31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos

1970’li yıllarla birlikte kapitalist ülkelerdeki bunalım emperyalist sermayenin yeni birikim politikaları üretme zorunluluğunu beraberinde getirmişti. Bu politika ihtiyacı, kendini ‘80’lerdeki neo-liberalizm akımıyla dışa vurdu. Daha o yıllarda emperyalist sermaye, yeni tekeller arası örgütlenme arayışını 1971 yılında Avrupa Yönetim Forumu (European Menagement Forum) olarak İsviçre merkezli bir oluşumla başlattı. Bu oluşum tekelci sermayenin küresel pazara daha fazla hakimiyet kurma hedefinin başlangıcını oluşturur. Günümüzde bu örgütün sermayenin uluslararası dolaşım ve birikim politikalarında söz ve karar sahibi bir odak olduğunu görüyoruz. Bilindiği gibi bu tekelci kulüp yıllık toplantılarını İsviçre’nin dağlık dinlenme merkezi Davos’ta düzenlemektedir.

Bununla beraber Dünya Ekonomik Forumu (WEF) kapitalizmin tek kurumu değildir. İMF ve Dünya Bankası gibi II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olanlar da vardır. Aynı şekilde, İMF ve DB, yine sermayenin savaş sonrası ihtiyaçları ile örtüşen stratejik kurumlardır. WEF’in bu kurumlardan farkı, geçmiş dönem sömürü/birikim politikalarının yetmezliğine çözüm olmak niteliğindedir. İMF, DB vb. kurumlar emperyalist ekonomi politikalarını uygulama ve düzenleme kurumlarıyken, WEF tekelci sermayenin küresel pazar ve hegemonya stratejilerini belirlemektedir.

WEF’in tekelci sermayenin kara deliği İsviçre’de kurulması rastlantı değildir. İsviçreli profesör Schwab’ın 1971’de daha çok Avrupalı tekellerden oluşan bir kümeyle düzenlediği yıllık toplantılar, giderek kurumsallaşan bir örgütün temellerini oluşturdu. Daha önce belirtildiği gibi örgüt Avrupa Yönetim Forumu olarak biliniyordu. İlk gayrı resmi nitelikli ancak kurumsallaşmanın açıkça ortaya çıktığı tarih, 1982 yılıydı. Bu toplantıya büyük emperyalist ülkeler başbakanlık düzeyinde katıldılar. ‘83’de Davos yöneticiler toplantısı düzenlendi. Ve ‘86 yılında örgütün adı Dünya Ekonomik Forumu olarak resmileştirildi.

Forumun yıllık toplantılarında, uluslararası tekelci sermayenin temsilcileriyle, birçok ülkedeki başbakanlık düzeyindeki karar alıcı mekanizmalarındaki politikacı ve bürokratlar biraraya geldiler. Forumun, emperyalist kapitalizmin “küresel ekonomi politikaları” diye tanımlanan yeni yönelimlerinin kararlaştırılması ve uygulatılmasındaki rolü giderek güçlü bir hale geldi. Burjuva bir yazar, “Forum dikkate değer bir şekilde başarılı oldu- 1971’den beri katılımcı birçok şirket açısından ‘dünyanın hali’ gayet olumlu oldu. ‘80’lerde neo-liberal gündemin idare edilmesini planlayan WEF yeni endüstrileşen dünyanın hak iddia eden devletlerinden ve keza OECD ülkelerinden politikacıları, gündemi oluşturmak üzere uluslararası iş alemi yöneticileri ile biraraya getiriyor” diye yazmaktadır.

Tekelci sermayenin giderek daha da merkezileşmesi ve yoğunlaşması, bir sistem olarak kapitalizmi, bu ve benzeri örgütlenmelere yöneltiyor. Ekonominin yönetimi, tek tek ülkelerden küresel pazara değin teknik bir sürece indirgenmeye çalışılıyor. Forum bu ihtiyaçtan hareket ederek, sermayenin yakın dönem hedefleriyle uzak hedefleri arasındaki bağı gözden kaçırmadan, politikalar belirlemektedir. Tekellerin temsilcileriyle politikacılar yıllık olarak biraraya gelerek, sermayenin belirlediği politikalar bürokratlara ve politikacılara, dahası başbakanlara uygulatılmaktadır.

Foruma katılan temsilcilerine bakıldığında 2 bine yakın emperyalist tekel dikkati çekmektedir. Davos’ta emperyalist sermayenin dikte ettirdiği kararlar çok geçmeden İMF gibi kurumlar tarafından dünya işçi ve emekçilerine karşı ekonomik ve siyasal saldırılar şeklinde yansımaktadır. Tekelci kapitalizm, küresel yönelimine uygun bu tipte örgütlenmelere gitmekte, kendi içlerindeki rekabeti sürdürerek, dünya işçi ve emekçilerine karşı saldırgan ortak tutum sergilemektedir.

Kapitalizmin açıktan gerçekleştirdiği Davos forumu gibi örgütlenmeler aracılığı ile sömürüyü arttırdığı, işçi ve emekçilerin yaşam koşullarında derinleşen yoksullaşma ürettiği gün gibi açıktır. Buna karşın ilk olarak Porto Allegre’de Dünya Sosyal Forumu gibi muhalif hareketler ortaya çıkmıştır. Ancak Sosyal Form gibi muhalif hareketler içlerinde, yeni dünya düzeni politikalarının sonucu yıkıma uğrayan orta sınıflar dahil değişik kesimleri barındırmaktadır.

Bağımsız sınıf tavrıyla ve öncüsü ile buluşmuş proletarya, halen güçlü bir şekilde bu hareketlerin içinde yer alamamaktadır. Bu değişik parametrelerdeki renkliliği tek renge indirgeyecek bir ideolojik temel, parti çizgimizin derinliklerinde vardır. Emperyalizme karşı mücadele Türkiye’de devrim ve sosyalizmi yakınlaştırmaktan geçer. Pratik ve ideolojik etki gücümüzün, çizgimizin tarihsel sıçrama farklılıklarının, sosyalizme yakınlaşan akımlara kavratılması can alıcı küresel görevlerden biridir.

Tekelci kapitalizmin Davoslar’daki çürüyen cesedini devrim ve sosyalizmle gömeceğiz.



Haiti: Aristide’ye karşı kitle gösterileri

Devlet başkanı Aristide’ye karşı bütün toplumsal kesimlerin katıldığı kitlesel eylemlerin hızı kesilmiyor. Başkent Port-au-Priz’te hafta sonu eylemler ve devlet güçleriyle çatışmalarla geçti. “Demokratik Platform Hareketi” adı altında birleşen bütün muhalif gruplar Aristide’nin istifasını talep ediyorlar. İşçilerin genel grevinin ardından öğrenciler de üniversiteleri işgal ederek bakanın paralı korumalarıyla çatıştılar. Aristide 2006 yılına kadar seçildiğini belirtiyor ve istifa taleplerini reddediyor.

7.5 milyon nüfuslu Haiti’de ekonomik-siyasal yapıya küçük bir oligark kast hakim. Halkın büyük kesimi yoksul köylüler ve tarım işçilerinden oluşuyor ve mutlak yoksulluk ile yüzyüze. Aristide‘80’li yılların ortalarında yeni umutlar yaratmış, fakat bu umutlar kısa sürede sönmüştü.

30 yıl aralıksız süren Duvalier diktatörlüğünün 7 Şubat 1986 yılında gelişen kitle ayaklanmasıyla sona erdirilmesinin ardından, ABD’nin kendi bahçesi olarak saydığı ülkenin yönetimine bir generaller güruhu yerleşti. Kasım ‘87’de öngörülen seçim ordu tarafından engellendi. Ordu Ocak ‘88’de hıristiyan demokrat Lesli Monigat’ı yönetime getirdi. Bu zor olmadı, zira halkın ezici çoğunluğu seçimi boykot ediyordu.

Bu seçimden sonra ordu kendi içinde de çatışmaya başladı. Bu durum ‘90 yılına kadar sürdü. Bu süreçte, ordu içindeki çatışmalara rağmen, her türlü direniş ve örgütlenme acımasızca ezildi. Ocak ‘87’de, genel grevin yanı sıra, sokaklarda barikatlar kuran halk savunma komiteleri oluşturarak askeri yönetime savaş açtı. Bu direniş birkaç gün sürdü ve sonuç katliam oldu.

Bu süreçte katolik kilisesi de halk direnişinin etkisiz kılınmasında önemli bir rol oynadı. Kilise hiyerarşisi, özellikle altan gelen “halk kilise hareketini” bir tehlike, bir sapma olarak değerlendiriyordu. Tam bu sırada kilise taban örgütlerinin bir temsilcisi olarak bilinen Pater Jean-Bertrand Aristide kiliseden çıkarıldı. Bu süreçte birçok yerel inisiyatif ve örgütlenmeler gelişti. Bunları birleştirmek için ‘87 Ocak’ında “Demokratik Kongre Hareketi için Ulusal Komite” (KONAKOM) oluşturuldu ve bu hareket daha sonra partiye dönüştü. “Haiti Komünistleri Birleşik Partisi” (PUCH) ise 30 yıl süreyle Duvallier diktatörlüğünün terörüyle yüzyüze gelmiş, kadrolarının büyük kısmı Meksika’ya yerleşmiş, fakat yine de bu süreçte güç kazanmıştı.

General Avril’in ‘90’da istifasından sonra genel seçimler gündeme geldi. Fakat herhangi bir örgüt ya da parti yönetimi ele geçirecek güç ve hazırlıkla değildi. Sol ve demokratik hareketlerin adayı olarak tek bir isim, Aristide kalıyordu. Aristide fazla zorluk çekmeden oyların %67’sini aldı. Böylece diktatörlüğe karşı birikmiş bütün enerjiler, demokratik dönüşümün sembolü Aristide üzerinden denetim altına alındı. Kitle tabanı olmayan Aristide, bu durumu fırsat bilerek, kurtuluş teolojisine yöneldi, bağımsız entellektüeller, KP ve bazı burjuva kesimlerin katılmıyla “Operasiyon Lavalas” hareketini kurdu.

Fakat generaller durumdan pek hoşnut değildiler. Eylül ‘91’de bir darbe yaparak Aristide’yi yönetimden uzaklaştırdılar. Birçok sol grup sistematik bir çalışmaya yöneldi. Fakat ne yazık ki bu faaliyetlerin merkezine yine Aristide’nin iktidara taşınması oturuyordu. Darbeden bir hafta sonra illegal olarak ciddi bir örgüt ağı geliştirildi. Aristide’nin 50 bin resmi, çocuklar, gençler, işçiler tarafından gizli olarak sokaklarda, işletmelerde asıldı. Ama Aristide diktatörlüğe karşı mücadeleyi örgütlemek yerine sürgüne gitmeyi seçti.

‘94 sonbaharında ABD, üç yıl önce düşürdüğü Aristide’yi yeniden yönetime getirdi. “Bölgede bir istikrarsızlık faktörü olan kitle eylemlerini ordu denetimine almış, ülkeye huzur getirmişti.” Bu arada Aristide CİA ve Pentagon tarafından terbiye edilmişti. İMF’nin programlarını uygulamayı, ABD’ye paralel bir dış politika izlemeyi vaad ediyordu. Ülkenin ekonomik durum tam bir enkazı andırıyordu. Halk bir şok yaşamış ve bir an önce durumunu düzeltilmesinin istiyordu. Verilen vaadlerin bir an önce yerine getirilmesini isteyerek yeni başkanı zorluyordu. Ama, halk içinde “temiz kişi”, birçok suikastte yaralanmadığı için “peygamber” olarak nitelenen, büyük bir popüleriteye sahip Aristide artık değişmiş, ABD’nin bir ajanı konumuna gelmişti. Duvalier diktatörlüğüne benzer bir kast sistemi oluşturarak üleyi yönetmeye, emekçileri asker, polis ve paralı adamlarıyla bastırmaya başladı.

Militan bir işçi sınıfına sahip olan Haiti ilk kez ‘95 yılında İMF’nin programlarının uygulanmasına karşı bir genel greve gitmiş ve devlet güçleriyle çatışmıştır. Gelinen yerde yeni bir “halk hareketi” oluşmuş bulunuyor. Yerel gruplar, kadın ve köylü örgütlenmeleri, sendikalar, öğrenci örgütlenmeleri ve küçük sol siyasal grupların tümü eylem halinde ve bu yeni aile diktatörlüğüne son vermek amacında. Başkanın günleri sayılı görünüyor. Ama hareket devrimci bir önderlikten yoksunluk gibi temel bir sorunla yüzyüze bulunuyor.