31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İşçi kadınlar mücadeleye!

Kadınız. İşyerinde, evde, sokakta kısacası yaşamın tüm alanında ikinci sınıf insan olarak görülüyoruz. Yüzyıllardan bu yana hep ezilmişiz. Ama erkek egemenliğine dayalı kapitalist toplumda ezilmişliği iki kat yaşıyoruz. Bu düzende en çok biz kadınlar ezilip sömürülüyoruz, yıkıma uğratılıyoruz. Sınıfsal, cinsel ve ulusal kimliğimiz nedeniyle her türlü baskı ve saldırılarla karşı karşıyayız.

Fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda sömürülen işçi sınıfının bir parçası olarak iki kat sömürülüyoruz. Erkeklerle aynı işi yaptığımız halde erkekten daha az ücret alıyoruz. Patronlar bizim eşitsizliğimiz ve emeğimiz üzerinde daha büyük kârlar elde ediyorlar. Çoğumuzun vasfı bile yok. Tekstil atölyelerinde sabahlara kadar gün yüzü görmeden hiç uyumadan çalışır da çalışırız. Hangimizin sigortası, sendikası, sosyal hakkı var? Hangimiz aldığımız ücretle insanca yaşayabiliyoruz? Hiçbirimiz. Çünkü biz biliyoruz ki bu sömürücü patronlar düzeninde ne insanca çalışmak ne de insanca yaşamak mümkündür. Ana ve çocuk sağlığına zararlı en ağır işlerde çalıştırılırız. Gerektiğinde angarya işleri de yaparız. Aşağılanır, hor gör&uul;lürüz. Ekonomik, sosyal krizlerin, işsizliğin faturasını en ağır biçimde biz kadınlar öderiz. İşten atılan ilk biz oluruz. Bu da yetmezmiş gibi, hamile kalmamız bile işten atılmamıza ya da ayrılmamıza neden olur. Yasalarda en doğal hakkımız olan doğum izni bile verilmez. Az buçuk verilse bile kreşlerimiz, emzirme odalarımız olmadığı için yine işten ayrılmak zorunda kalırız. Patronların, usta başıların aşağılayıcı, hakaret dolu souml;zleri ile cinsel tacizi ile yüzyüze kalırız. Mesai bitip akşam eve döndüğümüzde ise gün boyu fabrikada çektiğimiz çileler yine sona ermez. Ev işleriyle, kocanın baskısıyla, çocuğun bakımıyla boğuşuruz.

Milyonlarcamız okuma-yazma bilmiyor. Araştırmalara göre okuma-yazma bilmeyen 7 milyon kişiden 6 milyonu kadın. Yasalarda bile varolan en doğal eğitim hakkından yoksunuz. Gerçi sömürü sisteminde burjuva yasalar bile şiddet, sömürü ve baskının sürmesi için, geleneklerin göreneklerin devam etmesi için düzenlenmiyor mu? Okul çağında binlerce kız çocuğu okuma-yazma bilmiyor. Araştırmalara göre her üç kız çocuğundan biri okula gitmiyor. Çocuk yaşta ya fabrikaların sömürü dişlileri arasına itiliyor, ya da üç kuruşluk başlık parasına satılarak, adına da töre denilerek, geleceği karartılıyor. Dinin geleneksel değerleri altında göreneklerle, gerici değer yargıları ile kuşatılarak eğitimsiz bırakılıyor. Evimizin kölesi, çocuğumuzun bakıcısı, kocamızın hizmetçisi olarak yaşamımız tambir cehenneme çevriliyor. Çoğumuz eve hapsediliyoruz. Yoksullukla yoğrulan yaşamımızda sabahın erken saatinden gecenin geç saatine kadar dört duvar arasında köreltiliyoruz. Pembe dizilerle daha çok kaderciliğe ve umutsuzluğa itiliyoruz. Kışın soğuğunu, sel baskınlarını, çamurlu yolların, susuzluğun eziyetini en çok biz kadınlar çekiyoruz.

Cinsel olarak aşağılanıyoruz. İşyerinde, sokakta, okulda cinsel tacize ve tecavüze uğruyoruz. Tecavüze uğradığımız yetmezmiş gibi bir de cezalandırılıyoruz. Ailemizin adını kirlettiğimiz (!) için bu kirin temizlenmesi için ya öldürülüyoruz, ya da intihara zorlanıyoruz. Tecavüzcüler elini kolunu sallaya sallaya gezerken, hatta yasalarla bile yargılanamazken suçlu olan biz oluyoruz. Onlarca kişinin tecavüzüne uğrayan çocuk N.Ç., vicdanları sızlatan şekilde taşlanarak öldürülen Şemsiye Allak ve daha 16’sındaki Kadriye Demirel bunun son örnekleridir. Cinayetlerin adı ise “töre” oluyor. Şimdi de yasalardaki tartışmalara göre onursuz şekilde tecavüzcümüz ile evlenmemizi istiyorlar.

Gerici, yozlaşmış burjuva ideolojisi bizi cinsel meta olarak görüyor. Ortaçağ karanlığında çarşafa sokulan biz kadınlar, kapitalist toplumda cinsel obje ve meta olarak piyasaya sürülüyoruz. Patronlar için bedenimiz kâr aracına çevriliyor. Çoğu kadın yoksulluktan dolayı yaşamak ve yaşatmak için bedenini satmak zorunda kalıyor. İşsizlik, fuhuşu bir meslek haline getiriyor.

Cinsel, sınıfsal baskı ve sömürüye bir de ulusal baskı ve sömürü ekleniyor. Kürt kadını yıllardan beridir en ağır baskı ve sömürüyle karşı karşıya. İnkar ve imha politikası ile kimliği yok sayılıyor. Ana olarak, hakkını arayan ezilen emekçi olarak devletin her türlü aşağılayıcı uygulamalarını, cinsel taciz ve tecavüzünü, şiddetini birebir yaşıyor. Savaşlarda faturayı en ağır bedelle ödüyor.

Ezilen bir cins olarak, kadın olarak yaşadığımız bunca sorunun kaynağı sömürücü sistemin kendisidir. Çünkü patronlar düzeni başta biz ezilen emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi-emekçi sınıfına insanca yaşayacağımız bir düzen veremez. Bu düzeni mücadele ederek kurabiliriz ancak. Sınıfın bir parçası olan biz işçi-emekçi kadınlar sınıf mücadelesinin de bir parçası olmalıyız. Kurtuluşumuz sınıfımızın kurtuluşundan bağımsız değildir. O halde bizi sömüren patronlara karşı başta fabrikalar olmak üzere bulunduğumuz tüm alanlarda mücadele etmezsek sorunlarımızı çözemeyiz. Fabrikalarımızda çifte ezilmişliğimize ve çifte sömürümüze karşı birleşip, örgütlenmekten başka seçeneğimiz yok. Birilerinin gelip bizi kurtarmasını, sorunlarımızı çözmesini belemeyelim. Sorunları iliklerine dek yaşayan, hisseden bizsek eğer mücadelenin en ön saflarında da biz yer alalım. Bizi bizden iyi kimse anlayamaz. Yaşadığımız koşullara kaderimizdir deyip, artık boyun eğmeyelim. İrade göstererek bir adım atalım. Susmayalım, kabuğumuzu kıralım. Fabrikalarımızda arkadaşlarımızla bir araya gelip çalışma koşullarımızın düzeltilmesi için, kölelik zincirlerimizin her alanda kırılması için neler yapabilece&crren;imizi konuşalım, tartışalım, bilincimizi açalım. Birbirimize kenetlenerek, somut adımlar atalım. Sorunlarımız doğrultusunda komiteler kuralım. Örneğin herbirimiz açısından yakıcı bir sorun ve ihtiyaç olan kreş ve emzirme odası için somut bir çalışma başlatalım. Ya da her fabrika özgülünde başka yakıcı sorunlar olabilir. Bu ve diğer benzeri talepler etrafında örgütlenerek, diğer işçi kardeşlerimizle birlite yüzümüzü düzene karşı örgütlü mücadeleye çevirelim.

* Toplumsal hayatın tüm alanında kadın-erkek eşitliği!
* Eşit işe eşit ücret!
* Kadın işçilerin ana ve çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılması yasaklansın!
* Doğumdan sonra ve önce 3’er aylık ücretli izin, parasız tıbbi bakım ve yardım!
* Kadınların yaşadığı tüm işyerlerinde kreş ve emzirme odaları!

(Esenyurt İşçi Bülteni’nin Ocak 2004 tarihli
sayısından alınmıştır...)



Köle değil işçiyiz!

Merhaba. Bizler Bakırcılar Sanayi Sitesi’nde bir metal fabrikasında çalışan bir grup işçiyiz. Yeni yıla girerken hepimiz yüzlerine birer maske takıp ekranlara çıkan iki yüzlü hükümet ve sermaye sözcülerinin 2003 yılında hayata geçirdikleri sözde başarıları ve herkese mutlu bir yıl dileklerini sunuşlarını izledik. Ancak bu sahtekarların en büyük icraatı çıkardıkları yeni iş yasası ve belirledikleri asgari ücretle 2004 yılını daha başlamadan bizler için bir sömürü yılı haline getirmek oldu.

Çalıştığımız fabrikada da patron tarafından bizlere 1 Ocak tarihi itibarıyla geçerli olmak üzere yeni iş yasasına dayanarak hazırlanan “belirsiz süreli iş sözleşmesi” adı altında kölelik koşullarında çalışma dayatıldı. Bu bireysel sözleşmeye göre çalışma saatleri, ara dinlenme ve hafta tatili süreleri patron tarafından belirlenecekti. Sözleşmeyi imzaladığımız takdirde, patronun istemesi halinde bayram ve genel tatil günlerinde çalışmayı peşinen kabul etmiş olacaktık. Ücretlerin ödenme tarihleri patronun insafına kalacaktı. Çay ve yemek paydosları ücretimizden kesilecekti. Şirket yaptığı işten zarara uğradığı takdirde bu zarar patronun belirleyeceği oranda işçiye ödetilecekti. Patron, işçileri başka bir fabrikaya geçici ya da sürekli olmak üzere çalışmaya gönderebilecekti. Ve bunlara benzer daha birçok uyulama hayata geçirilebilecekti. Sözleşmeyi imzalamayan ise işten çıkartılacaktı. Ancak bu saldırı karşısında fabrikadaki işçilerin büyük çoğunluğu imza atmayarak ortak tavır alıp kendi koşullarımızı ve taleplerimizi ileri sürünce patron sözleşmeyi geri çekti. Ancak şimdi de eski sistemde çalışmayı devam ettirmek istiyor. Eski sistemde çalışmak ise günde mesaisiz 11 saat çalışmak, ücretlerin ise haftlarca hatta aylarca gecikmesine katlanmak anlamına geliyor. Kısacası sözleşme ile bize ölümü gösteren patron bunu kabul ettiremeyince şimdi de sıtmaya razı etmeye çalışmaktadır. Ancak bu koşulları da kabul etmeyeceğimizi bildirdik. Patron bu dayatmalarla bugüne kadar uyuyan birçok işçiyi uyandırdı. Şimdi işçilerin büyük çoğunluğu kendi haklarını öğrenmek ve korumak için bir takım arayışlar i&ccdil;inde. Bugüne kadar emretmeye ve emirlerine koşulsuz itaat edilmesine alışmış olan patron işçilerin bu ortak tavrı karşısında giderek gerçek yüzünü ve kimliğini açığa çıkarmaktadır. Bugüne kadar işçi dostu görünen ve yasalara uymakla övünen patron şimdi bunların hepsini bir kenara bırakıyor. Örneğin yeni yıl öncesi işçilerine hediye olarak pantolon ve gömlek alacağını vaadeden hatta beden ölçülerini alan patron sonra bunu iptal etti. Yılbaşı günü içki alıp ortamı yumuşatmak isteyen patron kimsenin kalmaması sonucu büyük bir hüsrana uğradı. Artık karşısında bir pantolon ya da bir bardak viskiyle, bir-iki tatlı söz ile kandırıp uyutacacağı işçiler yok. Çalıştığımız fabrikada kölelik yasasının uygulanmak istenmesi işçilerde kendi haklarını aramak, bunun için birlik olmak noktsında uyarıcı bir etki yarattı. Artık hepimiz hakların bizlere birileri tarafından bahşedilmeyeceğini, ancak mücadele ederek kazanılabileceğini biliyoruz. Yaşadığımız bu süreç bizlere sermayenin ve onun baskı aygıtı olan devletin işçi ve emekçilere dönük saldırılarına ancak örgütlenip mücadele ederek karşı koyabileceğimiz gerçeğini öğretti.

Bir grup metal işçisi

(Esenyurt İşçi Bülteni’nin Ocak 2004 tarihli
sayısından alınmıştır...)