan donarak öldü...
  Yeni asgari ücret işçi sınıfıyla alay etmektir!
  Gençlik mücadelesini sürdürmekte kararlı!..
  İzmir Batı Makina Kalıp'ta sendikasızlaştırma saldırısına yanıt!
  Gençlik sözünü Kızılay'da söyleyecek!
  Üniversitelerde "cadı avı"!
  Düzen partilerinin yerel seçim hazırlığı...
  Yerel yönetimler ve yerel seçimlere yaklaşım!
  Sendikalaşma mücadelesi ve devrimci sınıf çizgisi
  Kuzey Kıbrıs hükümeti Ankara'da kuruldu...
  Ekim'in Ocak 2004 tarihli sayısı çıktı...
  Devletin değişmeyen gelenekleri
  İki haftada üç Amerikan helikopteri düşrüldü...
  Çözüm yolunu Filistin direnişi aşacak!
  Siyonist vahşete isyan devam ediyor!
  Yüzbini aşkın insan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i coşkuyla andı..
  Karl ve Rosa'nın anısına sahip çıkmak!..
  Bültenlerden...
  Keşmir'de Amerikan "barış"ı
  Özgür ve eşit bir dünya imkansız değil!
  AB hayranı Ferhat Tunç'a açık mektup...
  Bir çuval İncirlik...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
ABD ile yeni gizli ihanet anlaşmaları...

Emperyalistlerle gizli-açık tüm anlaşmalar
iptal edilsin! Tüm üs ve tesisler
derhal kapatılsın!

Bakanlar Kurulu’nun 23 Haziran’da “gizlice” aldığı bir karar bugünlerde açığa çıktı. Daha doğrusu (iddia edildiğine göre), gizliliği isteyen ABD tarafından deşifre edildi. Konu ABD basınında gündeme getirilince Türk basını da ele almak zorunda kaldı. Zorunda kalınca da işin özünü bir tarafa bırakıp en gereksiz yerlerinden çekiştirip duruyorlar.

Kamuoyuna yansıtıldığı kadarıyla, “gizli” kararın konusu İncirlik’in ABD kullanımına açılmasıdır. Bunda gizlenecek ne var, zaten hep kullanılmıyor muydu, diye sorulabilir. Evet, hep kullanılıyordu. Zaten İncirlik bu amaçla kuruldu. Kurulduğundan beri de kullanılıyor. Ancak, üssün bu kirli geçmişi bir yana, daha dün (şu gizli kararın hemen öncesinde), İncirlik’in kullanılması da dahil bir tezkere mecliste onaylanmamış mıydı? Şimdi, gizli kararı “asker bulundurma değil, transit geçiş için” gerekçesiyle savunmaya kalkan hükümet üyeleri, niçin asker gönderme ve bulundurma da dahil olmak üzere meclisten izin almış olduklarından sözetmiyorlar acaba?..

Anlaşmalar neden gizli tutuluyor?

Demek ki ne transit geçiş, ne de asker bulundurma, hatta gönderme, sürdürülen “gizli”liğin asıl sebepleri olmalı. Söz konusu kararda daha vahim maddeler yer alıyor olmalı ki, ABD’nin bildiğini halktan gizleme ihtiyacı duysunlar…

Daha vahim ne olabilir sorusu, uzak değil yalnızca bir-iki ay öncesinin kimi gelişmelerine götürüyor zihinleri. 15 Kasım’da İstanbul’da ilk bombaların patlamasını takip eden günlerde, ABD’den “Türkiye cephe ülke” ifadelerinin de yer aldığı açıklamalar yapılmıştı. Patlayan bombalardan daha tehlikeli bu ifadeler, bomba sesleri arasında tam anlamıyla gürültüye gitti, geçiştirildi, bir daha da anılmadı.

Oysa şimdi görülüyor ki, Bush’un ifadeleri öyle gelişigüzel kullanılmış sözler değilmiş. Çoktan sonuçlandırılmış anlaşmalar, alınmış kararlar üzerinden konuşuyormuş meğer savaş çetesinin bu elebaşısı. Aynı süreçte ABD, aylar süren bir sıkıştırma ve terbiye operasyonunun ardından, hükümetin meclisten aldığı izni boşa düşürecek tarzda, “Irak’ta Türk askerine ihtiyacı olmadığı”nı bildirdiğine göre; yürütülen görüşmeler sonunda varılan anlaşmalar, Irak dışı hedeflerle de ilgili olmalı. İncirlik’in (ve ABD’nin kullanmak istediği başka üslerin), ABD’nin Ortadoğu ve Yakın Asya’daki yeni hedeflerine yönelik kullanımı için anlaşmış olmalılar ki, gizlilik ihtiyacı doğsun. Öyle ya, Irak zaten bilindiğine ve ortada kalan tezkerede de dosdoğru yer aldığına g&oml;re!..

Türkiye Amerikan yayılmacılığının payandası mı olacak?

Buradan da, ABD emperyalizmi Türkiye’yi hangi yeni emperyalist saldırı savaşının “ön cephe”si yapmak istiyor, sorusuna ulaşıyoruz.

Afganistan ve Irak’ta yaşananların ardından ve İstanbul’da patlatılan bombalara rağmen kimseyi “terör” demagojisiyle kandırmanın mümkün olmadığı düşünülüyor olmalı ki, yeni bir oyuna başvurmak yerine kolayından gizli anlaşmalar tercih ediliyor. Demek ki ABD’nin hedefi şu ya da bu “terör örgütü” değil, fakat işin aslında şu ya da bu devlet ya da devletler blokudur. ABD Türkiye’yi, işte hazırlandığı bu türden yeni savaşlarda “savaşın ön cephe”si haline getirmek istemektedir. Planlanan saldırıları Türkiye’deki üslerden gerçekleştirdiği oranda bu sonuç adeta kendiliğinden doğacaktır da.

Amerika ile yapılan gizli anlaşmalar, Türkiye’yi durduk yerde kirli bir emperyalist savaşın, bir halklar kıyımının haksız tarafı haline getirecek niteliktedir. Hükümetin savunma konusu yaptığı “sadece İncirlik’in, sadece Irak’a Amerikan askeri ve silahı sevkiyatında” kullanılması da kuşkusuz aynı anlama gelmektedir. Ancak daha da ileri gidilmesi suçun daha da büyümesi anlamına geliyor, bu bir. İkincisi, hedef alınacak farklı ülkeler savaşın boyutlarını hızla değiştirebilecek özelliklere sahip olabilir, bu ise Türkiye’nin kendini geniş boyutlu bir savaşın tam göbeğinde bulması ile sonuçlanabilir.

ABD önce Afganistan’a ve Afgan saldırısı vesilesiyle de pek çok bölge ülkesine askeri güçleriyle yerleşti. Buna paralel olarak Gürcistan’da (bu ülkeye askeri güç yerleştirmişti) ve Azerbaycan’da önemli mevziler kazandı. Yakın zamanda ise Gürcistan’da sivil bir darbe yoluyla iktidara kendi yeni sadık adamlarını yerleştirdi. Azerbaycan’da Aliyev ailesinde somutlaşan Amerikancı iktidarın statükosunun korunması için herşeyi yaptı. Afganistan ve Irak’ta savaşı ne kadar kazandığı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, halihazırda bu ülkelerde büyük askeri güçler bulundurduğu da ortada.

Asya’ya yönelik olarak Ortadoğu ve ön Asya’dan başlatılmış bulunan bu çıkartmayı, önümüzdeki dönemde yeni topraklara yeni saldırılar düzenlemek suretiyle genişletmeye kalktığında bölgenin (ve elbette dünyanın) diğer emperyalist güçlerinin nasıl bir tutum takınacağı ise, günün en kritik sorusu durumunda.

Perde arkasında kurmaylar anlaşıyor, önünde siyasetçiler günah keçisi yapılıyor

Anılan “gizli” kararlar, gizli anlaşmalar, Türkiye’yi ve dünyayı böylesine vahim bir sonuca doğru sürüklerken, Türkiye’de düzen muhalefeti ve düzen medyası, kararın anayasaya uygun olup olmadığı ve hükümetin anayasayı çiğneyip çiğnemediği ile ilgilenmeyi tercih ediyor. Diğer düzen partilerinin zaten sesi soluğu çıkmıyor. Ya işbaşındaki hükümetin partisiyle hemfikir olduklarından, ya da mecliste sandalyeleri olmadığı için kendilerini yok saydıklarından. Geriye kalan tek muhalefet partisi CHP ise konuyu AKP’nin icraatı çerçevesinden sunmaya büyük özen gösteriyor. Medya için de aynı şey geçerli. Değil mi ki kararı alan Bakanlar Kurulu’dur, öyleyse sevabı da günahı da hükümete aittir. Karara sahip çıkanlar hükümete sahip çıkma, karşı &ccedi;ıkanlar hükümeti eleştirme kapsamının dışına çıkmıyorlar.

Oysa hepsi ve herkes çok iyi biliyor ki, bu konular askeri konulardır ve kararlar iki devlet genelkurmayı arasında yürütülen görüşmeler sonucunda alınır. Bush ve R.T. Erdoğan’a da alınan kararları onaylamak düşer. Nitekim Erdoğan, politikayı ne kadar hızlı öğrendiğini de gösterecek ustalık sergileyerek, benzer konuların her gündeme gelişinde ordunun rolünü hatırlatıyor. Bu son olayda da, esastan konuşmayı tercih etmemesine rağmen, yine özenle ordunun görevini ve rolünü hatırlattı. 26 Ocak’ta gideceği ABD’de herhangi bir konuyu görüşüp tartışmayacağını, görüşülüp-tartışılıp-sonuçlandırılmış konulara, sözde siyasal bir kılıf uydurulması için piyonluk yapacağını o da biliyor. Bunu zaten, seçimler öncesinde, hükümete talip olurken biliyordu. Bile bile talip oldu, şimdi de durumdan şikayetyok, piyonluk misyonunu gönüllü olarak sürdürüyor.

Sorun sadece Türkiye’de hükümetlerin birer kukla, asıl karar mekanizmasının ise MGK olması da değil. MGK’nın, askeri ilgilendiren-ilgilendirmeyen her konuya müdahil olması ayrı bir konu. MGK’nın da ötesinde bizzat Genelkurmay’ın doğrudan devrede olması, sadece Türk devletinin siyasal yapısı gereği değil, fakat konunun içeriği nedeniyledir de. Nitekim ABD tarafında da muhatap yine Genelkurmay’dır. Sadece Türk hükümetinin başı değil, ABD’nin başkanı da askerlerin vardığı anlaşmalara imza koyan bir kukla konumundadır. ABD, kendi başkanlık mekanizmasıyla ilgili ne derse desin durum değişmiyor. Kaldı ki ABD başkanlık kurumu için çok farklı bir tablo sunmayı da tercih etmiyor. Bununla birlikte, atılan adımların hezimetle sonuçlanması durumunda, devletin (ve onun en güçlü kurumu olarak ordunun) korunması için, Türkiye’de Başban-ABD’de Devlet Başkanı’nın heba edilmesinin zemini bugünden döşeniyor. Buna ilişkin görev de, her iki ülkede düzen muhalefetine ve medyasına düşüyor.

Sermaye düzeninin çeşitli kurumlarının, bu görev paylaşımında kendi üstlerine düşeni yerine getirmek için azami dikkati ve çabayı gösterdikleri inkar edilemez. Her türlü güç ve olanağı tekellerinde topladıkları için de, kitleleri yanıltmada, aldatmada, uyutmada ve böylece etkisiz kılmada azımsanmayacak başarılara imza attıkları da ortada. Söz konusu kitlelerin manipülasyonu olunca, özellikle medyanın yeri doldurulamaz yeri ve rolü artık tartışmasızdır.

Gizli-açık ihanet anlaşmalarını işçi sınıfının devrimci
mücadelesi yırtabilir

Böyle bir tablodan çıkarılması gereken sonuç ise, tüm ilerici, yurtsever ve devrimci güçlerin, kitlelerin uyandırılması ve hareket geçirilmesi çabasına etkin biçimde yüklenmeleri gerektiğidir.

Gündemdeki konu üzerinden;

Sermaye devletinin ve özellikle de ordunun vatana ihanet niteliğindeki “gizli anlaşmalar” suçunun en yaygın biçimde teşhir edilmesi,

Emperyalistlerle yapılmış açık-gizli tüm anlaşmaların iptali/ülkede bu kapsamda kurulmuş tüm üs ve tesislerin kapatılması isteminin işçi sınıfı ve emekçi kitleler içinde en yaygın ajitasyonu,

Bu çerçevede, işçilerin birliği-halkların kardeşliği eksenli anti-militarist, anti-emperyalist devrimci bir kitle hareketinin örgütlenmesi ve yükseltilmesi için her türlü araç ve imkanı sonuna kadar kullanmak ertelenemez bir devrimci görevdir.