31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Suçlu “beyaz felaket” değil kapitalizmdir!

Son bir haftadır yaşanan olumsuz hava koşullarının bilançosu olarak onlarca insan donarak, yüzlercesi trafik kazaları sonucu yaşamını yitirdi. Binlerce insan yollarda mahsur kaldı, milyonlarca eve elektrik ve su verilemedi. Yüzlerce köy ve ilçenin dünya ile bağlantısı günlerce kesildi. Olağan bir doğa olayı karşısında milyonlarca insanın yaşadığı acı ve felaketler 21. yüzyılın “gelişen”, “çağdaş” Türkiye’sinin manzarası olarak hafızalara kazındı. İnsanın tabiat karşısındaki bu güçsüzlük ve çaresizlik hali, yaşanan bu perişanlık, ortaçağı aratmayacak düzeydeydi.

Pembe yalanların ve sahte düşlerin sonu

Yağan kar milyonlarca emekçiyi felaketin yanı sıra gerçeğin soğuk yüzüyle de tanıştırdı. Sözde ekonomi düzeliyor, enflasyon düşüyor, refah seviyesi yükseliyordu. Türkiye çıkartılan AB yasalarıyla muasır medeniyetler seviyesine yükseliyordu. Devlet bizler için dört elle çalışıyor, mutlu yarınlar bizleri bekliyordu. AKP hükümetinin başlattığı yalan üzerine kurulu bu propagandaya yaklaşan yerel seçimlerle birlikte her renkten tüm yerel düzen yöneticileri ve temsilcileri de katıldılar. “Halka hizmet yarışı” vb. adlarla sunulan bu propagandayla bugüne kadar yaptıkları çalışmaları ve bundan sonra yapacaklarını bire bin katarak sunmaktaydılar. Burjuva basın TV ve gazetelerinde bu yönlü açıklama, reklam ve haberlere bolca yer vermekteydi. Ülkenin her köşesindeki bilbordları, belediye başkanlarının yaptığı icraatlar konu alan reklamlar süslemekteydi. Yerel seçimle birlikte bu yönlü broşürler daha da çeşitlenip, yaygınlaşarak hemen yerde çıkartılıp dağıtılmaktaydı. Kısacası sermaye düzenin figüranları bütün çabalarıyla ellerindeki imkan ve kaynakları “halka hizmet yarışına” değil göstermelik bir takım icraatlarını ballandırarak anlatmaya harcamaktaydılar.

Ancak aylardır döne döne tekrarlanan yalanlar beyaz örtünün üzerinde sırıtıp, tüm çıplaklığıyla açığa çıktı. Bu yalanlara kanarak kurulan düşler de tuzla buz oldu. Gerçekte toplumun ne refah seviyesi ne de yaşam standartları yükselmiştir. İşsizlik, açlık ve yoksulluk artarak devam etmektedir. Ülkenin en büyük kenti olan İstanbul başta olmak üzere altyapı ve imar sorunları olduğu gibi durmaktadır. Emekçi milyonlar barınma, ısınma, giyinme, beslenme gibi en acil ihtiyaçları dahi karşılayamamaktadır.

İki farklı Türkiye, iki farklı sınıf gerçeği

Hükümetinden belediyesine kadar düzen temsilcilerinin bugüne kadar hiçbir şey yapmadıklarını, söyledikleri her şeyin yalan ve aldatmacadan ibaret oldu iddia etmek de doğru değildir. Elbette refah düzeyinin ve yaşam seviyesinin yükseldiği insanlar, ekonominin iyiye gittiği, altyapı sorunlarının çözüldüğü yerler de vardır. Ancak önemli olan kimin ekonomisinin iyiye gittiği, kimin refah seviyesinin yükseldiği ve nerelerin altyapı sorunlarının çözüldüğüdür. İyiye giden, düzelen, gelişip güçlenen biz milyonlarca işçi-emekçinin değil, bir avuç zengin asalağın Türkiye’sidir.

Birkaç gün süren kar yağışı servet ve sefalet arasındaki uçurumu değişik cephelerden gözler önüne sermiştir. Emekçilerin yaşam koşullarını daha da çekilmez bir hale getiren kar yağışı burjuvalar için farklı bir eğlenceye dönüşmüştür. Çünkü soğuktan donarak ölenler sermayedarlar, kodamanlar, para babaları değil işçi ve emekçilerdir. Elektrik ve su kesintileri, trafik kazaları, Etiler’de, Bebek’te, Ataköy’de değil Hadımköy’de, Esenyurt’ta, Bağcılar’da, Sefaköy’de, İkitelli’de ve diğer emekçi semtlerinde yaşanmıştır.
Gerçekte ortada iki Türkiye bulunmaktadır. Patronlar sınıfı, hayat seviyesinin sürekli yükseldiği lüks ve sefahat Türkiye’sinde yaşıyorlar. Bizler ise iki günlük kar yağışı karşısında can güvenliğinin dahi olmadığı, hayatın felce döndüğü öteki Türkiye’de, yoksulluk, açlık ve sefalet Türkiye’sinde yaşıyoruz.

Yaşanan felaketin sorumlusu sermaye düzenidir

Sermaye düzeninin temsilcileri yaşanan bu felaketin sorumluları olmalarına rağmen arsızca suçlu olarak emekçi halkı göstermektedirler. Valisinden belediye başkanına, elektrik idaresi ve karayolları yöneticilerinden başbakanına kadar bu konuda açıklama yapan her yetkili vatandaşların gerekli tedbirleri yerine getirmeyerek, uyarılara kulak asmayarak sonuçta böyle bir duruma neden olduklarını söylemekteler. Sanki İMF’ye verilen sözler karşılığında kamu kaynaklarında kısıntılar yapan, tasarruf önlemleri çerçevesinde karayolları şube ve bölge müdürlüklerinden birçoğunu gereksiz diye tasfiye eden kendileri değil. Seçim döneminde duble yol yapacağım vaatleriyle halkın oyları alıp iktidara geldiğinde duble yolsuzluk yapanların hiç kabahati yok. Temel altyapı ve imar sorunlarını çözmek yerine göstermelik olarak bir-iki park aça ve merkezi yerlerin kaldırım taşlarını değiştirmeyi asıl görev sayan belediyelerin yaşananlarda hiçbir sorumluğu yok. Tüm suç arabasına zincir takmayıp yola çıkan üç beş kendi bilmezde.

Yaşanan olağanüstü bir felaket değil son derece olağan bir doğa olayıdır. Bunun olağanüstü hale getiren ve emekçiler için bir felakete dönüştüren, içinde yaşadığımız düzenin kendisidir. İşçi ve emekçilerin ölmesi, yaralanması, acı çekmesi egemenlerin umurunda değildir. Deprem felaketi sırasında yaşanan vurdumduymazlığın, kayıtsızlığın bir benzeri daha yaşanmıştır. Bu düzen değişmedikçe, yaşadığımız bu felaketlerin de sonu gelmeyecektir.



Bu düzende insana ve
insani hiçbir değere yer yok!

Geçtiğimiz günlerde TBMM İnsan Hakları SHÇEK ve Huzurevleri alt komisyonu üyeleri Ankara’nın en büyük özürlü rehabilitasyon merkezlerinden biri olan Saray’da yaptıkları incelemede gördüklerini basına duyurdular. Komisyon üyelerinin anlatımına göre, girdikleri zihinsel engelliler bölümündeki çocukların, yataklara iplerle bağlanmış oldukları, 3 çocuğun kaçmaya teşebbüs ettikleri gerekçesiyle cezalandırmak amacıyla bomboş beton bir odaya kilitlenerek yaklaşık 12 saat boyuna tutuldukları, binaların pis ve bakımsız olduğu saptandı.

Bu tür kurumlarda yaşanan olaylar sık sık gündeme gelmekte ama devletin bu olaylara müdahale ettiği pek görülmemekte. Bu seferki olayda ise komisyon üyelerinin gidip yerinde inceleme yapmış olmaları olayları gündeme taşıdı. Komisyon üyelerinin “duyarlılığı” ise AB’ye girme sürecinde, hele de “demokratikleşme”, “insan hakları” konusunda “yoğun çalışmaların” yapıldığı bir dönemde gerçekleşmiş olmasından kaynaklı olsa gerek. Ama aynı “duyarlılığı” Devlet Bakanı Güldal Akşit göstermiyor. Aksine olayların abartıldığından, çocukların bir saat bile çıplak olarak bomboş odada bekletilmediklerinden dem vurarak, olayı kendisinden habersiz basına yansıttıkları için komisyon üyelerine kızgınlığını dile getiriyor.

SHÇEK ve bağlı kurumlarında özürlü, yaşlı, kimsesiz, bakıma muhtaç insanların eğitimi, bakımı, yetiştirilmesi, korunması vb.’nin sağlanması gerekirken, bu tür kurumlar orada bulunan insanlar için birer işkencehaneye dönüştürülmüş durumda.

Gerek binaların bakımsızlığı, pisliği, sağlıksız koşullar içinde olması, gerekse çalışan personelin yaptıkları iş konusunda bilinçsiz ve yetersiz olmalarından kaynaklı olarak burada bulunan insanların sağlıklı bakımlarının yapılmasını olanaksız kılıyor. Çalışan personelin yetersiz ve bilinçsiz olması ise SHÇEK genel müdürünün sözlerinden sonra çok doğal geliyor. Genel müdür, zihinsel engelli çocukların odalara kapatılmasını, yataklara bağlanmasını savunarak, bunun bir tedavi biçimi olduğunu, alternatif bir yöntemin olmadığını ve bu uygulamanın ABD’de de böyle yapıldığını söylüyor. Evet bütün yönleriyle örnek aldığımız ABD bize tedavi şekli olarak “eğitemediğini odalara kilitle, yataklara bağla” diyor. Böyle tedavi olmaz diyen komisyon üyelerine Devlet Bakanı.nın kızgınlığı buradan geliyor demek ki.